9 Ekim 2016 Pazar

Ali Rıza NAVRUZ'UN "ÖKSÜZ UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA" ADLI KİTABI Abdullah Çağrı ELGÜN

   Ali Rıza NAVRUZ'UN   "ÖKSÜZ  UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA" ADLI KİTABI

          Abdullah Çağrı ELGÜN 

Ali Rıza NAVRUZ tarafından yazılan bu kitap, GEÇİT YAYINEVİ(Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ'de  yayımlanmıştır. Şairin doksanaltı sayfadan oluşan kitabı iki bölümde düzenleniyor: "Sebû","Çatal Kapı" Sebû: Farsça bir isim olup, şarap kabı anlamına gelmektedir. Şairin bu ismi özellikle ve bilerek seçtiği  kanaati daha ağır basıyor.
Klasizmi, nostaljiyi seven  şair, diğer şiirlerinde de Farsça, Fransızca, İngilizce, Arapça, Rusça ve hatta Yunanca bir çok kadın ismini ve kelimelerini  şiirlerinde sergilemeyi, hüner sayarak, yadırgamıyor: "Sebû, Gülmira, Gestapo, Suzanna, El-Nino, Olimpos, akrostiş, Manço, Don Kişot, yes, no, very good, bed; visâl, melâl, mücrim, lâ ilâhe, ve hasbünallâhi veliğ vel vekil, zehr-ı hicran, lâdes, jezabel, şah-suvar, ispinoz, azrâ , meâlen, hâşâ, münhasır"
Bu durum, Servet-ı Fünûn Edebiyatı döneminin  cılız, yapmacıklı, içedönük, melankolik, hayattan kaçış, tabiata ve sessizliğe sığınma; hayatı ve yaşamayı iğrenç sayarak, hayattan kopma, toplumu kötü ve iğrenç görme, aşka sığınma özlemlerinde görülüyor… Bu dönem yazarları, Türk Dili'ni  Tanzimat Edebiyatı yazarlarından daha geri bir anlayışla zorlaştırıp, işleyip bozarak Fransızca'nın emrine veren ve Millî Edebiyatçılar tarafından da memleketi ve milleti yansıtmadığı için bir yozlaşma hareketi olarak  kabul edilip, itham edilen şairlerdir.
Ali Rıza NAVRUZ'un şiirleri, özellikle de son şiirleri bana Servet-i Fünûn Dönemi'nin  romantik  şiirlerini hatırlatıyor:
Tevfik Fikret'in:
"Küçük, mutharit, muhteriz darbeler,
Kafeslerde, camlarda, pür-ihtizâz"
"Sürür bir kadın bir ridâ-yı siyah
Saçaklarda kuşlar-hazindir bu pek-
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek,
Öter gûş-ı ruhumda boş bir enin"
   
Sayın Navruz'un kitaba adını verdiği birinci bölüm şiirlerinde de:
  "… Ve, oysa şu yalnızlığımızı;
  belkisiz sevdâların bitimsiz hançerleriyle
  boğazlayabilirdik.Ondördüncü bir
gecede saçlarından süzülen morötesi
ışınlar, ıslanan umutlarımızı sererdi bir
gülücüğün dalına.Belki şu iki yıldız
arasındaki bu amansız saklanbaç oyunu
da biterdi o zamanlar.
  Hatta- belki de- bilmem ne
burnunda martıların çalacağı  melodiler
eşliğinde şarkılar söyler/
şiirler ağlatırdık.

  Ama olmadı ey Sebû! Olmadı da,
İşte bu yüzden dün gece;
  "Öksüz
uykular  bıraktım
              yatağıma…"

"…Yine kûşâde talihim/
hep bahtıma uydu."
Bu biçim, bu tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri şiirleştiren  bir tarzdır ki şiir  değil, nesirdir. Nesir değilse bile farkı lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, nutuktur.   

"Keser Döner Sap Döner" şiirinde de
"Gece kördür şimdi, gündüzse sağır.
Sağır gündüz kör geceye âşiyân.
Hâl-ı melâlimiz bu beyne ağır,
Gelse de değiliz günleri sayan." Diyen  Şair Ali Rıza NAVRUZ,bize her haliyle Edebiyat-ı Cedide Topluluğu'nu hatırlatıyor. Dilimizin bilgisayar terimleriyle allak bullak olduğu; çarşıda, pazarda, sokakta karşılaştığımız onlarca yabancı kelimeye, insan ve yer isimlerine, bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev, devvasa dükkanlara bir de şairlerin bu uyduruk dili ve eski kelimeleri diriltme gayreteriyle, şiirlerini yabancı kelimelerle örme çabaları, bu kültür erozyonuna eklenince ortada millîlik namına bir şey kalmıyor. Millet dilini ve Türkçe kelimeleri, mumla arıyorsunuz. Halbuki şair milletin, halkın susmayan sesidir.Halka halkça hitap eder.Mehmet Emin YUDAKUL'un dediği gibi:
"Şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir."

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL'de:
"Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe  yaşarsın"  Şair acı çekecek, çile çekecek, üzülecek, ölecek; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun anlayacağı sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek.Halkın gözü, halkın kulağı, halkın gönlü, halkın dili olacak ve onların söyleyemediklerini söyleyecek, haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve tatlı seslenişlerini sesini duyuracak…Halkın sesi çıkaçak ki, şairler halk diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz çocuklar gibi boynu bükük kalmayacak..
Geçmişi çağrıştıran, kötü olan eskiyi, aynen veya benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonra anlaşılmayan şair sadece kendi söyleyip yine kendisi dinler. Üstâd Mehmet Âkif'in:"Yeni yeni olduğu için değil, iyi  olursa alınmalı; eski  de eski olduğu için değil kötü olursa atılmalıdır" sözü gereğince bir çok tenkide uğramış ve hatta "millî olmamak ve memleketi yansıtmamak"la itham edilip, suçlanmış bir topluluğun devamı olmak  ve o çizgiden sapmamak, tecrübeyi, sınama yanılmayı, gelişmeyi, teknolojiyi, millet mefhumunu, halkı,  hatta kendini inkar edip, değerleri hiçe saymaktır.
Ahmet Haşim'in:
O belde…
Hangi bir kıt'a-ı muhayyelde?
Hangi bir nehr-ı dû ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veyâ mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?
Bilmem…yalnız,
Bildiğim sen ve ben ve mâi deniz"

Şair Ali Rıza NAVRUZ ise:
"Sana,
Bulutları öpme vaktinden susuyorum
                                               Gülmira!
… Bana değil,
Gestapo'ya sor Gülmira;
…Şimdi bulutları öpme vaktinden
Susuyorum sana.
Sesim ki elbette duyulmaz, Gülmira,
Zîrâ
Zamana isyanlarda
  Bir Olimposlu var karşında!…"
  Kalsizmin katı kuralları burada da hakimiyetini devam ettirerek şairi kelepçelerle bağlamış."Amir Hükmü" gücünü burada da göstermiş olamalı ki Yunanlı'nın "Olimpos Dağı" şaire ilham oluyor Olimpos'u özlüyor ve kendini "zamana isyanlarda" bir Olimposlu olarak görüyor. Peki neden  Kaf Dağlı, Tanrı Dağlı, Altaylı, Ala Dağlı, Erciyesli, Ağrılı, Nemrutlu, Cudili, değil de  Olimposlu?!. Çünkü isyanları ancak ve ancak Olimposlular oynar…Hayata karanlık gecelerden bakış, hayatın zindanlığı, hayatın çirkefliği Olimposlular'da var da ondan!.. İçindeki fırtınaları kendi dengelerini şair bildik tanıdık memleket dağlarıyla, insanlarıyla ve efsaneleriyle bağdaştıramıyor ve Olimpos'u kullanıyor.

Halit Ziya Uşaklıgil'in:
"Bundan sonra ne yapacak? Biraz evvel kardeşinin mûsibetini def'etmek çaresini ararken, bir idam hükmü soğukluğu ile inen bir kelime suya düşen bir taş parçası gibi ağır ağır, suları yararak ric'at mümkün olmayan bir sukût ile kalbinin en derin noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu: Hiç!..
Evet, hiç!..Bundan sonra hepsine vedâ etmek., bir aralık şiir baharı ile bulanan gözlerinin önünde, yükseldiğini gördüğü emel kâşânesinin artık enkazı kenarına oturup, uzun bir harman nazariyle, onun mâtemini tutmak lâzım geliyordu.
Evet, Lâmi'a ile eseri…
Karanlıkta yazıları görmeyerek yaprakları çevirdi, son sahife olacağını tahmin ettiği yaprağa kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o beş sıfırı bir rü'yet vehmi ile tekrar gördü. Lâmi'a!…Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka gecenin hâtırası geldi."

Navruz'un  şiirleri  Servet-i Fünûn  dilinin bir bakıma kopyası, yapmacık ve yabancı dillerden alınan kelimelerle adeta bir dandel örgüsü gibi sanat yapma gayret ve telâşıyla yüklü.
Bu şiirinde Ali Rıza NAVRUZ; yine bildiğimiz çelişkileri aşağıdaki  Karacoğlan, Gevherî Aşık Ömer, Erzurumlu Emrah tarzında yazdığı  şiiriyle  gösteriyor:
"Yine nazlı yardan bir mektup aldım,
Hasretin sevgilim bağra, yel diyor
Sen giderken hemen, gelirsin sandım,
Aylar yıla döndü, artık gel diyor"

Mevsim kışa döndü her taraf ayaz.
Al düştü içime, dışarım beyaz
Beni bırakıp da gittiğin o yaz,
Bir alevdi gönlüm, şimdi kor diyor."

Navruz, "Kuma" isimli şiirinde  senli benli olur. Asıl hedefini bulur. Asıl anlatmak istenilenleri bir çırpıda deyiverir; ustalık ve hünerle dedirtiverir kelimelere. Usandırmadan sıkılmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine…

"Dün şölenden geldim ki

Sen yoksun…
Bir not iliştirmişsin, küseğen yastığına.
Meâlen şöyle:
"Anlı şair(!)
Şanlı Şair(!)
Benden işte bu kadar,
Sen;
Şiirin koynuna gir…"

Şair Ali Rıza NAVRUZ sanatını, zaman zaman yakaladığı kelimelerle halk dilini kullanarak, dantel dantel ördüğü şiirlerinde  gösteriyor. Dikkate değer, sanatın estetik güzelliğini ve edebî eser olma vasfına doğru  kaydırdığı  özünü, kendini, bir arının peteği işlediği, kelebeğin bir ipek kozasını ördüğü gibi örerek halkça, Türkçe ve Türk dilinin öz be öz kelimeleriyle yazdığı bir kaç şiirinde  ortaya koyuyor. Asıl, zekâsını, dehasını, sanatını hem serbest hem de ölçülü ve kafiyeli yazdığı şiirlerinde  gösteriyor."Öksüz Uykular Bıraktım Yatağıma" şiir kitabının ikinci bölümü "Çatal Kapı" dan İşte iki örnek:
"Bugün de kar yağdı, gördün mü kızım?
Her bahar ektiğim umut üstüne.
Bozuldu akordu  çalmıyor sazım,
Eklendi acılar hasret üstüne."
"Şundan eminim ki uzun zamandır
Bu kantarın topuzunda hile var.
Bilirim ben, başım gövdemden ağır,
Yüreğimde, bir bu kadar, çile var…"
  
      KAYNAKLAR:

1)      Ali Rıza NAVRUZ,  ÖKSÜZ  UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA, GEÇİT YAYINEVİ (Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ

2)      Hacı Recep ÇALKANER, “4x4 Aslan Gayserilim”, Şafak Ofset Matbaacılık San.Tic.Ltd.Şti. Ağustos 2003,KAYSERİ
3)      Abdullah Çağrı ELGÜN,  "Türk Dili”, (Genişletilmiş İkinci Baskı) Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2001;
4)      Abdullah Çağrı ELGÜN, "Edebî Sanatlar”, (Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2000)
5)      Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları:7, İstanbul-1973, s.5-8
6)      İlhan GEÇER, Cumhuriyet Döneminde Türk Şiiri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. 785, Ankara-1987, s. 140-143
7)      Mehmet KAPLAN, Tevfik Fikret ve Şiiri, Türkiye Yayınevi, İstanbul-1946, s.149

 



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder