AHMET AYAZ’IN ŞİİR KİTABI
“SİHİRLİ MEKTUPLAR” ÇIKTI
Abdullah Çağrı ELGÜN
AHMET AYZA’IN HAYATI HAKKINDA BİLGİLER
Uzun Süre Gaziantep Sosyal
Hizmetler İl Müdürlüğü emrinde şef olarak görev yaptı.
Şair, araştırmacı yazar ve
gazeteci olarak dikkatleri üzerine çekti.
Bir süre Atatürkçü Düşünce Derneği, Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti gibi
daha birçok derneğin yönetim kurulu üyelikleri ve dernek üyelikleri
görevlerinde bulundu. Birçok dergide şiirleri yayınlanmış, gazete ve dergilerin bir kısmında da “Kültür
ve Sanat Sayfaların” çıkartılmasına katkıda bulunmuş ve bu sayfaları
yönetmiştir.
“Doğduğum Günden
Beri, Mayıs 2007” adlı şiir kitabının
sunuş yazısında, Gaziantep Gazeteciler Cemiyeti Yönetim Kurulu Başkanı, sayın
Abdullah Sabri KOCAMAN, sanatçı Ahmet AYAZ’dan için şöyle diyor:
“ ‘Bir ülkenin türkülerini yapanlar yasalarını yapanlardan
daha güçlüdür.’ Büyük ozan Pablo
Neruda. Geleneğin, göreneğin, örf ve
adetlerin, özgün yaşamın sonuçlarına bakarak… Her kuş kendi coğrafyasının renklerini
taşır kanatlarında…’ sözünde olduğu gibi,
sayın AYAZ da kendi coğrafyasının renklerini yansıttığı, bu kitabıyla,
önemli bir çalışmaya imza attı.”
“SİHİRLİ
MEKTUPLAR”(ŞİİR) KİTABI HAKKINDA
Toplam
elli beş (55) sayfadan oluşan bu şiir kitabı ISBN: 975-605-85854 numarası ile
piyasaya sürülüyor.
İncili
Pınar Mh.Nail BİLEN Cd. 5 Nolu Sk. Kaanlar İş Merkezi Altı, No: 4/B, Şehitkamil
/ Gaziantep; (www.damlamatbaa.com.tr.)
Adresinde basılıyor.
Kitap
yazar ve şair Ahmet AYAZ’ın önsözü ile başlıyor. Daha sonra Türk Edebiyatı
tarihince ünlenerek şiire damgasını vurmuş, on bir (11) şairin, şiir ile
ilgili, şiir hakkındaki görüşlerine yer veriliyor.
Ressam,
karakalem ustası, Halil GÖREN’in kara kalem çalışmasından Ahmet AYAZ’ın bir
fotoğrafı sayfaya yansımış.
Bu
kitapta, Türk edebiyatında, adına: “Taşlama, Hiciv, Satir” adı verilen otuz iki
adet (32) şiir yer alıyor.
Yazar
ve şair, Ahmet AYAZ hakkında yirmi iki (22) sanatçının görüş ve düşüncelerine
yer verilerek burada, okuyucuların istifadesine sunulmuştur. Sanatçı hakkında
yazılan bu görüşler bizi, AYAZ hakkında daha geniş bilgilere sahip
kılıyor.
AHMET AYAZ’IN, ŞİİR HAKKINDA
GÖRÜŞLERİ
“Erbab-ı teşaür çoğalıp şair
azaldı.
Yok öyle değil şairin ancak adı kaldı.
Muallim Naci”
Şair taslakları, (gerçek şairler
gibi olmak isteyip de olamayanlar) çoğaldı, şair azaldı. Dedikten sonar,
söylediği sözden sözden dönüp, sözü daha da kuvvetlendirmek, ifadeye canlılık
katmak maksadıyla (Rûcu sanatı yapıyor.) yok öyle değil; (şair falan kalmadı)
şairin ancak adı kaldı. Diyerek Târiz’de bulunuyor. Eleştiriyor, hicvediyor,
taşlıyor…
Hey, ağalar zaman azdı!
Düşmüşe, el üşer oldu.
Küllükte sürünen eşek,
Cins atla yarışır oldu…
Düşmüşe, el üşer oldu.
Küllükte sürünen eşek,
Cins atla yarışır oldu…
Palas üstünde yatmayan,
Bıyığına pala batmayan,
Porsuk ardından yetmeyen,
Ceylana erişir oldu…
Bıyığına pala batmayan,
Porsuk ardından yetmeyen,
Ceylana erişir oldu…
Evlerinin önü yazı,
Yayılır turnası kazı,
Yaşına yetmedik kuzu,
Koç ile vuruşur oldu…
Yayılır turnası kazı,
Yaşına yetmedik kuzu,
Koç ile vuruşur oldu…
Gevheri der işler hata,
Katırlar, baskındır ata,
Olur olmaz maslahata,
Çocuklar karışır oldu…
Katırlar, baskındır ata,
Olur olmaz maslahata,
Çocuklar karışır oldu…
17. yüzyılda Gevherî, yani bundan
dört asır kadar önce, şairin söylediğine bakın. Taa o zaman “Hey ağalar zaman azdı” diyor. Ya bir de
bu zamanı, bu günleri görseydi, ne derdi ki?..
“Küllükte sürünen
eşek / Cins atla yarışır oldu” diyor şair.
Buna kim ne demeli? Yani, haddini hududunu bilmeyen bazı insanların, kendi
seviyelerinin üzerindeki üstadların tevazuundan, olgunluğundan, alçak
gönüllülüğünden istifadeyle, kendilerini onlarla bir tutar, hatta daha üstün
görür hâle gelmesi, şaşılacak hallerden değildir.
O kadar hatalı ve yanlış iş
yapanlar çoğaldı ki, üstelik yaptığı işi doğru zannetmeleri de işin tuzu biberi...
Üstaddan önde usta ile yarışmaya
kalması, hatta aynı bulvarda önde yürümesi de daniskası… Peki bunları bugünlere
getirsek acaba şimdi nasıl bir şiir yazardı? Demek ki o günden bu güne pek
fazla da değişiklik yok diyelim.
17. yüz yıl halk şairlerinden
Gevheri’nin şu şiiri de Ayaz’ın dertlendiği, muzadrip olduğu konulara parmak
basmakta ve serzeniş yapmaktadır:
Âşık
Ruhsati de şiirinde:
…
Koyun belli değil, kurt belli değil.
Başım ayık
değil kederden yastan,
Ah ettikçe
duman çıkıyor baştan,
Harâba yüz
tuttu bezm-i gülistan,
Yayla belli değil, yurt belli değil.
Çark
bozulmuş, dünya ıslah olmuyor,
Ehl-i
fukaranın yüzü gülmüyor,
Âşık
Ruhsatî, dediğin bilmiyor,
Yazı belli değil, hat belli değil?
RUHSATİ
Sanatçı Ahmet AYAZ da Şiir
hakkındaki görüşlerini: Âşık Ruhsati,
Âşık Gevherî, Âşık Seyranî, Şeyhî, Muallim Naci…ve benzerleri gibi
serzenişlerle “Sihirli Mektuplar” adlı
şiirinde dile getiriyor:
Sanatçı camiasında çokça görülen kıskançlıklar, turfandalıktan
olmuşluğa, çıraklık etmeden kalfalığa, kalfa olmadan ustalığa soyunan ve usta
gibi hareket eden çırakların, usta gibi olmak ve davranmak isterken icraatları
esnasında elindeki malzemeleri, mezbele haline getirdiklerini, onların anasını
bellediklerinden sitem ve sitayiş ediyor.
Kendisini de usta kabul etmeyen
ve yazdığı “Sihirli Mektuplar” adlı
şiirinin birinci dörtlüğünde: “Benim gibi, ustalıktan ıraklar, Şiirlerin anasını belledi…” diyerek kendisini de bu sanatçılardan farklı
görmiyor. Egodan, benlikten, büyüklenmeden, ve her türdeki aşağılık
duygularından arınmış, kurtulmuş olduğunu, bu şiirde ileri sürdüğü
düşüncelerinden de açık seçik bir şekilde anlmaktayız. Şairi, bu yüce görüş ve düşüncesinden dolayı
kutlamamak mümkün değildir.
Kitabına isim olarak koyduğu;
ve şiir kitabının muhtevasını, özünü kısaca anlatan sanatçı Ahmet AYAZ’ın “Sihirli Mektuplar” adlı şiirinin
tamamını, aşağıya alarak okuyucularımızın görüş, değerlendirme ve istifadesine
sunuyoruz:
SİHİRLİ MEKTUPLAR
Kendisini, usta sanan çıraklar,
Şiirlerin anasını belledi…
Benim gibi, ustalıktan ıraklar,
Şiirlerin anasını belledi…
İltifata, kucak açıp duranlar,
Türk diline, tuzak cümle,
kuranlar,
Kafiyeyi, mavzer ile vuranlar,
Şiirlerin anasını belledi…
Manzumeyi bilmez, görmemiş
nesir,
Toplasan çıkarsan, sonucu
kesir,
“Ustasın!”, sözüne, olunca
esir,
Şiirlerin anasını belledi…
Hele bir de övünmeler,
yalanlar,
Asaleti götürüyor, talanlar.
Utanmadan, kafiyeyi çalanlar,
Şiirlerin anasını belledi…
Dert görmemiş, elma gibi
yanaklar,
Gül açmayan, bahçelerde
konaklar,
Eli kalem tutan, bazı bunaklar,
Şiirlerin anasını belledi…
“Kalemin susmasın ustam çok
yaşa!..”
Deyip de cahile olmayın maşa,
Kendini, sanınca bu işte paşa,
Şiirlerin anasını belledi…
Ayaz’ım ben, “Ben Ustayım !”
diyenler,
Göz önünde duvarlara siyenler,
Kuralları kemirerek yiyenler
Şiirlerin anasını belledi…
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli Mektuplar (ŞİİR), s.34-35
“Şiir, şairin iç dünyasını yansıtır. Biraz da
zor iştir; fakat işçilik işi değildir. Kelimelerin yan yana dizilmesiyle
meydana gelir; ama kelimeleri de şiirin ustaları dizer; çünkü kabiliyet
gerekir. Kabiliyet ise şairlerin yaradılışlarında mevcuttur.”
Şiirde ölçü, uyak, olmasa da
nesirden farklı bir yapıdır. Bir anlam bütünlüğü, bir ana fikir olmalıdır. Ne
yazık ki, bugünlerde şiirin büyük çoğunluğu da siyasî mafyaların eline geçti. A
dergisini çıkaranlar sadece A’da, B dergisini çıkaranlar sadece B’de, C dergisi
ve gazetesinde yazanlar da sadece C’leri görür ve ancak C’leri yayınlarlar,
başka şair ve şiire bütün kapılar kapalıdır ki bu müthiş bir yozlaşmadır.
Yayıncılar bunlardan farklı değildir. Bugünün basın ve yayın dünyasının takip
ettiği politika budur.
“…Türk şiiri kan kaybına
uğradı; ama ne olursa olsun bir Necip Fazıl KISAKÜREK, bir Tevfik FİKRET, asla inkar
edilemezler. Günümüzün ustalarından Yavuz Bülent BAKİLER, Abdürrahim KARAKOÇ, Hüseyin
Nihal ATSIZ, …vb.leri destan şairi Niyazi Yıldırm Geçosmanoğlu, edebiyatımızda
sönmeyen birer yıldız olarak parlayıp duracaklardır.
Eline kalemi alanların hepsi de
şair olsaydı, Ahmet HAŞİM’in, Muallim NACİ’nin isimleri çoktan unutulurdu.
Yukarıda belirttiğim gibi
tezekten kale yapmayın. Bir yağmur sonucunda sel götürür, her tarafı pis
kokular sarar, rezil olursunuz. Şiir konusunda şiirin ucundan kıyısından bir
şeyler anlatmaya çalıştım.”
Sayın Ahmet AYAZ, şiir hakkında
düşüncelerini sıraladıktan sonra, bir de usta kalemlerimiz ne demişler onlara
bir göz atalım.” diyerek usta kalemlerin “Behçet NECATİGİL (Şiir Defteri), Suut
Kemal YETKİN (Denemeler), Hasan Hüseyin (Yazko Edebiyat), Munis Faik OZANSOY (Hisar),
Cahit Sıtkı ERDOĞAN (Ziya’ya Mektuplar), Orhan Veli KANIK (Varlık Dergisi);
Nazım Hikmet RAN (Mapushaneden Mektuplar), Necip Fazıl KISAKÜREK (Büyük Doğu),
Ahmet Hamdi TANPINAR (Yaşadığım Gibi), Abdulhak Hamit (Makber), Nurullah ATAÇ (Günce),
Yavuz Bülent BAKİLER (Bizim Ece), hakkındaki görüşlerini dile getirir.
Sayın Ahmet AYAZ, (Kavgam Barış
İçin) adlı kitabında da şiirle ilgili olarak şu görüşlere yer veriyor:
“…Taş ve biriketlerin dizilişinden binalar, sözcüklerin
dizilişinden ise şiirler meydana gelir; ama her ikisi de usta ister. Şiirin
hası, okuyucunun beyninde iz bırakır. Gerisi baş ağrısıdır.”
Şiir için söylenecek çok şey
vardır. Şiir için söylenmiş çok şeyin yetmediği gibi söylenecekler de asla yeterli olmayacaktır.
Şiir yazmak hem kolaydır hem de
çok çok zordur. Bir Fransız yazar: “Yirmi bin yıl sonra okunmayacağımı bilmeseydim,
elime kalemi almazdım.” diyor.
Yahya Kemal: “Bir şiiri
yazdığımda kelimeler oturmamış ise bu şiiri çoğu kez uzun yıllar askıya alırım,
bekletirim. O şiire, bir kelimeyi yerleştirmek için yıllarca beklerim, bulduğum
kelime uymazsa yine beklerim. Böylece bir şiiri, bazen on yıl, on beş yıl
beklettiğim olmuştur.” demektedir. Ahmet
AYAZ’ın düşünceleri de bundan farklı değildir.
Doğrusunu söylemek gerekirse
şiir, bir mermer ustasının mermere, bir hattatın yazıya, bir kuyumcunun altına,
zümrüte, elmasa sanatını, zekâsını, hayâllerini içinde yetiştiği kültürün can
verici değerlerini, birikimlerini nakşetmesi, kazıması yontması, cilalaması kadar
zor bir iştir şiir. Sabır, zaman, azim, çalışma ve alın teri ister.
Şiir, okunduğu esnada insanı
duygulandıran, düşündüren, düşünürken güldüren, bir şeyler veren ve yığınların
yüreklerini o şey uğrunda titretendir.
Şiir, bazen dağda Köroğlu,
Dadaloğlu, bazen bir tekkede Yunus, Hacıbektaş
bazen yumruklarımızı sıkıp sessiz sessiz gözyaşı döktürten, bazan da
elimizi kulağımıza attırıp hüngür hüngür ağlatan büyülü bir şeydir. Yoksa, şiir
şiir olmaktan çıkıp nesir olur. Halbuki, şiirde nesirden uzak belirli bir fark
olmalıdır. İşte, şiiri nesirden ayıran
en önemli fark, söylenmek istenen sözün özünü, bin bir maksadı, kısa ve öz
olarak, kolay ve etkileyici bir âhenk ve musıki içerisinde, kelimelerle rakseder
gibi bir veya birkaç mısrada anlatabilme maharetinden ibarettir.
AHMET AYAZ’IN ŞİİRLERİNDEKİ
KONULAR
Şiirlerinde, Ahmet AYAZ, AYAZ, Deli Ozan mahlalarını kullanan sanatçı, arzu
ettiklerini başarmak, hedefe varmak arzusunu taşıyor. Bu idealle dopdolu alarak
yola çıkan sanatçı, her hedefe varışta hedefler büyüdüğünden olsa gerek
ülküsüne ulaşamıyor. Uğrunda çile çekiyor, meşakkate katlanıyor ve yorulan
bedenine rağmen, insana hizmeti kendisine ilke edinen bir yol seçiyor.
Şiirlerinin çoğunda, Türk
edebiyatımızın millî vezni (parmak hesabı adı da verdiğimiz) heceyi kullanan
sanatçının şiirleri, halka dönük, halkın içinden halktan biri olarak, halkın
dertlerini sıkıntılarını, törenleri, töreleri, törelerin yerin dibine batası katı
kurallarına baş kaldırır. AYAZ kalemini,kılıç gibi keskin, silah gibi
öldürücü, ve etkileyici olarak kullanan, ender sanatçılardan biridir.
Yasaları vicdanında saklı
sayan, hiçbir korkuya gönlünde yer vermeyen, Şah’tan, Padişah’tan korkmayan;
ancak arkada ağlayıp kalanların tasasını yüreğinde taşıyan bir sanatçıdır AYAZ…
Gönlündeki sevgi tellerini
akortlayıp, notalarla nağmeler dizerken Yunusça söylemekten zevk alır. Bu
sevgiyle kendinden geçer. Sevgi bağının şerbetini kana kana içer. Yunus
Emre’nin: “ Bir siz dahi sizde bulun; benim sizde bulduğumu.” dediği
gibi sevgide Yunus’a ulaşmak hatta Yunus’u geçmek ister.
Ahmet AYAZ, Hayatın mektebinde
okuyup, halısını, kilimini, heybesini, keçesini çok eziyetlerle tepip ince ince
dokumuştur… Toplumun dertlerini dert edinmiş, meclise seçilen vekillerin
asıllarına nasıl ihanet ettiklerini görmüştür. Ömürlerini bunların
önderliğinde, gösterdikleri yolda, izde devam ettirirken herkesin, onlara
bağladığı umutlarının sönmesi, çıkan rezaletliklerin sel olup taşması, halkı
ürkütmüş, korkutmuş; ama gözünü açmıştır. Verilen sözlerin yerine
getirilmemesi, sonu gelmeyen hayallere bağlanan ümitler; ve adaletin bir türlü
tecelli etmemesi neticesine uğranılan mağduriyet, sanatçı AYAZ’ın şiirlerinde
halkın terennüm edemeyen sesi olarak tecelli etmiş, halkın hislerine tercüman
olmuştur.
Yalan dolan, içi boş sıkılan
nutuklar. Avrupa Birliği hayâli ile avutulan ve kandırılan millet evlatları.
Halkın arzu ettiği kanunların bir türlü meclisten çıkarılamaması. Halkının içinden
çıkamaz girdaplara sokularak boynuzlatılması, şairi içten içe
göğündürmektedir.
Şair, halkın derdiyle
dertlenmiş, onları haykırmakta, yükselen feryatların susturulmasını istemekte;
fakat aldıran olmamakta. Sesler tekrar sahibine dönmektedir. “Abooo!”
şiiri bu feryatlardan ancak biridir:
“ABOOO !..” şiirinde:
… Seçilenler, halka ihanet etti,
Ömrümüz onların izinde bitti.
Umutlar yanarak kül oldu gitti,
Rezalet sel olup taştı da taştı.
…
Neyleyip nettiysek sonu boş çıktı,
Bu millet yalandan usandı bıktı.
Hükümet AB'yi kafaya taktı,
Kanunlar kabında şişti de şişti.
Ayaz'ım daha da övünmekteyiz,
İçimiz yanıyor gövünmekteyiz.
Gögsümüze vurup dövünmekteyiz,
Boynuzlar boyları aştı da aştı...
Ömrümüz onların izinde bitti.
Umutlar yanarak kül oldu gitti,
Rezalet sel olup taştı da taştı.
…
Neyleyip nettiysek sonu boş çıktı,
Bu millet yalandan usandı bıktı.
Hükümet AB'yi kafaya taktı,
Kanunlar kabında şişti de şişti.
Ayaz'ım daha da övünmekteyiz,
İçimiz yanıyor gövünmekteyiz.
Gögsümüze vurup dövünmekteyiz,
Boynuzlar boyları aştı da aştı...
“Şair, şair sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın”, “Bırak
beni haykırayım, Susarsam sen matem et; Unutmaki şairleri haykırmayan bir
millet, sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir.” diyen bir dönemin ünlü
şairlerinden Faruk Nafiz ÇAMLIBEL ve Mehmet Emin YURDAKUL’dan bir farkı olmayan
Ahmet AYAZ, ülke derlerini kendisine dert edinir. Yunus, Mevlâna inancıyla
insanları kucaklar. Azerbaycan, Türkistan, Karabağ, Kafkaslar, Çeçenistan,
Bosna, Oğuz Boyları ve buralarda, bir türlü tecelli etmeyen hasta adalete,
doktor ve ilaç bulmak ister. Hürriyet güneşinin doğacağı günü ve bu aynı dünya,
halkının huzur ve sukûnu bulmasını ister. Yönü hep Balkanlar, Türkistan
Ortadoğu ve meseleleri olarak, yüreği buruk ve çaresizlik ile dertlerini içine
gömer.
Fuzûlî: “Her ne var ise, aşk imiş âlemde; İlm bir kıl-ü kâl imiş ancak”; Aşk
derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabib; Kılma dermam kim helâkım zehr-i dermanındadır.” derken,
Güçer
KAFA da (Anafilya)da:
Sevdiceğim! Cânânım! Aşkın ile mestim yâr…
Senden gayrı ne varsa, alâkamı kestim yâr!
Senden uzak ellerde, hasretinle biçare,
Her seher pencerene, rüzgâr olup estim yâr!
Neylerin elemiyle, gezinirken âvâre,
Geceleri kalbini, çınlatan o, sestim yâr!” diyor.
Senden gayrı ne varsa, alâkamı kestim yâr!
Senden uzak ellerde, hasretinle biçare,
Her seher pencerene, rüzgâr olup estim yâr!
Neylerin elemiyle, gezinirken âvâre,
Geceleri kalbini, çınlatan o, sestim yâr!” diyor.
Sevgi olmadan, sevgili olmadan, aşk olmadan yaşamak,
hayatı anlamlandırmak ne mümkün?.. Hayat, sevgisiz aşksız çekilebilir mi?
Mevlânâ: “Kim ki
içinde bir parça aşk ateşi yoktur,
odundan farksızdır” der. Burada “o
dun” üç mânâya gelmekte ve Tevriyeli
olarak kullanmaktadır. Birinci anlamı “odun,
kuru ağaç”, ikinci anlamı, “eşekten
aşağı, en aşağı”, üçüncü anlamı ise “bayağı”
dır. Demek ki sevgisiz yaşanamaz. Sevgisiz, sevgilisiz olunamaz.
Ahmet AYAZ ise aşağıdaki şiirde bu duyguları, bizlere
başka türlü yansıtarak sevgilisinin
gelmesini istiyor. Sevgisiz, aşksız ve sevgilisiz olunamayacağını adeta
haykırıyor:
“TEZ GEL HA TEZ GEL!
Uzaklardan bakma bana el gibi,
Dalında susayıp, solan gül gibi.
Çöle hasret kalmış, esen yel gibi,
Bekliyorum tez gel; tez gel ha, tez gel!”
Uzaklardan bakma bana el gibi,
Dalında susayıp, solan gül gibi.
Çöle hasret kalmış, esen yel gibi,
Bekliyorum tez gel; tez gel ha, tez gel!”
Sanatçı Ahmet AYAZ’da, milleti
yönlendiren didaktik (öğretici), halkını eğiten, onlara ufuk açan, birlik
beraberlik ülküsü aşılayan, çalışmayı bir ibadet gibi kutsal gören bir anlayış
ileri görüşlülük, uzak hedefleri fark etme ve aşk vardır. Bu aşk, asla
sönmemektedir. Milletini seven ayrılıklara gayrılıklara fırsat vermeden, “Türkmen, Arap, Çerkez, Kürt’le birleşip, seslenerek” , “Birlik ol, oğlunla kızınla çalış; Elinde
bel, kürek kazma kırıksa; İşleyen iğneyle, bizinle çalış.” diyerek onlara
neler yapması gerektiği konusundaki hedefi gösteriyor. Başkalarının
yaptıklarıyla kendisini mukayese etmesi gerektiğini ve “Olanca
gücünle hızınla çalış.” diyerek onları, bu yarışta geçmenin, memleket ve
millet için bir borç olduğunu hatırlatır. Bunun için bütün deney ve tezleri
kullanıp çalışmanın gerekliliğini vurguluyor.
KÖYLÜ KARDEŞİME
Bu büyük ulusu yüceltmek için,
Birlik ol, oğlunla kızınla çalış.
Elinde bel, kürek kazma kırıksa,
İşleyen iğneyle, bizinle çalış.
Türkmen, Arap, Çerkez, Kürt’le birleşip,
Benlik çıkarana bir mezar eşip,
Yan bakan düşmanın bağrını deşip,
Olanca gücünle hızınla çalış.
Düşün hele yatmak yakışır kime?
Çalışarak güç ver güzel ülkeme.
Mahsulü derince iş bitti deme,
Yazınla, kışınla, güzünle çalış.
Ayaz'ım bak eller neler yapıyor?
Yerden aya merdivenler takıyor.
Bir pil ile dünyaları yakıyor,
Bütün deneyinle tezinle çalış.
Birlik ol, oğlunla kızınla çalış.
Elinde bel, kürek kazma kırıksa,
İşleyen iğneyle, bizinle çalış.
Türkmen, Arap, Çerkez, Kürt’le birleşip,
Benlik çıkarana bir mezar eşip,
Yan bakan düşmanın bağrını deşip,
Olanca gücünle hızınla çalış.
Düşün hele yatmak yakışır kime?
Çalışarak güç ver güzel ülkeme.
Mahsulü derince iş bitti deme,
Yazınla, kışınla, güzünle çalış.
Ayaz'ım bak eller neler yapıyor?
Yerden aya merdivenler takıyor.
Bir pil ile dünyaları yakıyor,
Bütün deneyinle tezinle çalış.
AHMET AYAZ’IN,
BÜTÜN ŞİİRLERİNDEKİ ÖZELLİKLER
Ahmet AYAZ’ın, şiirlerinin konusu çeşitlidir. Şair şiirlerin konusunu
gerçek hayattan, yaşanmış olaylardan, hikâyelerden ve halkın içinde bulunduğu
kişiler ve gerçeklerden alıyor. Aşk, gurbet, ayrılık acısı, ölüm, bayramlar,
çocuklar, köylü halk, felek, Atatürk, içinde yaşadığı, acısını, sancısını,
sevinç ve mutluluklarını paylaştığı Türk Halkı, Irak Halkı, Azerbaycan,
Türkistan, Çeçenistan, Kafkaslar ve buralarda yaşayan halk. Albümdeki resimler,
mahalle kızları, Mehmetçikler, bahar, yaz, kış, rüzgar, memleket köşeleri, Gaziantep, Harran, Antalya
ve yörelerin güzellikleri,Türk halkının yaşayış biçimi, duyuş ve düşünüşü gibi
konular ele alınıyor.
Ahmet AYAZ’ın şiirlerindeki nazım
şekilleri, Türk Edebiyatındaki şiirinin en güzel örnekleri arasına girmiştir.
Şiirde nazım şekilleri olarak; duyguların coşkun ve üstünlükle dile
getirildiği, içimizde bir heyecan uyandıran türüne, LİRİK ŞİİR denmektedir.
Örnek: Necip Fazıl
KISAKÜREK’in, “Bu Yağmur”, Ali Baş’ın: “Sevgililer Günü” şiirleri
gösterilebilir.
Öğretmek bilgi vermek, bir
düşünceyi benimsetmek maksadıyla yazılan şiir türlerine, DİDAKTİK ŞİİR
denmektedir.
Örnek: Mehmet Âkif ERSOY’un: “ Asım, Seyfi Baba” şiirleri.
Vatan, millet, memleket, savaş, kahramanlık
gibi duyguların üstünlükle dile getirildiği şiirlere, EPİK ŞİİR denmektedir.
Örnek: Mehmet Âkif ERSOY: “İstiklâl Marşı”, Orhan Şaik GÖKYAY: “
Bu Vatan Kimin?”,
Tabiat sevgisini, köy ve kır ve
tabiat hayatını, onlara karşı hasreti dile getiren şiirlere PASTORAL ŞİİR
denir.
Örnek: Abdurrahim
KARAKOÇ’un: “Güney İlleri”, Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’in: “Çoban Çeşmesi”, Rıza
Tevfik BÖLÜKBAŞI’nın: “Uçun Kuşlar Uçun” şiirlerini göstermek mümkündür.
Ahmet AYAZ’ın şiirleride ise bu çeşitlemelerin bütün örneklerine rastlanmakla
birlikte, onun şiirlerinde, şiirin öğretici tarzı dediğimiz, didaktik türünde
müthiş bir başarı gösteriyor. Bu yönde başarılarına yeni başarılar katıyor.
AYAZ’ın şiirleri, ölçülü ve
kafiyeli anlatım biçimi, sıraya dizilmiş, düzenlenmiş bir hal aldığı için “nazım”dır. Nazımların, estetik kaygı
taşıyan, duygulu, heyecanla bir bütünlük kazanmış biçimine şiir denebileceği
gibi Ahmet AYAZ’ın yazdıkları, serbest tarz bile olsa, şiir adını almağa hak
kazanıyor.
Giderek ölçülü ve kafiyeli yazılmış
estetik değer taşıyan, kısa nazımlara “manzume”lere benzemektedir. Nazım özelliklerini taşıyan edebî nitelikli uzun
eserlere de “manzum eser” dendiğine göre Ahmet AYAZ’ın bu şiirlerinde “manzum eser” özelliği de taşımaktadır.
Ölçülü ve kafiyeli yazılmış,
kısa nazımlara “manzume” adı
verilmektedir.
Ahmet AYAZ’ın şiirlerinin şekil
özellikleri, muhteva unsurları, âhenk unsurları, dil ve uslûp, şiir türü
açısından incelendiğinde de görüleceği gibi halk edebiyatında “koşma” türünün bütün özelliklerini
barındırmaktadır.
Nazmın, en küçük parçası olan mısraları“dize” yerleştirmekte maharet
gösteriyor. Sn.Ahmet AYAZ, çoğu
şiirlerinin son dörtlüğünde mahlas kullanıyor. Şiiri oluşturan mısralardaki hece sayılarının
eşit olması kuralına dayanan bir ölçü sistemi olan hecede( buna eski şiirimizd
parmak hesabı adı da verilir.), büyük başarılar sağlamış olduğunu söylemek yerinde
olacaktır.
Kafiye(Ayak,Uyak)ta, dize
sonlarında, kafiye yapılan kelimelerdeki ses benzerliği. Buradaki tek sessiz
benzerliği yani, yarım kafiyenin, kimi şiirlerine gizlendiğini, bu halk tarzı
şiirde de oldukça başarılı olduğunu, şu şiir örneğinde açıkça görmekteyiz:
“Körler pazarına sıkça indiler,
Tayfada yer verdim ata bindiler.
Harabede köşelere sindiler,”
Yaprak gibi daldan, sıyırdıklarım” mısralarındaki “n” sesleri “yarım kafiyeyi”
oluşturmaktadır. Mısra sonlarındaki aynı
anlamı aşıyan birbirlerine benzer söz ve söz grupları “-diler” rediftir.
ŞAİR, AHMET AYAZ’IN YENİ PİYASAYA SÜRDÜĞÜ
“SİHİRLİ MEKTUPLAR” ADLI ŞİİR KİTABINDAN ÖRNEK ŞİİRLER
DESTAN
Azmim şaha kalkıp haykıran bir
at,
Yıldırım’ın hızı ile koşuyor.
Milletim gülecek bitecek
feryat,
Adaletin ruhu ile yaşıyor.
Bütün Avrupa’da ayak izlerim,
Atım kişnemekte eşinip durur.
Yavaş yavaş erimekte buzlarım,
Aklım ihaneti gözünden vurur.
Üstüme çöktüyse bir kara bulut,
Çıkan şimşeklerle kaldıracağım.
Gördüğün hayali rüyayı unut,
Seni hedefinde yıldıracağım.
Tarihe baksana kaç oldu yaşım.
Dünyada adalet benimle başlar.
Her zaman her yerde dik durur
başım.
Bizde zulme karşı eğilmez
başlar.
Hainler, zındıklar dinleyin
beni!
Bizimdir, oturup yattığın
yurtlar.
Doğduğuna pişman ederler seni.
Bardak taşıp haykırırsa
Bozkurtlar.
Ayaz’ım ben Oğuzlar’dan
biriyim.
Karanlığa yağız olur akarım.
Karlı dağda yiğitlerin piriyim.
Cehaleti ateş olur yakarım.
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli
Mektuplar (ŞİİR), s.7
KUŞLARIN SESİNDE SAKLI SEVDAM
Azrail tepemde durup,
Ölüm kapımı çalarken.
Kırıldı elimdeki testi.
Gök gürledi,
Rüzgâr esti,
Dolu vurdu gençliğimi.
Ölümü kaç kez gördüm.
Kaç kere vurgun yedim.
İlkbaharında.
Bilemezsin,
Ömrüm bitti.
Köpüren denizin dalgalarında,
Ve bütün hatıralarım,
Bitmedi.
Ama
Bir gül yaprağında gizli,
Kuşların sesinde saklı sevdam
Bitmedi…
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli
Mektuplar (ŞİİR) s.16
GARİBİM
Garibim!..
Ömrünü sazla geçirdi de…
Saz çalamadı…
Tıpkı benim;
Şiir yazıp şair olamdığım gibi…
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli
Mektuplar (ŞİİR) s.19
CUMHURİYET ÇOCUĞU
O bir,
Cumhuriyet çocuğuydu.
Gazi Mustafa Kemal KILIÇ.
Unutulur mu hiç?
Böyl e bir can böyle bir
dost?!.
Bir fakir görse,
Suratı değişir, içi rahat
etmezdi.
Ben anamın,
Arap olduğunu söylerdim de
Kendisi Kürtçe bildiği halde,
Ben Kürt’üm demezdi,
Ve Kürtçülük etmezdi.
“Ben Cumhuriyet çocuğuyum,
Türkiye Cumhuriyeti,
Bir bütündür bölünmez!..”
derdi.
Tartıya vursam,
Ağırlığınca altın ederdi.
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli Mektuplar (ŞİİR) s.20
PAPAZKARAM
Papazkaram;
Tatlı belam şarabım benim.
Yorganım yatağımsın.
Sırtımdaki gömleğim,
Oturduğum postumsun.
Ve elli yıllık dostumsun.
Ama,
Zeliş’in Fatması da elli yıllık
dostum.
Sen olmazsan bilemezdim,
Akarak Alaben Deresi’ne
dolduğunu,
Keneften farksız olduğunu.
Bilemezdim bana
Kirlenmiş camlardan baktığını,
Bilemezdim.
Çürümüş soğanlar gibi
koktuğunu.
Vay benim papazkaram.
Şarabım benim.
Tatlı belam, gadanı alam
Emi…
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli
Mektuplar (ŞİİR) s.26
YAKACIK’TA BAHAR
Bu sene de ilkbaharın martında,
Salkım söğüt kucak açtı sen
yoksun…
Yakacık’ta Kesmelik’in
sırtında,
Gelincikler çiçek açtı sen
yoksun…
Kara Arık Sacır ile yarıştı.
Topal Tazı Tavuklaria barıştı.
Mor çiçekler birbirine karıştı.
Sarı güller neşe saçtı sen
yoksun…
Bin bir anıların saklı özünde,
Bütün çiğler, pişer oldu
közümde.
İnanın ki abartı yok sözümde,
Bakışların kefen biçti sen
yoksun…
Ayaz’ım ben söyleyemem ismini,
Hayalimde cama koydum resmini.
Sele verdim alıp gitti testini
Umutlarım göğe uçtu sen yoksun…
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli
Mektuplar (ŞİİR), s.31
YAZARIN YAYINLANMIŞ ESERLERİ:
1.
1993 Yankılı Sesler
(Şiir)
2.
1994 Doğduğum
Günden Beri (Şiir)
3.
1998 Antep Şiirleri
(Derleme)
4.
2000 Son Mektuplar
(Şiir)
5.
2002 Hüzün ve Rüya
(Şiir)
6.
2003 Gaziantep’te
Kültür Sanat ve
7.
Edebiyatta İz
Bırakanlar (Araştırma)
8.
2004 Bir Başka Rüya
ve Sızı
9.
2005 Elveda
İstanbul(Hikâyeler)
10.
2006 Kavgam Barış
İçin(Şiir)
11.
2007 Doğduğum
Günden Beri (Şiir) İkinci Baskı
12.
2008 Şiir Defteri
(Şiirler) Derleme
13.
2013, Sihirli
Mektuplar (ŞİİR)
İSTEME ADRESİ:
Cep Tel: 0542
761 74 25
Email: ayazahmet@mynet.com
Adres: Yeditepe
Mh.85256 Sk. Ayaz Ap.No:4/7
Şahinbey/GAZİANTEP
FAYDALANILAN KAYNAKLAR:
1) AYAZ, Ahmet, Elveda İstanbul(Hikâyeler), Çağlar Ofset Basın Yayın ve
Matbaacılık,, Gaziantep, Mart, 2005
2)
AYAZ, Ahmet, Doğduğum Günden Beri(Şiirler), Hakimiyet Gazetesi
3)
Yayınları, Çağlar Ofset Basın Yayın ve Matbaacılık, İkinci Baskı,
4)
Mayıs, Gaziantep,2007
5)
AYAZ, Ahmet, 1993, Yankılı Sesler (Şiir)
6)
AYAZ, Ahmet, 1994, Doğduğum Günden Beri (Şiir)
7)
AYAZ, Ahmet, 1998, Antep Şiirleri (Derleme)
8)
AYAZ, Ahmet, Z, 2000, Son Mektuplar (Şiir)
9)
AYAZ, Ahmet, 2002, Hüzün ve Rüya (Şiir)
10)
AYAZ, Ahmet, 2003, Gaziantep’te Kültür Sanat ve Edebiyatta İz Bırakanlar
(Araştırma)
11)
AYAZ, Ahmet, 2004, Bir Başka Rüya ve Sızı
12)
AYAZ, Ahmet, 2005, Elveda İstanbul (Hikâyeler)
13)
AYAZ, Ahmet, 2006, Kavgam Barış İçin(Şiir)
14)
AYAZ, Ahmet, 2007, Doğduğum Günden Beri (Şiir) İkinci Baskı
15)
AYAZ, Ahmet,, 2008, Şiir Defteri (Şiirler) Derleme
16)
AYAZ, Ahmet, 2013, Sihirli Mektuplar (ŞİİR)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder