SONGÜL
DÜNDAR’IN ROMANI “SAVAŞLARIN KADINI”
Abdullah
Çağrı ELGÜN
YAZAR
HAKKINDA:

Öğretmen Okulunun son sınıfında iken okuldaki başarısı
sebebiyle, Ankara Yüksek Öğretmen Okuluna gönderilmek üzere seçildi. Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi Kimya
Bölümü, Lisan Programını bitirdi. Ankara
Üniversitesi Yüksek Öğretmen Okulu Lise Öğretmenliği diploması aldı. Daha sonra Ankara Üniversitesi Kimya Yüksek
Mühendisliğini bitirdi; fakat mühendislik yapmayarak öğretmenliği tercih
etti.
İlk Görev yeri, Ankara Hasanoğlan Öğretmen
Okulu’dur. Daha sonra Ankara Mustafa
Kemâl Lisesi’nde Kimya Öğretmeni olarak çalıştı. Uzun yıllar Ankara Ayrancı
Lisesi’nde Kimya Öğretmeni olarak görev yaptıktan sonra, emekli oldu.
Halen mesleğini dershanelerde öğretmen olarak devam
ettirmektedir.
Yazar, kendi branşında sayısız başarılara imza atmanın
yanı sıra, çeşitli halk kültürü programları, halk kültürü dergileri ve
kitaplarına da danışmanlık yapmıştır.
Evli ve iki çocuk annesi olan yazarın eşi de kendisi
gibi öğretmendir.
Roman, 1828’li Türkmençay Andlaşması’nın yapıldığı
yıllardır. Osmanlı birçok cephede savaşlarla boğuşmaktadır. Dağıstan, Gürcistan
ve Kafkaslar’dan göç eden, Terekeme Türkmenleri Osmanlının Mecburî İskan
Politikaları gereği, Kars, Çıldır Eyaleti bölgelerine yerleştiriliyor. Daha
sonra, Kurtuluş Savaşı yıllarında dış güçlerin, Ermenilileri (sadık teb’a)
ayartmasıyla olaylar zinciri başlıyor. Yerli halk içindeki Ermeni Çetelerinin
cebir, korku ve şiddet yaratmaları sebebiyle halk göçe zorlanarak, Kars ve
Çıldır Eyaleti yöresine gelip yerleşen, Terekeme Türkmenleri’nin başından geçen
olayları konu ediniyor.
Yöreye gelip yerleşen Terekeme Türkmen Oymakları’nın,
çilesi yerleştirildikleri yerlerde de bitmiyordu. O dönem Osmanlı Türkiyesi’nin
başını kara bulutlar sarmıştı. Çoğu yerleşim yerlerinde halk sürgün ve perişandı.
Eli silah tutan erkeklerin hemen hemen tamamı, birden fazla cephede yapılan savaşlarda vatanlarını
savunmak üzere cepheye gitmişti. Yörede silahsız ve korumasız kalan yaşlılar,
çoluk çocuk ve kadınlar ise savunmasız ve çaresiz kalmışlardı. Bunu fırsat
bilen Ermeni çeteleri düşman güçlerinin de kışkırtması ile yörede yaşayan yerli
halka rahat vermez ve her gün bir ilçeyi köyü basarak, baştan aşağı yakar,
yıkar ve halkına olmadık işkencelerle, gazap ederlerdi.
Savaşların Kadını Romanı da Ermeni çetelerinin zulmüne
uğrayan ve uğramamak için yurtlarını bırakarak dağlara ve ormanlık bölgelere
kaçan köylülerin çektiği çile, işkence ve yaşanan zorlamalar ve gerçeğin
dramıdır.
Bu romanda, Türk halkının Rus, Fransız, Yunan ve kimi
yerde de Rum, Ermeni gibi yerli işbirlikçilerle Birleşen Ermeni çetelerinin
Türkler’e yaptıkları zulmü anlatıyor. Romanda Gayri Müslüm çetelerin zulmünden,
kendilerini ve çocuklarını korumak için, yurt ve yuvalarından gizlice kaçarak,
uğradıkları yerlerdeki mekanlarda yaşadıkları korku, açlık, susuzluk, vahşi
hayvanların varlığındaki tedirginlik, çaresizlik ve içine düşürüldükleri
zorluklar ele alınıyor.
Romanda, köylerinde katliam yapacağını haber alan
köylü hanımların tamamına yakını, yaşlıları, çocukları ve işe yarayacak ne varsa
yanlarına alarak ormanlık bölgelere kaçar, ormanın derinliklerine saklanırlar.
Orman içinde saklanan diğer aşiret ve köylülerle, aynı gizlilik içerisinde dağ
ve ormanlık bölgelerde faaliyet gösteren Türk Milis Güçleri’nin korumasına
sığınırlar.
ROMANIN
KAHRAMANLARI:
1) Ali: Roman kahramanlarından Melek Hanımın, Kurtuluş Savaşı
yıllarında cepheye giden kocası.
2) Melek: Ali’nin hanımı.
3) Hür Kız: Melek ve Ali’nin kızları
4) Karabaş: Ailenin köpeği
Tali
Karakterler:
1) Zilli: Karabaşın sevgilisi köpek.
2) Temel
Teğmen: Milis Kuvvetlerinde Teğmen
rütbesinde görev yapan Karadenizli bir genç.
3) Piyo
Namaz: Milis Kuvvetleri komutanı
4) Leylâ: Temel Teğmen’in nişanlısı
5) Âşık
Balabey: Hür Kız’ın öz amcası,
babasının küçük kardeşi. Göle tarafındaki cephede savaşa katılıyor.
OLAYLAR:
Kurtuluş Savaşı yıllarında Ermeni Çetelerinin
baskınlarından ve zulmünden iki küçük kızını ve henüz kundaktaki oğlunu
koruyabilmek için köyünden kaçarak ormana gizlenen genç hanımın, karşılaştığı
zorluklar; ve içine düşürüldüğü psikolojik sarsıntılarla tabiata karşı verdiği
mücadelesi.
Annenin küçük çocuklarını Ermeni Çetelerinin
vahşetinden, yabani hayvanlardan ve açlıktan koruyabilmek için verdiği
mücadele.
Köpeklerin sadakati, örf âdet ve geleneklerin yaşatılması,
olmayan öğünlerin bile, birlikte olduğu hayvanlarla paylaşılma konusunda
çocuklarına anlattıkları ile verdiği öğüt ve eğitimler.
Köpeğin, kuşun ve Hür Kız’ın hayvanlarla olan
muhabbeti ve onların vahşi tabiata kaşı verdiği mücadele.
Savaş içinde bulunulan durumda terk edilen güvenli bir
köye yerleşme,
Bu köyde başlanılan yeni hayat, Hür Kız’ın büyüyüp
serpilmesi ve on yedi yaşında başından bir evlilik geçmiş genç ile
evlendirilmesi ve gerdek gecesinin hikâyesi.
Düğün günü için yapılan hazırlıklar: At, Gerdek, Toy,
Şölen hakkında verilen bilgiler ve yaşatılan değerlerimiz, kanunlardan da
keskin yargılarımızla, onları yaşatmak, varlığımızı devam ettirmek için verilen
mücadele,
Türk tarihinde kadınların saygıdeğerliği,
Türklerde tarihten günümüze kadar gelen, kadın
haklarının nasıl kullanıldığı ve bu hakların din değişmeleri, sosyalleşme,
çeşitli değişimlerle sosyal farklılaşmalar sebebiyle kadınlar açısından
yitirilen değerler ve sosyal hakların kullanışının sergileniyor olması.
Bütün bu çetin, zor ve mücadele dolu hayata rağmen,
Türk kadınlarının dayanıklılığı, yaşamak ve gelecek kuşakları örf, âdet ve
gelenekler içerisinde yaşatmak için verilen mücadele azim, kararlılık ve
gönüllerde taşınan ülkü, olayları oluşturmaktadır.
RUH
TAHLİLLERİ:
“Gün ışığında Ermeni çetelerinin etrafta kol gezdiğini
çalılar arasından gören Melek Anne, yerinden kıpırdamadı. İki gün boyunca,
çalıların dibinden hiç ayrılmadı. Karabaş’ın da çıkmasına müsaade etmedi.
Kundaktaki çocuğunun ağlama sesi duyulmasın diye çocuğunun ağzını eliyle
kapatarak engel olmaya çalıştı. İki gün boyunca annesi kucağındaki erkek
kardeşiyle uğraşırken, Hür Kız da iki yaşındaki kız kardeşine eşlik
ediyordu. (DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 36)”
“Hem ağlıyor hem de ağıt yakıyordu: Dört beş ay önce
(Nisan 1918), Kars’ın Galo Köyünde, Ermeni katliamı sonucunda Âşık Kahraman’ın
yazdığı dillere pelesenk olan destan aklına gelmişti. Ermeni katliamını bütün
çıplaklığı ile anlatan ve tüyler ürperten bu ağıtı hem söyledi hem de dakikalarca
ağladı:
Hey ağalar nasıl diyem derdimi!?.
Bu zulumun sonu arşa dayandı.
Ermeni İslâm’ı gırdı taladı,
Mazlumun amanı arşa dayandı.
Galo’nun Köyü’nü bastı cenk açtı,
Mitralyoz, tüfenkle od ateş saçtı,
Ana evlâdıyla dağlara kaçtı,
Sebinin figanı arşa dayandı.
Mevlâ’nın takdiri erişti başa,
Sahip çıkamadı gardaş gardaşa,
Üç yüz atmış canı attı ataşa
Yanan cani dumanı arşa dayandı.
Bir cenaze gördüm kan olmuş yüzü,
Portlamış kenara sıçramış gözü,
Üç yüz altmış canın sönmemiş közü
Yanan can dumanı arşa dayandı.
Bir yiğit vurmuşlar parmaklar gamış,
Giderken düşmanlar yolunu kesmiş
Ermeniler tike tike doğramış
Hançer, kılşıç kanı arşa dayandı.
Bir gelini gördüm ayağa kalkmış,
Sandım ki canlıdır gözüme bakmış,
Ermeni çiviynen direğe çakmış,
Mısmar çivi ünü arşa dayandı.
Bir hamile kadın davranmış kaça,
Ermeni eylemiş hep parça parça,
Kılıç ile vurmuş
bölünmüş kalça,
Akan kızıl kanı arşa dayandı.
Çocuğu karnından çıkarmış bakar,
Can teslim etmeden süngüye takar,
Bebeğin figanı dağ taşı yıkar,
Dağın taşın şanı arşa dayandı.
Tanrı Ermeni’ye vermiş fırsatı,
Katliamlar yapıp kırar milleti,,
Ruz i kıyamete kaldı müddeti,
İntikamın günü arşa dayandı.
KAHRAMAN, kan ağlar bir serin duman,
Çatan bu zaman ki ol ahir zaman,
İslâm’a yâr olsun ahrete iman,
Kafirin isyanı arşa dayandı.
(DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 79-80)”
PSİKOLOJİK,
ÇEVRE TAHLİL ve TASVİRLERİ:
Romanda
çevre tasviri ve canlılık adeta karşımızda tuvale çizilmiş bir tablo gibi
durmaktadır.
“Piyo Namaz,
temin ettiği bir öküz arabasına bindirdiği ailesiyle birlikte, Leylâ’nın ve Hür
Kız’ın ailesini düşman tehlikesi az olan bir köye yerleştirmek üzere yola
çıkardı. Onlarla birlikte gelmek isteyen çadır kentteki birçok aile, kader
birliği yaparak sonu meçhûl olan yolculuğa koyuldular.
Piyo Namaz’ın kendisi ve komutasındaki Milis Güçleri,
yollarda Ermeni çeteleri ile günlerce savaşarak, o köy senin bu yayla benim
derken, buldukları boş bir köyde durmaya karar verdiler. Durdukları köy, Kars’a
bağlı Selim Kazası’nın Yenice köyüydü.
“DÜNDAR, Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 123)”
“Kars Kalesi, mağrur duruşuyla şehrin içindeki bahçeyi
ve Kars’ı sanki kanatlarının altına
almış gibiydi. Tarihi eserlerin ve manzaranın seyrine doymak mümkün değildi.
Müzik bile vardı. Köşedeki çay ocağının kurma kollu gramofonundan taş plağın
sesi yükseliyordu. “DÜNDAR, Songül,
“SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Son Beşik’ s. 143)”
“Küçük kızı
kardeşini kıskanmıştı. Yüzünü buruşturarak bana söylemedin ki dedi. Bunun üzerine annesi de ona uyuması için şu laylayı
söyledi:
“Layla dedim günde men,
Kölkede men künde men,
İlde gurvan bir olur
Sane gurvan günde men.
Layla beşiğim layla,
Öğüm eşiğim layla,
Senin yattığın yere,
Güller döşeyim layla.
Layla balam ay layla
Gözel balam ay layla
Layla balam ay layla
Kızım balam ay layla
(DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 46-47)”
“Her bölgede Türk Milis Kuvvetleri vardı. Kars,
Ardahan, Çıldır ve Göle bölgesinde Türk Milis Gücü olarak “Güney Batı Kafkas Cumhuriyeti Millî
Şurası” bulunuyordu. Türk köylerini ve
köyden kaçanları Ermeni baskınlarından korumak için Göle ormanlarında da Millî
Şuraya ait kuvvetler olduğunu herkese anlatıyordu. Melek anne bunu köyden
çıkmadan birkaç gün önce öğrenmişti. “Allah yardım etse de onlara rastlasam”
diye içinden geçirdi. İyi düşünmek ve doğru karar verebilmek için, o gün,
yerinde kalmaya karar verdi.” (DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 57)”
KİTAP
HAKKINDA:
Savaşların Kadını Romanı, üç bölümde ele alınıyor:
“Kınalı Gerdek,
Son Beşik,
Ana Yüreği”
Kitap, Türk halkının yaşama biçimi, örf, âdet,
gelenekler, bu değer yargıları, inanç içinde, hayatı anlama ve anlamlandırma;
ve hayata bakış açıları ele alınıyor. Bu
değerlendirme içinde insanımızın hayvanlara olan sevgisi, hayvanların insanlara
olan sadakati, insanımızın, tabiata
bakışındaki yüce değerler, insanî ölçüleri de sergileniyor. Bu anlayış
ve bakış açısı içerisinde akrabalar arasındaki sadakat, bağlılık, yardımlaşma,
komşuluk ilişkileri, gibi konulara da açıklık getirilerek, örnek davranışlar
sergileniyor.
Kitap sadece bir roman değil, okuyucu üzerinde pedagojik formasyonu gerçekleştiren etnografik değerleri de ele alan bir
üniversite kürsüsü gibidir. Bu roman edebiyatımızın tarihine, etimolojisine,
filolojisine, katkılar sağlayan bir edebiyat
literatürüdü ve edebiyat
tarihidir.
Romanla düğünlerimiz, toylarımız, şölenlerimiz ile
Türk milletinin tabiata, bitkilere ve hayvanlara olan sevgi, anlayış, duyuş,
düşünüşündeki özellik ve güzelliklerin sergilenişi. Özellikle haşır neşir oldukları at, köpek, kedi,
kuşlar, ağaç sevgisi, orman, ormanlık bölgenin yabani hayvanlarına olan
tavırları ve anlayışları edebiyat
tarihine ve insanlık tarihine
kaynaklık edecek, bir belgesel niteliğindedir.
Roman,Türk Edebiyatının önemli bir kaynağını teşkil
etmektedir.
“SAVAŞLARIN KADINI”, ROMANINDA VURGULANANLAR
Töreyi
yansıtan, eğitici, öğretici, genç nesillerle geleceğimizi oluşturacak genç
kuşağımıza ufuk açıcı etnografik özellikleri içinde barındıran, paragraflardan
seçilmiş örnek parçalar:
“Gerdek çadırına “Otağ”
denir. Düğün bitip, herkes dağılmadıkça otağın kapısı asla açılmaz.
Günümüzde de otağın açarı (anahtarı) yalnız gelin yengesinin belindeki gümüş
kemerde, takılı olur. Gelinin otağa girmeden yüzünün duvağı ile tebrikleri
kabul etmesi için, otağın dışında ayrıca bir gerdek köşesi kurulur. (DÜNDAR, Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”,
‘Kınalı gerdek’ s. 9)”
“Ana kutsaldır. Ana üretkendir. Ana ailenin verimli
toprağıdır. Gelin, aile toprağının en tazesi ve en bereketlisidir. Onun içindir ki; gelin kıymetlidir.
Geleneğimizde gerdek hazırlığı, geline verilen değerin bir ölçüsüdür. Gerdek
gelinin ağırlama yeridir. Tebrikleri
kabul ettiği ve kutsandığı özel makamıdır. Gerdek murattır. Diyen Toy Anası, genç
kızlara dönerek şöyle diyordu:
“Gerdekte kullanılan her şeyin bir anlamı vardır.
Örneğin tavanda sarkan tülün kınalı olmasının
bile özel bir anlamı vardır. Tüldeki kınadan ötürü bu tür gerdeklere
“Kınalı Gerdek” adı verilir. Gerdek hiç
kimsenin bir şey sormasına fırsat vermeden her şeyi anlatan bir tablo gibidir. (DÜNDAR, Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”,
‘Kınalı Gerdek’ s. 10)”
“Müjde yastığı gelenektir. Gelin arabasının gelmek
üzere olduğunu haber vermek amacıyla, kullanılan bir simgedir.
Kız yengesi tarafından hazırlanır. Gelin baba evinden çıkar çıkmaz,
müjde yastığını alıp yola koyulan kişi, küçük boyuttaki bu yastığı damat evine
getirdiğinde, gelinin yaklaştığı anlaşılır. Böylece gelini karşılamak için
damat evinde son hazırlıklar yapılır. (DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı gerdek’ s. 13)”
“Bütün hayvanlar, Tanrı’nın insana verdiği çok büyük
nimettir; ama atın yeri bir başkadır. At, Allah’ın insana bahşettiği en asîl
hayvandır. Atın biz Türkler için apayrı bir değeri vardır. Atı Türkler
evcilleştirmişlerdir. Türkler için at, mukaddes ve vazgeçilmez bir hayvandır.
Türkler tarih sahnesinde at üzerinde bir ulus olarak tanınmışlardır. Türkler
tarihi atlarla yazmışlardır. Türklerin hayatları atlarına bağlıdır. At ile Orta
Asya’da tanınmışlardır. YİĞİTLER
KAHRAMANLIKLARINI ATI ile BERABER ALIRDI. Türk prenslerinin ve
kahramanlarının atları, hayatlarında günlük refakatçileri olarak yer alırdı.
Oğuz destanlarında kahramanların at ile olan kardeşliğinden bahsedilmiştir. (DÜNDAR, Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”,
‘Kınalı Gerdek’ s. 18)”
“Genç Osman atı öldüğünde sarayın önüne mezar
yaptırmıştır. Türkler ata ne kadar önem vermişlerse, atlar da Türkler’e o kadar
sadık kalmıştır. Oğuz Beyi Bamsı Beğrek
on altı yıl kaldığı zindandan çıktığında
atının onu hâlâ bıraktı yerde beklediğine hayretler içinde tanık olmuştur. At o kadar
değerlidir ki Orta Asya’daki Türkler’in
tek içkisi kısrak sütünden yapılan Kımızdır. At ozanlara da ilham kaynağı
olmuştur. Köroğlu’nun atının denizden çıktığına inanılırdı. At Türkler için çok
değerlidir. Türkler çok değer verdikleri kimselere at hediye ederler.” (DÜNDAR, Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”,
‘Kınalı Gerdek’ s. 19)”
Tandır: Yere çukur kazılarak yapılır. Yapımında kırmızı
toprak, balçık veya çorak toprakla samanın karışımından oluşur. Kuyunun derinliği
beş karış yaklaşık 60-70cm. genişliği 80- 100cm. arasında olur. Ağzı kesik huni
şeklindedir.
Lögün tandır çamurun sıva kısmında olanından yapılır.
Tandırın içi löğün ile sıvandıktan sonra yassı bir taşla hafif çizecek şekilde
tesviye edilir. Löğün ne kadar özenle yapılırsa tandır o kadar verimli olur.
Ekmek, lavaş, kete, gılik, peksiment gibi bir çok
şeyler pişirilir. “DÜNDAR, Songül,
“SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 97-98)”
“Kadını güzel yapan şey ne saçı ne vücudu ne de kaşı
gözüdür. Kadını asıl güzel yapan sevgisini paylaşabilmesi, fedakârlığı,
karşılık beklemeden verdiği emeği, sınırsız sorumluluğu toplumsal duyarlılığı,
barışçıl olması, engin anlayışı, sadakati, kalbini de katarak kullandığı aklı
ve ana olma özelliğidir. “DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Ana Yüreği’ s. 193)”
“İslâmiyet Öncesi Türk Kadını: Yaratılış Destanında:
Yaratana ilham veren “Ak Ana “ adında bir kadındı.
Eski Türk Destanlarında “Hatun ve Han” Gök ve yerin
evlâdıdır. Kadının yeri yedinci kat göktür. Yani en üst makamdır.
Oğuz Kağan Ata’nın iki eşinden biri Kutsal bir
ağaçtan, diğeri de gökten inen mavi bir ışıktan doğduğuna inanılır.
Eski Türk Destanlarında kadın erkeğin her daim
yanındadır. Kadın erkeğin güç ve ilham kaynağıdır.
Bilge Kağan Kitabesinde: “Sizler Anam Hatun, büyük
annelerim, hala ve teyzelerim, prenseslerim…” sözleriyle başlar.
Arap Gezgin İbn
i Batuda şöyle der: “Burada tuhaf
bir şeye şahit oldum ki, o da Türkler’in kadınlarına gösterdiği hürmettir.
Burada kadınların kıymet ve derecesi erkeklerinden daha üstündür.
Kağan fermanları yalnız: Kağan Buyuruyor ki …” diye
başlıyorsa kabul olmazdı.
Yabancı devletlerin elçilerinin kabulünde Hatun ve
hakan birlikte otururlardı.
Tören ve toylarda hatun hakanın solunda oturur, siyasî
ve idarî görüşlerini beyan ederdi.
Çin ile yapılan Antlaşmayı Mete Han’ın Hatunu
imzalamıştır.
Secere i Terakkime de Oğuz ilinde yedi Kız’ın uzun
yıllar Beylik yaptığı anlatılmaktadır.

İslâmiyet Öncesinde Türklerde kadın, miras hakkına
sahipti. Kadına ait mülkiyeti kadın istediği gibi tasarruf edebilirdi.
İslâmiyet öncesinde Türkler’de koca kadını
boşayabildiği gibi, kadın da kocayı boşama hakkına sahipti.
İslâm ahlâkında ise kadın ve erkek eşittir. Allah
katında erkek ve kadının birbirlerine üstünlüğü yoktur. Tek üstünlük
inançtadır… “DÜNDAR, Songül, “SAVAŞLARIN
KADINI”, ‘Ana Yüreği s. 195)”
“SAVAŞLARIN KADINI”, ROMANINDA TEKNİK YAPI
Türk
Edebiyatında Hikâye ve Romancılık
Avrupaî tarzın ilk
HİKÂYE ve ROMANCILARI Ahmet
Mithat Efendi, Emin Nihat Bey, Şemseddin Sami Bey’dir.
Ahmet Mithat Efendi neşirlerinde 1870 yılında KISSADAN
HİSSE, LETAİF i RİVÂYET’in ilk beş bölümü ile başlar. 1873’te başlayıp, 1875’te biten Emin Nihat Bey’in MÜSAMERETNAME’si ikinci teşebbüstür.
1875’te ŞEMSETTİN SAMİ’nin TAAŞŞUK i
TALAT ü FİTNAT’ıdır.
Modern hikâyenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise
Halit Ziya UŞAKLIGİL ve Haldun Taner’dir.
Türk hikâyeciliği, ilk olarak İlk Çağlarda (MÖ 2000li yıllar), Orta Asya’da
Kusutsaydam denilen bölgede Orhun ve Selenga ırmaklarının suladığı alanda
Binbuda Kütüpanesi’nde bulunan Uygurca, Samoyetçe, Sankritçe olarak en eski
metalik kılişe harflerle matbaa baskılı olarak basılan kitaplar, hikâyeleridir.
( Kaynanam Kara Papam Kara, İkiz Kardeş Hikâyeleri) Bunlar Anadolu’da masala ve
tarihî eserlere girmiştir. Bunlar da:
Oğuznâmelerimiz,
Dedekorkut Hikâyelerimizdir.
Sonraki yüzyıllarda ise bunu:
Leylâ ile Mecnûn,
Ferhat ile Şirin,
Yusuf ile Züleyha,
Arzu ile Kamber, …vb hikâyelerdir. Bunlar Türk halkı
üzerinde PEDEGOJİK bir formasyonu da yerine getirmiştir. Hoşa giden, eğlendirici anlatımlar olarak gelişen
hikâyeye, bu anlamıyla Homeros
destanlarının ve Heredot tarihinin anlatımlarında da rastlanır.
Ortaçağ ’da özellikle Hindistan’da “Bin bir Gece Masalları” ile sağlam bir
hikâye anlatım geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapça’dan yapılan
çevirilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan
hikâyeleri, masal, efsane, rivayet
anlatımlarından ayıramıyoruz.
Aynı yüzyılda,
Tanzimat’ın ilanını takiben Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern
hikâyeden önce Türk Edebiyatının yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği
vardır.
Bir kısmı günümüzde de yaşayan halk hikâyeleri, meddah
hikâyeleri, halk masalları bu geleneğin tanıklarıdır. XIV. ve XV. yüzyıllarda
yazıya geçirildiği sanılan Dede Korkut Hikâyeleri, çağdaş hikâye tekniğine
yakın kurgusu ve planıyla Türk edebiyatının bir kısım anlatımlarda Batı’dan
ileride olduğunu gösteren eserlerdir. Hikâye kelimesi ilk olarak Tanzimat’ta
“roman” karşılığında kullanıldı. Bugünkü anlamda hikâyelere ise “küçük hikâye” denildi.
Haldun Taner;
“Hikâyeyi romanın kısası, romanı
hikâyenin uzunu sanmak bence yanlıştır; hem “hikâye”nin hem de “roman”ın ayrı
özellikleri vardır. Tekniği başka işleyişi başka üslubu başka iklimi başka….” diyor.
Songül DÜNDAR’ın hikâyeleri ve romanında geçen olay,
olaylar gerçek hayatın birçok karelerinden ibarettir. DÜNDAR romanın konusunu
iyi seçmiştir. Kurguları, olayları, tahlilleri, ruhsal durumları, çevre ve
çevre tasvirlerini yerinde ve zamanında kullanabilmiştir.
ANLATICILAR
TİPİ (TİPOLOJİSİ, KARAKTERİ)
1.Anlatıcı
Tipi (Karakteri)
Anlatıcı eser ile karşılaşıldığında ilk tanışılan karakter
eseri, nakledendir. Burada söylenilen hususun sadece kurgulu metinleri
kapsamadığı açıktır. Kurgu metinlerin sistemli incelenmesi yapıldığında da
anlatıcı veya anlatım vasıtası olarak adlandırılan lengüistik figürün, büyük
bir önem ihtiva ettiğini söylemek mümkündür.
Roman sanatının temeli, bakış açısına göre, onun
problemi üzerinde yükselir. Bunu görmemezlikten gelen yazar, üzerinde durduğu
temâyı ve anlamı aktarmada yeterince başarılı olamaz. Anlatımın seviyesinin
tespitinde karşılaştığımız yapıların içerisinde, kurgu anlatılanların en temel
unsuru olan anlatıcı, anlatıcıları hem dış anlatıcı hem de iç anlatıcı olarak
görebiliriz. Bunların her ikisi de anlattıkları metin içerisinde, pozisyonlara
göre iki başlık altında toplanırlar:
Şayet bir anlatıcı, anlattığı romanın katılımcılarından biri ise, “benzer anlatıcı” dır. Anlatıcı
anlattığı roman ve hikâyenin dışında kalan, katılımcılarından biri olmadığı bir
konumda ise, o taktirde “benzer olmayan
anlatıcı” olarak isimlendirilir.
Micke Bal’in Adlandırmasıyla:
A: Dış Anlatıcı (Sınırsız)
B: Karakter Anlatıcı (Sınırlı).
Benzer ayrımla da:
a) Ben
Anlatıcılar
b) Üçüncü
Kişi Anlatıcılar olarak tespit etmem
mümkündür.
Bu bilgiler ışığında romana yaklaştığımızda anlatıcı,
bu kurgu dünyasının varlıklarından biridir. Romanda anlatıcı tipi, üçüncü
kişidir. Anlatıcı, yaşananları duyuyor,
olayları dinliyor; ve başkasının ağzından üçüncü şahıs olarak aktarıyor.
Anlatımlarda, öğrenilen geçmiş zamanLI
(Mişli Geçmiş Zaman) bir yaklaşım vardır. Kimi zaman GÖRÜLEN GEÇMİŞ ZAMANLI
(Dili Geçmiş Zaman) bir anlatım da göze çarpar.
Metin aktarımında, zamanların belirlenmesi, anlatıcı
tipinin tespiti için önemli bir ipucudur. Bu romanda anlatıcı, “öğrenilen geçmiş zaman” üçüncü
şahıstır. Romanda anlatıcı tipini ele veren önemli ipuçlarından biri de,
anlatıcının roman kahramanını gözlemleyip, konuşmaların kaçıncı şahıslarla
ilgili olduğuna bakıp, onların söylediklerini, yaşadıklarını, hal ve
hareketlerini konuşmalarının özelliklerin çıkarabilmesidir.
Songül DÜNDAR üçüncü şahıs anlatımcısıdır:
“Melek Ana, kızının gelin duvağını okşayıp öptü.
Sevinçle üzüntü karışımı gözyaşı döktü. Gözyaşlarını sildi ve bizzat yaşayarak
öğrettiği hayat hakkında tavsiyelerde bulundu:
“Kızım mücadeleci ol. Ağlasan da gözyaşını silmesini
bil. Yoksa sütümü helâl etmem.
Sana güveniyorum ve başarılı olacağına inanıyorum. Dilerim
mutlu olursun.” … Ben düşman boyun eğmeden, seni “Hür Kız” olarak yetiştirdim. Şimdi “Hür Kız “olarak
uğurluyorum. Bundan sonra da “Hür Ana” olarak görmek istiyorum” dedi.
“DÜNDAR, Songül,
“SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı Gerdek’ s. 128)”
“Kınalı Gerdeğin simgelediği kınalı tülbendi aradı.
Hırsla çekip aşağı indirdi. Yumruklarını sıkarak : ( FELEK NEYİN VARSA AL DA
GEL!..) DİYEREK FELEĞE MEYDAN OKUDU. Aha, düğümler tanık olsun diyerek her bir
düğüme bir anlam yükleyerek:
Bu hayatı
olduğu gibi ve tüm gerçekleriyle kabul ettiğim için;
Bu pes
etmeyeceğim ve mücadeleden vazgeçmeyeceğim için;
Bu sabırlı
ve azimli olmaya and içtiğim için;
Bu kendime
güvenim için;
Bu mutluluk
ve başarıda kararlılığım için;
Bu, iffetim
ve namusum ve kadınlık değerlerim için;
Bu “Hür Ana”
olmaya and içtiğim için;
El mi yaman bey mi yaman görsünler.” dedi.
“DÜNDAR,
Songül, “SAVAŞLARIN KADINI”, ‘Kınalı gerdek’ s.134)”
Kişiye dayalı anlatımlarda anlatıcı, karakterin
fizyolojik özelliklerini, genç yaşlı dış görünüş ile ilgili giyim ve kuşamına
önem vermesi, eğilimleri, duruşu, bakışı, insan üzerinde bıraktığı izlenimler
ve ismi verilmelidir. Bunlar anlatıcıya aktarılan önemli unsurlardır.
Yazar, yani
anlatıcı, roman katılımcılarından biri olarak;
a) Karakteri fizyolojik bakımından tanıtması,
b) Kahramanın ismi ve ailesi hakkında az çok bilgi
vermesi,
c) Aktörün, öğrenmeye yani bilgi edinmeye açık
olmasını söylemesi gibi unsurlar anlatıcının tipini veren önemli ipuçlarıdır.
Anlatıcı roman kahramanının içsel duygularını anlatmak
için, onun iç dünyasına inmiş, gizli duygu ve düşünceleri anlatma yoluna gitmiştir.
Bu açıdan anlatıcı:
1- Doğrudan (bağımsız, dolaysız) konuşma aktarımını,
2-Olay örgüsünde, karakter, tasvir vb. hususlarda, “otoriter bir anlatışı” seçmemesi vb.
durumlarda anlatıcı tipi “üçüncü şahıs” dır.
Birinci
(Ben) Kişi Anlatımcısı:
Anlatım Seviyesi
Roman, anlatım seviyesi bakımından değişik bir
konumlamadadır. Bu konumlama; anlatıcının kurgu metnin bir katılımcısı olması,
dolaysız konuşma tekniğinin ön planda olması ve müdahale sınırının sıfır
düzeyinde olması gibi unsurların niteliklerinden anlamak mümkündür.
Roman:
A) Temel Metin
B) Alt Anlatımlar (Metinler)
Temel metin, çerçeve metin, anlatıcının metnidir.
Anlatıcı, roman kahramanı değildir. Olay örgüsünü, kurgu metni nakleden dinleyen
kişidir. Bu durum, anlatıcının konum ve bakış açısını mekan, zaman, ritmik
oluşumların yapısında değişmelere, yapısal nitelikler kazanmasına, zengin
kurgusal yapının veya tersi durumun ortaya çıkmasına ve bunların
belirginleşmesine sebep olmaktadır.
Olayın anlatıcısı üçüncü şahsın, aktörün yaşamı,
fiziksel yapısı, duygu dünyası (aşk dünyası), gelecek tasarımını kurgusal ve
ritmik yaklaşımlarla anlatmıştır. Temel metnin anlatıcısı olan anlatıcı, anlatım
zamanlarında kimi yerde sıçramalar yapmıştır. Yer (mekan) tasvirlerinde ise
başarılı değildir. Olayın geçtiği yer (köy, orman, doğa), anlatıcının
projektörüne yansımıştır. Tasvirler genellikle, doğa ve insan üzerinde yoğunlaşmıştır.
Bağımsız
(Dolaysız konuşma) aktarımı ile anlatıcı, direk aradan çekilerek aktör ile
alıcı aktarıcının varlığına hiç ihtiyaç duymadan, iletişim kurarlar.
Diyaloglarda anlatıcı, muhatap konumundadır; ancak müdahil; veya dolaylı bir
aktarıcı konumunda değildir. Diyaloglarda belirginleşen en önemli noktalardan
biri de anlatıcının “anlatıcı” konumundan çıkarak “kişi” seslenmesidir:
SANATÇININ
ESERLERİ:
1) 2008, Mart, DÜNDAR, Songül, “ŞOFÖR AGA” (Hikâyeler), ISBN: 975-605-0068-00-9, Kitap Matbaası, Babıali
Ca.No:14, Cağaloğlu/İstanbul, Tel: 0212 528 33 14 – 0212 527 79 82, Cinius
Yayınları, Çağdaş Türk Yazarları. 224 s.
2) 2009, DÜNDAR, Songül, “ŞAVAŞLARIN KADINI ” (Roman),
ISBN: 978-605-4177-36-3, Kitap Matbaası, Cinius Yayınları, Çağdaş Türk Yazarları.
24O s.
3) 2013, DÜNDAR, Songül, “CEZO GARDAŞ”, Cinius Yayınları, Çağdaş Türk Yazarları. 224 s.
4) 2016, DÜNDAR, Songül, “DAMLADAN DERYAYA” (Araştırma İnceleme) Kültür
Ajanas Yayınları: 9786056628505 s.271
FAYDALANILAN
KAYNAKLAR
1) 2008, Mart, DÜNDAR, Songül, “Şoför AĞA”
(Hikâyeler), ISBN: 975-605-0068-00-9, Kitap Matbaası, Cinius Yayınları, Çağdaş
Türk Yazarları. 224 s.
2) 2007, DÜNDAR, Songül, “ŞAVAŞLARIN KADINI ” (Hikâyeler), ISBN: 975-605-0068-00-9, Kitap
Matbaası, Cinius Yayınları, Çağdaş Türk Yazarları. 24O s.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder