12 Ekim 2016 Çarşamba

MUHSİN AKTAŞ’IN: “SEHERDE TİTREYEN HECELER”KİTABI , Abdullah Çağrı ELGÜN

  MUHSİN AKTAŞ’IN: “SEHERDE                        TİTREYEN HECELER”KİTABI               
                                 Abdullah Çağrı ELGÜN

1966 yılında Giresun'un Espiye ilçesinin Akkaya köyünde doğdu, İlkokulu köyünde okudu. Babasını kaybetmesiyle hayatında bir dönüm noktası oldu. Daha genç yaşlarda gurbetin yolunu tutan AKTAŞ, meşakkatli ve maceralı bir yolculuk sonrası Bursa’ya yerleşti.  Buradaki ortaokul ve lise yılları, büyük meşakkatler ve mücadeleler içerisinde geçti.
Muhsin AKTAŞ Bursa’da okuduğu, okul yılları sırasında, hem okuyup hem de çalışmak zorunda kaldı. Böyle olunca hafta sonu tatilleri ile yaz tatilleri onun için iş günleri oldu. Cumartesi Pazar ve diğer boş kaldığı zamanlarda, çalışarak kazandıklarını biriktiriyor, biriktirdikleriyle de hem geçimini sağlıyor hem de okul masraflarını karşılıyordu. Lise ikinci sınıfına geldiğinde artık hayatın zorluklarına göğüs gerecek bir ev arkadaşına ihtiyacı olduğunu hissetti. Bunun üzerine henüz Lise ikinci sınıfında evlendi. Bu evlilikten üç kız çocuğu oldu. 
Güç şartlar altında, Bursa İHL de bitirdi. Bir süre Açık Öğretime devam etti. Öğrenimini yarıda bırakıp, satış ve pazarlama sektörüne girdi.
Bursa’dan sonra, on yıla yakın bir süre İzmir'e yerleşerek orada çalıştı. Daha sonra yeniden Bursa’ya geçen AKTAŞ, halen Bursa'da, bir fabrikada üst düzey yöneticisi olarak görev yapmaktadır.

KİTAP HAKKINDA:
“Seherde Titreyen Heceler” 2009, ( Şiirler), Macan Ajans, Yayıncılık, Doğa Ofset, Umut Cilt, Evi, Sakarya Mah. Yıldız  Sok. Yurtseven iş Mrkz. 46/2 D.5 BURSA adresinde “978-605-60696-1-1” ISBN numarası ile basılıyor.  
Kitap toplam 121 sayfadan oluşuyor. Ferit GÜRSOY’un “Önsöz” ünü yazdığı yazı ile devam ediyor. Kitabın bütün sayfalarında yer alan “Muhsin AKTAŞ” isminin yanında Mizâbî mahlası kitap kapağı ve çoğu şiirlerin son dörtlüklerinde yer alıyor. Espiyeli Musin Mahlası veya lâkabına ise çok az yer verilmiş olduğunu söyleyebiliriz.  Kitabın içinde, ilk sayfada yer alması gereken “içindekiler” kısmına, önsözden sonra yer verilmiş olması da dikkatlerden kaçmıyor. Bu şekliyle kitap dizaynı, tashihi de basılmadan önce iyi bir düzeltmecinin “tashihçi” elinden geçmemiş intibaını veriyor.
Kitap “Yâr” başlığını taşıyan şiirle başlayıp “Aşkın Anayasası” şiiri ile son bulmuştur. Ayrıca kitabın sonunda bir sayfa boş bırakılmıştır. Bu, boş bırakılan sayfanın, kitap okuyucusunun kitap ile ilgili olarak not yazması için bırakıldığı, düşünülmektedir.
Kitabın sayfalarının tam köşesine monta edilen, çok büyük harflerle ve desenler içinde verilen kitap sayfa numarası ve tam karşı çaprazına yerleştirilen desenler de kitaba bir süs ve estetik katmasını sağlamak için  eklendiği  düşünülmektedir.
    ŞAİRİN EDEBÎ KİŞİLİĞİ:

Şair şiirlerinde beşeri aşkı işlemiştir. Bunun yanında hayata dair, hayatın bizzat içinden aldığı yaşanan olaylar, durumlar, savaş, haksızlık, adaletsizlik, istismar, devlet, millet, milletin kahramanlık olayları, halk hareketleri, sevinçler, hayâl kırıklıkları, hasret, ölüm, yalnızlık, hayatın acımasızlığı, zorluklar ve bunlar içerisinde verilen mücadeleler, günlük aktüel konular, ve devrin siyaset adamları ve bunların hak, hukuk, adalet adına yaptık dedikleri yanlışları hiç çekinmeden ve büyük bir cesaretle eleştirme; ancak Espiyeli Muhsin AKTAŞ’ın şiirlerinde  anlatılmaktadır.
Şair yanımızda, yöremizde olan olayları, durumları,  komşu devletlerle ilişkilerimiz,  devlet erkanının, halka nasıl sağ gösterip sol vurduğunu, devlet ricalinde dönen dolapları, bürokratların ve devletin başına gelenlerin halka gösterdikleri öbür yüzlerini bir bir sayıp dökmekte, onların adına  çıkıp mertçe, cesurca haykırmakta, vatandaşların hislerine tercüman olarak ortaya çıkmaktadır.
Muhsin AKTAŞ, herkesin kolay söyleyemeyeceği, söylese de kolay kolay beceremeyeceği, zengin ve güçlü bir cümle yapısı, kolay anlaşılan halk söyleyişi, sade, açık, beliğ, işlek bir söyleyiş güzelliğini yakalamıştır.  
Sanatçının dil zenginliği, kelime bulmadaki mahareti, sözleri anlamlı bir kurgu ile sıralamaktaki zekası, düşüncelerindeki enginlik, uzak görüşlülük, ufuk sahibi olma ve geleceği gelmeden önce sezebilme hüneri de bu sağlam cümle yapısına eklenince şairi diğer şairlerden ayıran farklılıklar ortaya çıkıyor. Şiirlerindeki kurgu ve sözlerin mükemmel, yerli yerinde sıralaması, yan yana dizebilmekteki kabiliyeti ve kıvrak zekası, zengin bir sözcük dağarcığı olduğunu hissettiriyor.
Edebî yönden baktığımızda şiirdeki âhenk, musiki, kelimelerin mısralar içindeki raksı, ritmi, âhenk ve şekil güzelliği,  sözlerin kulağa gelen hoşluğu, güzelliği, şiirdeki kelimelerin mısra içindeki dansı yönünden bakılınca biraz zayıf ve cılız kaldığı hissediliyor.   
Şairin şiirinde yenilik, kafiye de uyum ve mükemmeliyeti çok belirgin olarak karşımıza çıkarken; estetik unsur, bütünde güzellik, şiirde musiki, ritm, seste âhenk güzelliği ve şiirin  bir su gibi akıcı olma, akılda yer tutma, unutulmama, özelliği konusunda eksikliği olduğu söylenebilir.  Bu eksiklik ise şiirin teknik yönden güçlü; estetik, duyuş düşünüş, musiki, ritm, kelimelerdeki renk cümbüşü açısından zayıf ve şiiri monoton hale getirip ruhsuzlaştırıyor. “2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” (Nihayet Sana Ulaştım, s.29)

Halk dilindeki kimi kelimeler, halk dilindeki Orta Oyunu, Karagöz ve Hacivat tekerlemeleri, tezatlıklar ve sözlerin yerinde kullanımları şiire renklilik, çeşitlilik katmaktadır.  Komşu ülkeleriyle olan irtibatlarımız, yanımızda ve yöremizde olan savaş ve katliamlar, memleket içinde yaşanan ikilikler büyük bir cesaret ve açık yüreklilikle sıralanmaktadır.  Tepedekilerin adaletsiz, haksız ve kanun dışı yandaşlıkları, adam kayırma, eş dost, ahbap çavuş ilişkileriyle Karun kadar zebginliğin yollarının açılması eleştirisel bir dil ile şiirlerde yansıtılıyor. Şiirdeki konu zenginliği, düşünceye, şiire ve kitabın bütününe ayrı bir güzellik ve zenginlik katmaktadır.

Yörenin “Ağız Özelliği”nin kullanımı (Temel’den Fadime’ye Mektup, “2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” s. 60) şairin hangi yörenin insanı olduğuna dair bilgiler verirken, aynı zamanda da şairin yöresinde geçen, şairle ilgili sıkıntılar, yöresel halk deyişleri, folklor, kültür, sanat ve halkın yaşama biçimi hakkında da bilgilendirilmiş olmaktayız. 
Şair, şiirlerinin çoğunda halkın dertlerini anlatmakta, sıkıntılarını dile getirmekte, onların hislerine tercüman olmaktan da geri durmaz. Günümüzün hayat tarzına ışık tutar, onları bir Pazar yeri manzarası gibi tuvale yansıtır. Halkın sıkıntılarını kendi gönlünde duyar, sevinçleriyle mutluluk yaşar, onların dertleriyle dertlenir, üzüntüleriyle hüzünlenir, üzülür:
“Nah Der Giderim”

Yanında sevgilisi bankta durup sevişen,
Eli mahrem yerinde ortalıkta yiyişen,
Canı her sıkılınca, sevgiliyi değişen,
Züppe, çağdaş güruha, yuh, der geçer giderim!

Sevgisini aşkını ortalık yere döken,
Edepsizliklerini göz bebeğime tıkan
Sonra aşk ve sevgi diye palavraları sıkan
Aydın bozuntusuna, tüh, der geçer giderim!

Ana baba saygısı, sürünüyor yerlerde
Nereden bakarsan bak, kıçlar açık her yerde
Artık yama tutmuyor, yüze çekilen perde,
Terbiyesiz itlere, peh, der geçer giderim!

Her ağzını açınca salyalarını döken
Bağnaz fikirlerini boynuna yafta takan
Üç kuruş menfaate halkın dişini söken,
Kan emici itlere deh, der geçer giderim!

Hak hukuk tanımadan fırıldak gibi dönen
Menfaatin atına dört nala gidip binen
Moskova’da tutuşup, Florida’da sönen
Fırıldak ipsizlere, nah, der geçer giderim!
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.5

Şairin üzüntüleri sadece kendi memleketi için değil, dışarıda yaşayan kendi milleti ve vatandaşı olmayan insanlar için de yüreği tutuşur, yanar, onların sıkıntılarıyla sıkıntılanır, dertleriyle dertlenir. Göz yaşı döker, dertlerini dile getirir. “Iraklı Çocuk”, “Affeyle Gazzeli Balam”

Şair, Halk Şairlerinin şiirlerine benzer şiirler ortaya koyar. Gelenekçiliğin etkisi şairi de tesiri altına alır. Karacoğlan, Gevheri, Âşık Ömer, Erzurumlu Emrah, Dadaloğlu, Âşık Hasan, Seyranî, Aşık Veysel ŞATIROĞLU, Âşık Ali İzzet ÖZKAN,..vb gibi Halk Âşıklarının kullandığı koşma tipine Muhsin AKTAŞ (Mizâmî)’ın şiirlerinde de rastlamaktayız.  Koşma, semai, varsağı, güzelleme, taşlama tarzında şiirler söylemiş olduğunu söyleyebiliriz: “Yar, Benim Güzel Espiyem, Nah Der Geçerim, Bitsin Bu İş, Beni de Götür, Sensiz Eriyip Bittim, Cahilden Dost Olmaz, Arayın Beni, Metroda Bir Engelli, Ramazan Büyük Nimet, saniyeler Yordu Sevdiğim, Kadir Gecesi,
Hecenin (3+4=7) yedili,  (4+4= 8) sekizli, (6+5=11) on birli kalıpları sıkça kullanmış olduğunu söyleyelim. 
Şiiri serbest tarzda deneyen Muhsin AKTAŞ, daha sonra millî Edebiyat ölçümüz olan ve adına Parmak Hesabı da denilen, Hece Vezninde karar kılmış olduğunu görüyoruz.  Şairin mahlası “Mizabî”dir. Zaman zaman Espiyeli Muhsin, Muhsin AKTAŞ isimlerini de kullanmaktadır.
Şiirleri açık, sade, arı, duru sağlam bir Türkçenin zenginlikleri içinde kelimeleri ustaca kullanmasını bilmiştir. AKTAŞ, şiirinde halk dilin tüm özelliklerini ve Türkçemizin zengin kelime dağarcığının renk ve desenlerini kıyıdan köşeden bulup çıkararak ortaya serebilmiş güçlü bir şair  olarak karşımızdadır.  
Şiirlerinde kullandığı halk dili ve çarşıda pazarda söylenen yörenin Ağız özelliği ile de Türk Halk Edebiyatının kaynağına ulaşarak, çeşitli türdeki araştırmacılara edebiyat tarihçileri ve Şehir yıllıkları ve etnoğrafya çalışacaklara rehberlik etmiş, vazgeçilmez bir kaynak bırakmıştır. 
Şairin birkaç hikâye denemeleri mevcut ise de asıl edebî kişiliği şirde toplanmakta olup, şiir dalında geleceğe yelken açmış görünmektedir. “Çınarın Dalından  Düştüm, Sensiz Bir Hafta Sonu, Kayıp Aranıyor”

ESERLERİNDEN SEÇMELER:
IRAKLI ÇOCUK
Uyandı güne Bağdat bomba sesleriyle,
Lanet okuyarak zalimlere,
Doğruldu sessizce enkazın altından ufacık bir çocuk,
Meydan okurcasına onca mermiye.

Sağa sola baktı ne olduğunu anlamadan,
Dudağını büktü var gücüyle başladı ağlamaya,
Yağmur gibi yaşlar boşalmaya başladı yanağından,
Tozlu yüzleriyle uğraşıyordu enkazdan çıkmaya.

Birden sustu yutkundu aldırmadan,
Bir şeyler anlatır gibi kımıldattı ağzını,
Söyleyemezdi küçücük çocuktu zaten,
Gerek yok anlamıştım ne dediğini.

Yuh olsun susanlara, zalimlere diyordu,
Tükürüyordu sanki utanmaz suratlara,
Hiç günahsız arkadaşları gibi ölüyordu,
Yapmayın der gibi bakıyordu etrafa.

Oda diğerleri gibi hedefti mermilere,
Bakışları yakıyordu bütün yürekleri,
Düştü enkazın üzerine aldırmadan itlere,
Onu bekliyordu cennet bahçeleri.

METRODA BİR ENGELLİ
Engelli aracında, durakta bekliyordu,
Gelen gidene bakıp, bir şeyler ekliyordu,
Arada aldırmadan, elini yokluyordu,
Baktım nurlu yüzüne, utanarak ağladım.

Raylı tren içine, bir hamle yapıp bindi,
İki damla sıcak yaş, yanaklarıma indi,
Halinden utanan yüz, kaşlar altına sindi,
Baktım mahzun gözüne, utanarak ağladım.

Meydan boş nutuk attık, başka bir şey yapmadık,
El koyup taş altına, koltuklardan kopmadık,
Onlar ezildi baktık, yolumuzdan sapmadık,
Baktım sırlı özüne, utanarak ağladım.

İş dedi, engel dedik, kovaladık kapıdan,
Geçecek yol vermedik, yaptığımız yapıdan,
Ne farkımız kadı ki, ahırdaki sıpadan,
Baktım vakar izine, utanarak ağladım.

Tek saygı istediler, onu bile vermedik,
İş verip kanatları, üzerine germedik,
Bunlar bizdendir deyip, bir kez olsun görmedik,
Baktım duran gizine, utanarak ağladım.

İçinde neşe vardı, etrafa gülüyordu,
Bir iş görüşmesinden, sevinçle geliyordu,
Ona bakan gözlerim, kahrından ölüyordu,
Baktım gönül sazına, utanarak ağladım.

Nice kardeşim vardı, aynı durumda olan,
İşsiz aşsız köşede, her gün sararıp solan,
Artık kalmadı yaşlar, kan idi göze dolan,
Baktım ayak tozuna, utanarak ağladım.

Azmi görüp utandım, bakamadım yüzüne,
Tokatlar vuruyordu, tembelliğin özüne,
Gurur duydum baktıkça, parıldayan gözüne,
Baktım yaşam tezine, utanarak ağladım.

Gelip de bir araya, bir köprü kuramadık,
Engelli kardeşleri, sineye saramadık,
Mizabî yanık üzgün, dertleri soramadık,
Baktım kışta yazına, utanarak ağladım.
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.14-15

RAMAZAN BÜYÜK NİMET

Her ramazan oruçlar, Allah için tutulur,
Rahman’dan inen nurlar, huşu ile yutulur,
İftar ile sevaba, bin kat daha katılır,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek Ramazan.

Evlerde, Camilerde, her gün Kur’an okunur,
İmanlı yüreklere, nakış gibi dokunur,
Gerçeği gören Mümin, günahlardan sakınır,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek Ramazan.

Teravih büyük sünnet, ne mutlu ki kılana
Sahur başka bir nimet, kıymetini bilene,
Merhamet dileyerek, huzuruna gelene,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek Ramazan.

Tövbe eden kalplere, tüm kapılar açılır,
Yüce Rabbin katından, rahmet yere saçılır,
Mümin ile münafık, oruç ile seçilir,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek ramazan.

Kalbi coşan müminler, yardım için koşarlar,
Allah için nefisten, çok uzakta yaşarlar,
Bin aydan da hayırlı, gece ile coşarlar,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek Ramazan.

Tüm kalpleri yoğurur, mumlara çevirirsin,
Şeytanın kalesini, kökünden devirirsin,
Nice olmaz işleri, bir ayda evirirsin,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek Ramazan.

Oruç tutan varlıklı, yoksulları hatırlar,
Ey Mizabî yazmakla yetmez kısa satırlar!
Sevabını taşımaz, âlemdeki katırlar,
Sen ne büyük nimetsin, ya mübarek Ramazan.
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.16

AFFEYLE GAZZELİ BALAM
Yahudi’nin dölleri, bombalar yağdırıyor
Sivillerin kanını göklere ağdırıyor
Pirifâni yaşlıyı itine boğduruyor
Mazluma kurşun sıkan elleri kır Allah’ım

Mabetlerin üstünde füzeler patlatıyor
Halkın ar perdesini bilerek çatlatıyor
Müslüman’a kinini her zaman hortlatıyor
Mazlum evini yıkan elleri kır Allah’ım

Bebek ağlatan dünya bu utanç sana yeter
Anaların karnında bomba dumanı tüter
Filistin’de yapılan vahşetten de bin beter
Mazlum canını yakan elleri kır Allah’ım

Çoluk çocuk demeden masumlar vuruluyor
Yardakçı yönetimler koltuk da kuruluyor
Kundağında yavrular kefene sarılıyor
Gazze’ye ceset eken elleri kır Allah’ım

Büyük Şeytan, yardakçı, destek verip duruyor
Mazlumların kanları yanağında kuruyor
İnsan hakları var mı? Buruk vicdan soruyor
Bebek kanını döken elleri kır Allah’ım

Lanetlenmiş İsrail her gün kana doymuyor
Kendinden başkasını insan bile saymıyor
Eli kanlı katiller kurallara uymuyor
Bebek gözleri söken elleri kır Allah’ım

Affeyle yavru balam uzanıp alamdım
Göğsündeki kurşuna siper de olamadım
Mizabî oynamaya sana yer bulamadım
Kafayı kuma sokan elleri kır Allah’ım
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.82

BİTMELİ BU LANET TERÖR
Çapulcunun kurşunu, yürekleri dağladı,
Mehmetlerin anası, çırpınarak ağladı,
Gitti on beş gencimiz, halk sözünü bağladı,
Zurnanın zırt dediği yerdeyiz duyun beyler.

Terör denen bu lanet, birçok genci yok etti,
Vatan sağ olsun diyen, son sabrını tüketti,
Yapılan bunca vahşet, artık canlara yetti,
Zurnanın zırt dediği yerdeyiz duyun beyler.

Her gün şehit verirken, dayanmaz bunca yürek,
Artık en acilinden, buna bir çözüm gerek,
Yağlanmakta evlerde, paslanan kazma kürek,
Zurnanın zırt dediği yerdeyiz duyun beyler.

İster büyük komutan, ister cumhurun başı,
Birlik olup kesmeli, sele dönen bu yaşı,
Daha sözü kalmadı, millet dikmekte kaşı,
Zurnanın zırt dediği yerdeyiz duyun beyler.

Bu işin üstesinden gelir bizim ordumuz,
Ayıklayıp gidelim, varsa çürük kurdumuz,
Mizabî der haine, peşkeş olmaz yurdumuz,
Zurnanın zırt dediği yerdeyiz duyun beyler.
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s47

DURDURUN ŞU ZALİMİ
Dimağ durdu bu akşam ciğerim kin kusuyor,
Zalim zulüm yapıyor kefereler susuyor,
Nice mümin Müslüman koltuğunda pusuyor,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.

Büyük şeytan haince arkasında duruyor,
Katil şerefsiz hain acımadan vuruyor,
Bir milletin tüm soyu bombalarla kuruyor,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.

Küçücük yavrucaklar kurşunlarla ölüyor,
Arap şeyhi makamdan utanmadan gülüyor,
Vahşet demek bu işe inan hafif geliyor,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.

Dünya denen âlemde böylesi görülmedi,
Üç buçuk boz ayının defteri dürülmedi,
İnsanlığa bu kara boşuna sürülmedi,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.

Gece ayazı çöktü yüreğimin üstüne,
Kurt bürünmüş sinsice yavru kuzu postuna,
Bebek kurban gidiyor vicdansızın kastına,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.

Lokmalar boğazıma kurşun gibi dizildi,
Seyrettiğim her canda kalbim durdu ezildi.
Yirmi yedi aralık katliamla yazıldı,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i.

Mizabî haykırarak yemin etti bu gece,
Katile isyan etti tüm kelime ve hece,
Filistin’de tütmüyor birçok hanede baca,
Yetti artık durdurun şu zalim Siyonist’i
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.78

MUDANYAM
Aştın mı bademlinin tepelerinden,
Serin serin meltemler eser denizden,
Varıp sokarsın ayağını tuzlu sulara,
Şarkı nameleri yükselir dalgalarından.

Gözlerin dolar, dalar gidersin uzaklara,
Hatıralar dökülür, martı kanatlarından,
Yunuslar denizle sevişirler inadına,
Bitsin bu hasret diye yalvarırsın Allah’a.

Bir tarafta deniz bir tarafta zeytin bahçeleri,
Zeytin Bağı, Tirilye, Burgaz Güzel Yalı beldeleri.
Nice sevdalılarla  dolup taşar güzelim sahilleri,
Hoplatır el ele tutuşunca nice aşk dolu yürekleri.

Nice milletler gelip geçmiş yüreğinin üstünden,
Asırlar önce Orhan bey almış gavur elinden,
Şükrü Çavuş’u şehit vermiş iskelenin burcuna,
Fetih marşı yükselmeye başlamış mehterandan.

Dert ortağım kader arkadaşım güzel Mudanya’m,
Olmasa sahillerin derdimi kime nasıl söylerim,
Uludağ eteklerinde toplanan dertli göz yaşlarımı,
Gün batımı haşin dalgalarına bırakır, sessiz giderim.
 
ÖZLERİM BİLESİN YAVRUM
Yıllar önce bir ilkbahar akşamı ölmüştü hücrelerim,
Özlem tohumları bozmuştu yüreğimin bekaretini,
Sararıp solmuştu bütün hislerim,
Kızıl ırmağa sevdalı olmuştu göz yaşlarım.

Günlerce caddelerin kuytu yerlerine saklandım,
Gelen geçen çocukları sen diye seyre daldım.
Sarı saçlıları ayrı, siyah saçlıları ayrı ayrı liste yaptım,
Birde göz renklerine göre mavi, yeşil diye ayırdım.
Hangisine benziyorsun diye içlerinde seni aradım.
Bulamadım avuçlarıma göz yaşı yerine kanlar akıttım.

Yakup’un Yusuf’u aradığı gibi her yerde aradım,
Zaman geldi kör kuyuların başında sabahladım.
Hasret bulutu ayak parmaklarımdan girip,
beynimin kraterinden göklere uçtu, bıkmadım.

Yıllarca umudumu katık yaptım uykusuz gecelerime,
Yasak meyvenin dayanılmaz ıstırabını yalnız yaşadım,
Seviyorum seni diye avazım çıktığınca haykırmaya çalıştım,
Her seferinde boğazımdaki barikatlara takıldım kaldım.

Acımadı katil saniyeler geçti yüreğimin üstünden,
Kirpiklerim kapanmamaya kasem etti her dem,
Ay küstü, güneş bulutlar arkasına saklandı,
Yokluğunla seneler tükendi ben tükendim.

Topraklar çatladı yüreğin figanından,
Çığlıklar su içti beynimin çanağından,
Dumanlar yükseldi ciğerin duvarından,
Yer yarıldı gittin dünyanın üzerinden.

Her gün binlerce kez öldüm hasretten,
Kimse anlamadı gönül derdimden,
Saniye atmadım seni beynimden,
Özler kalbim seni bilesin yavrum.

BİZİM MAHALLE
Çoban Sülo, Karaoğlan nerdeler?
Milletin aklından çıkıp gittiler.
Başbuğ öldü devlet ile zordalar
Halkın arasından çekip gittiler

Adil düzen diye nutuklar attı
Trilyon dediler denizde battı
Başbakan olunca hepten dağıttı
Birinci sınıfta çakıp gittiler
Şu papatyalardan koru yaradan
Can suyumuz geldi Amerika’dan
Jet skiyi çıkardılar aradan
Milletin başını yakıp gittiler
Kasımpaşa gülü yakışır ona
Al götür yazmayı ulan anana
Oyuncak gemicik düşmüş oğlana
Diyerek kolları büküp gittiler
Denizgiller yataklarda basıldı
Kabadayı Kasım, kasım kasıldı
Kılıçlar çekildi surat asıldı
Vatandaşa kazık kakıp gittiler
Çok yüksek perdeden konuşup durdu
Sıkıştı köşeye boş sual sordu
Muhalefet kaçtı yetişip vurdu
Sular seller gibi akıp gittiler
Bal tutan parmağı yalar dediler
Siyasinin cebi dolar dediler
Vatandaş saçını yolar dediler
Gözüne parmağı sokup gittiler
Değirmenci başı akıtır unu
Yumurta akıyla besler oğlunu
Nereye varacak bu işin sonu
Torbanın ağzını dikip gittiler
Kâğıttan kaplanlar havada uçtu
Sabah şimşek akşam gür sel konuştu
Ayakları kaydı yerleri yaştı
Üç beş gün içinde bıkıp gittiler
Kuşlukta söz verdi akşam unuttu
Kaynak kâmil benim deyince tuttu
Ağzını açınca zokayı yuttu
Zikzak tohumunu ekip gittiler
Torunumu sigortaya götürdüm
Beş senede kurumları batırdım
Baysalımı ters köşeye yatırdım
Öndere teneke takıp gittiler
Bahçeli evim var diye çağırdı
Suratını asıp birden bağırdı
Karşıda vatandaş sanki sağırdı
Kulaklardan pası söküp gittiler
Yağlı urgan ile kürsüye durdu
Sandık açılınca hepten kudurdu
Partili kardeşe hesabı sordu
Dizinin üstüne çöküp gittiler
İstemzük diye bağırır düzde
Birde diğerleri bulunur bizde
Nereden sayarsan tutmuyor yüzde
Niceler gözyaşı döküp gittiler
Gelen hazineye elini daldı
Bulduğu ne varsa hapsini aldı
Vatandaşa kuru vaatler kaldı
Evini başına yıkıp gittiler
Kurulmuş bu düzen kolay bozulmaz
Mizabî bu kadar fazla yazılmaz
Elinle kendine mezar kazılmaz
Diyerek gözüme bakıp gittiler

ÇANAKKALE GEÇİLMEZ
Mehmet’imin imanı kükrer içinde bir kez
Ne top tüfek, ne mermi, hiç birisi fark etmez
Göğsünü siper etmiş düşmana geçit vermez
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Yağmur gibi gülleler yağıyor gökyüzünden
Ölüm kokusu gelir güllerin ak yüzünden
Mehmetler haykırdılar Gelibolu düzünden
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Köpürmüş ağızları ses geliyor düşmandan
Gökyüzü kara örtü barut renkli dumandan
Mehmetler haykırdılar karadan ve limandan
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Kızılca kıyametler kopar Alçı tepede
Çığlıklar yükseliyor kefereler sobede
Mehmetler ant içtiler kara toprak seccade
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Yahya, Hüseyin çavuş, bir de Seyit onbaşı
Kiminin kolu kopuk kiminin kesik başı
Korkmadan haykırdılar zalim küffara karşı
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Zalimler birleşmişler hedefte Çanakkale
Kan ile yoğruluyor bir tarafta Kum kale
Mehmetler haykırdılar girdiler halden hale
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Silah arkadaşları, bir bir şehit oluyor
Şahadet şerbetini içip içip gülüyor
Mehmet’in kulaklardan o gür sesi geliyor
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Kanla yazılan destan kokuyor miski amber
Şehitlerin başında duada son Peygamber
Velilerle kol kola haykırdı bütün asker
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez

Yenilgiyi tatmıştı Çanakkale’de kâfir
Mizabî şükür dedi çekti Rahmana zikir
Haykırdı bütün vatan tek yürek tek bir fikir
Hepimiz şehit olsak Çanakkale geçilmez
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.94

TEĞET GEÇERMİŞ
Senet çek ne varsa takla atıyor
Fabrikalar birer birer batıyor,
İşsizlere her gün binler katıyor,
Korkmayın bu kriz teğet geçermiş.

Siparişler ardı sıra duruyor,
Kobinin kasası her gün kuruyor,
Gelen giden garibana vuruyor,
Korkmayın bu kriz teğet geçermiş.

Fakirin ekmeği elden gidiyor,
Zengin yine gününü gün ediyor,
Siyasiler durmuş bizi yediyor,
Korkmayın bu kriz teğet geçermiş.

Küçük esnaf kepenkleri kapattı,
Çiftçi kardeş gürültüyle top attı,
Birçok memur işçi, aklı sapıttı,
Korkmayın bu kriz teğet geçermiş.

Emekli peşinen mezar kazıyor,
Mizabî krize şiir yazıyor,
Büyük zatlar yine esip tozuyor,
Korkmayın bu kriz teğet geçermiş.
2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), s.75

ENGİNAR ve SAĞLIK
Hasan ağa beldemiz, atamızdan yadigâr,
Beldemin güzel kızı, bahçede göğe ağar,
Karaciğere şifa, yerden vitamin yağar,
Herkesin sofrasına, varmalıdır enginar.

İçinde çeşit çeşit, vitamin barındırır,
Bol yiyince vücudu, illetten arındırır,
Zeytinyağlı yiyince, yürekleri kandırır.
Bütün sofralara tat, vermelidir enginar.

Yaz geldi mi şenlenir, enginar bahçeleri,
Kızlar toplar enginar, dürerek bohçaları,
Sandık sandık isterler, dünyanın aşçıları,
İnsanlık mutfağına, girmelidir enginar.

Kolesterol denk olur, hücreler bayram eder,
Veren Rahmana kurban, yersin hastalık gider, 
Eğer sık sık yer isen, midende kalmaz keder,
Her hasta sofrasını, kurmalıdır enginar.

Mizabî, bu nimetten, bereket sağlık yağar,
Haftada en az bir kez, yazık yemezsek eğer,
Her derde dava imiş, yeni öğrendik meğer
Bütün damaklara tat, sürmelidir enginar.

            HİKÂYELERİ
KAYIP ARANMIYOR          
Soğuk bir kış akşamı idi. Uzun yolculuk sonunda başkentin bürokratik sokaklarını arşınlıyordum. İnsanlar gecenin ayazında bir sağa bir sola koşuşturup duruyorlardı. Başkentin soğuk bürokrat yüzü insanların şakağında tokat gibi patlıyordu. Düşünceden yüzler gülmüyor soğukla pençeleşerek evlere ulaşmaya çalışıyorlardı.
Yanımda bulunan arkadaşlarımla birlikte bilemediğim bir caddeye doğru yürüyordum. Bir yere gideceğimizi söyledi arkadaşlardan biri, bizde olur dedik. Biraz yürüdükten sonra daracık merdivenli bir binanın önüne durduk. Yavaşça merdivenleri tırmanıp üst katlardan birine çıkmaya çalışıyorduk. Her kata çıktığımızda müzik sesleri kulağımızı tırmalıyordu. Üst katlardan birinde durakladık. İçerden gürültülü bir müzik sesi kulaklarımızda cenk ediyordu. İçeri girdiğimizde sigara dumanından göz gözü görmüyordu. İnsanları seçmekte zorlanıyordum. Sormadan içeriye dalıverdik, hoş peş derken muhabbet koyulmuştuk.
           Misafir olduğumuz için mikrofondan bir ses ismimi söylüyor sahneye davet ediyordu. Şiir okuyacakmışım. Karınca kararınca bir şiirimi okuyup yerime oturdum. Herkes kendi havasında kimi kafayı demliyor kimi sigara dumanı altında nefes alma mücadelesi veriyordu.
           Ben kendimi tanıyamaz halde sağa sola bakıyordum. Nedendir bilinmez yıllardır yaralı yüreğim bir türlü derman bulamamış okunan şiirlerin tılsımlı havasında kaybolup gitmişti. Yaraları kanamaya başlamış gömleğin altından sızıyor gibi oluyordu. Acıların içinde kıvranarak okunan şiirleri ve şarkları dinlemeye çalışıyordum. Sandalyeye bırakılmış bir kum torbası gibi hareketsiz duruyordum. Yüreğim mazi yolculuğuna koyulmuş Ege sahillerini arşınlıyordu. Kısaca ben bende değildim. Sadece bedenim masanın başında korkuluk gibi duruyordu. 
          Şefkatli bir el omzuma değince sahillerden koşup masaya geldim. Şakayla söylenen iki çift söz beni kendime getirdi. Usulca dönüp bıyık altından baktım. İçimde sebebini bilmediğim kıyametler kopmaya başlamıştı. Bakışlarında kaybolmuş dağılmıştım. Hiçbir şey diyemeden öylece baka kalmıştım. Gece nihayete ermeye yüz tuttuğunda herkes gibi bende hazırlanmış kalkmıştım. Vedalaşıp ayrılmış bir arkadaşın evine misafir olmuştuk.
          Ben kendimi kaybetmiş bulamıyordum. Doğrusu aramakta istemiyordum. Adeta yanımda olan arkadaşları ne duyuyor nede görüyordum. Yüreğim emin ellerde olduğunu fısıldıyor, işte işte aradığın bu diyordu sanki.
Gece geç saat olduğunda etlerimle kemiklerim yatağa uzanmış cansız bir beden gibi yatıyordu. Öylece içmeden sızıp kalmıştım. Rüya bile görmeye cesaret edemiyordum. Nereden nasıl başlayacağımı hiç bilmiyordum.
          Uyku ile uyanıklık arası sarhoş misali geceyi sonlandırmış kahvaltı masasına oturuvermiştik. Ben hala kendim de değildim. Arkadaşlar bir şeyler konuşuyor gülüyor eğleniyorlar ben ise sadece arada bir sorulan sorulara evet ya da hayır gibi kısa cevaplar verip kendi iç âlemimde canlanan duygularla cebelleşiyordum. Omzuma dokunan o el sanki beni büyülemiş aklımı fikrimi çekip almıştı. Neyi düşünsem sonu o elin sahibine uzanıyordu. Ne yapacağımı nasıl konuşacağımı ne diyeceğimi hiç mi hiç bilmiyordum. O gün yapılacak olan dernek toplantısına onun da geleceğini düşündükçe içimde bir şeylerin sevinçten dans ettiğini duyar gibi oluyordum.
         Bir an önce şu zaman gelse de toplantı başlasa diye içimde dualar ediyordum. Zaman sanki yere çakılmış gibi geçmek bilmiyordu. Masadan ağzıma çatalı götürürken ki zaman sanki binlerce yıl gibi geliyordu bana.
Nihayet kahvaltı bitti çaylar içildi gitme zamanı geldi. Ben ise sevinçten uçacak gibi oluyordum. Gerçi hiçbir şey diyemeyeceğimi biliyordum ama olsun en azından yüzünü bir daha görecek bir fırsatını bulursam merhaba diyecektim ya o da yeterdi.
         Yolda giderken şehri kuşatan gökdelenlere bakarak gidiyordum ama aklım hep o iki elin sahibinin gözlerinde idi. Elindi omzuma dokundurduğunda sanki sıfırlanmış, ondan başka bir şey düşünemez olmuştum. Tüm duygularımı hislerimi kendine kilitlemişti. O ne hissediyor benim hakkımda hiçbir şey bilmiyordum. Bu düşünceler içersinde farkına bile varmadan salonda yerimizi almıştık. Karşıdan geldiğini fark ettiğimde iş işten geçmiş benim kalbim hızla atmaya başlamıştı. Merhaba tekrar hoş geldin dediğinde az kalsın düşüp bayılacaktım. Zor bela kendimi toparlayıp hoş bulduk diye bildim tüm kalbim ile.
          Ben kendimi başkentin sokaklarında kaybetmiştim. Bulana aşk olsun. Kalbim gözlerim o elin sahibine kilitlenmiş o nereye gitse başım pervane gibi gayri ihtiyari oraya dönüyordu. Kürsüye konuşmacıların biri çıkıp biri iniyordu ben ise ne konuştuklarını hiç mi hiç anlamıyordum. Her şey beni o iki elin sahibine götürüyordu. Sanki herkes ondan bahsediyor gibi dinliyordum. Hafızama ondan başka bir şey girmiyordu.
          Bir gün böylece nihayete emiş. Artık dönüş zamanı gelmiş çatmıştı. Toplantı bitimi herkes dağılmıştı. Bize da başkentten ayrılmaya niyet etmiştik. Gelirken canlı kanlı gelmiş şimdi ise boş bir teneke gibi geriye dönüyordum. Kalbimi, yüreğimi, ruhumu, canımı her şeyimi başkentin dar sokaklarına bırakıp gidiyordum. Etlerim kemiklerimden sıyrılıyor, canım bedenimden adeta çekiliyordu. Başkentin bittiğini gösteren trafik levhasını gördüğümde ben de bitmiştim. Artık içi boş bir kutu misali arabanın koltuğunda oturuyordum. Yanımda bulunan yol arkadaşlarımın konuştuğu hiçbir kelimeyi anlamıyordum.
          Sanki tüm kâinat susmuş her şey durmuştu. Beynimde tüm hücreler stop demiş içini boşaltmış tek o elin sahibi ile dolmuştu. Ondan başka hiçbir şeyi algılamıyordu. Bu neyin nesi idi anlamakta güçlük çekiyordum. Adını koymak için çok çabaladım ama koyamadım. Daha birkaç saat masasında oturduğum birkaç kelime konuştuğum o gözün sahibine âşık oldum desem, seviyorum desem bilemiyorum yani şimdilik adı yok işte.
          Yüzlerce kilometre yolu nasıl geldik arabayı nasıl kullandım hiçbir şey hatırlamadım. Şehrimin giriş tabelasını gördüğümde geldiğimi anladım o kadar. Ondan sonra her günüm o omzuma dokunan elin sahibi ile dolup taştı. Hayali ile aylarca avundum durdum.
          Görmek için fırsatlar oluşturup uzaktan da olsa yüzünü görüp sesini duydum. Sonradan adını delicesine ölesiye aşk koyacağımız bu güzellik işte öylesine soğuk bir kış akşamında başlamıştı. O akşam hayatımın dönüm noktası olmuştu. Kırklı yaşlarımdan sonra aşkın sevginin ne demek olduğunu o iki elin sahibi ile tanımıştım. Gönlümü bir daha boşalmamacasına doldurmuştu.
          Soğuk kış mevsimlerim yaza dönmüş mevsimler karışmıştı. O gün bu gündür ben bende değilim o iki elin sahibinin yüreğindeyim. Kısaca onun gözlerinde kayboldum. Arayıp bulmak istemiyorum. Ne olur sizde aramayın. Beni kaybolduğum o güzel gönülde rahat bırakın.

ÇINARIN DALINDAN  DÜŞTÜM
Elimde yüreğim, Uludağ’ın eteğinde, Tarihi Koca çınarın en tepesinde pineklemekteyim. Buruk iç sancıları ile Bursa’yı tepeden temaşa eylemekteyim.
Üzgün ve suskunum, yutkunmakta bile zorlanmaktayım. Dedelerimin bıraktığı Tarih kokan şehre içim sızlayarak bakmaktayım. Beton yığınlarını gördükçe için için sızlamaktayım. Güzel şehrimi eski haline döndürmek için bir karar almaktayım.
Ardımda bütün ihtişamı ile mehteran, önümde buldozerler kepçeler, nereden yıkıma başlayacağıma karar vermeye çalışmaktayım. Osmanlının payitahtlarını çevreleyen bunca betondan nasıl kurtulacağımı hesaplamaktayım.
İlk düşen, Yıldırım Külliyesi oldu gönlümüzün tahtına, devam edip uğradık Emir Sultan Hazretlerine. Yanı başında Yeşil Külliyesi ve en önemlisi Yeşil Camii ve Türbesi. Adeta bir hilal kaş çiziyordu mabetler.
Nice aşıkları yamaçlarında saklamış Pınarbaşı, Irgandı, Mahfel. Unutulur mu hiç Orhan ve Ulu Cami, Kapalı Çarşı, Koza Han. Uğrayınca çay içmeden geçilir mi Emir Han’dan. Hilal gibi dizilen mabetleri gezerken, davulun tokmağına inançla vuruyordu Mehteran. Bursa’yı kuşbakışı koruyan Osmangazi,Orhangazi , Muradiye,
I. Murat Han.
Sağım solum insanlarla dopdolu.Yıkın beton yığınlarını çıksın tarih ortaya diye tempo tutmuş alkışlarla bağırıyordu. Ovayı yok eden beton yığınlarını yıkıp tarihi yeniden kuruyorduk. Gönül orduları sağ ve sol yanımızda, tek tek tarihi eserlerimizi ayıklıyorduk. Yıkılan beton enkazını kaldırıp yerine güller ekiyorduk. Arkamıza dönüp bakmadan ilerleyerek, tarihin içinde yüzüyorduk.
Bulmakta zorlandığımız Somuncu Baba türbesi, daha nice  tarih kokan mekanlar, bir bir ortaya çıktılar. Nilüfer çiçeği kekik kokan Uludağ eteklerinde, beton, kireç, egzoz gazı kokularını ayıkladık ellerimizle tek tek.
Kaybolmuş ovayı yeniden kurup, şeftali, kiraz,yükseklerine çilek kokusu ektik. El ele verip gönül erleri ile, yol kenarlarını zambaklarla süsledik. Irgandı köprüsünü, pınar başını aşıklar için süsledik. Tarihin en temiz aşklarını gömülü mezarlarından çıkarıp çiçek kokulu çayırlara saldık. Lalelerin güllerin arasına el ele göz göze şarkılar mırıldanmalarını seyir’e daldık.
Bir daha baktık Bursa’ya tophaneden, yeşillikler içinde külliyeler, camiler, hanlar hamamlar çıkmıştı ortaya. Haykırıyordu yüreğinin derinliklerinden ne oldu bize diye.
Gömüldükleri enkazların altından çıkarmıştık onları, yerli yerlerine koymuş, bahçelerini güllerle sümbüllerle doldurmuştuk. Adeta cennetten köşeler oluşturmuş, şehrimize ruh ve can koymuştuk.
Saatin çıngırağı çalınca, koca çınarın dalından düşmüş ve gördüğüm bu güzel düşten uyanmıştım. Yüzümde tarifsiz acı izleri ile yataktan usulca doğrulmuştum.
Bir çok insanın görmek istediği düşü bir Ramazan gecesi görmüştüm. Düşümün gerçekleşmesi için duaya koyulmuş, sahurdan sonra o güzel düşü bir daha görmek üzere uykuya gömülmüştüm.ettirmektedir.

Yazışma,Web ve Kitap İsteme Adresi:
Sakarya Mah.Yıldız Sk. Yurtseven iş Merkezi.46/2 D.5 BURSA,                             
Tel: 0224 273 12 53

Web: www.muhsinaktas.com şairin özel şiir ve edebiyat sitesi

MUHSİN AKTAŞ’IN ESERİ :
1)      2007,  AKTAŞ, Muhsin, “Sürgün Gönül Sancıları” ( Şiirler) Kanguru Yayınları, BURSA
2)      2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), Macan Ajans, Yayıncılık, Doğa Ofset, Umut Cilt, Evi, Sakarya Mah. Yıldız Sok. Yurtseven İş Merkezi. 46/2

D. 5 BURSA,                              Tel: 0224 273 12 53

KAYNAKLAR
1)     2007,  AKTAŞ, Muhsin, “Sürgün Gönül Sancıları” ( Şiirler) Kanguru Yayınları, BURSA
2)    2009, AKTAŞ, Muhsin, “Seherde Titreyen Heceler” ( Şiirler), Macan Ajans, Yayıncılık, Doğa Ofset, Umut Cilt, Evi, Sakarya Mah. Yıldız Sok. Yurtseven İş Merkezi. 46/2 D. 5 BURSA,  Tel: 0224 273 12 53
3)            http://www.turansam.org/makale.php?id=1354  (Prof Dr. İsa KAYACAN)
http://www.antoloji.com/espiyeli-muhsin-aktas/linkleri/


 
  





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder