Ali Rıza NAVRUZ'UN "ÖKSÜZ
UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA" ADLI KİTABI
Abdullah Çağrı ELGÜN
Ali
Rıza NAVRUZ tarafından yazılan bu
kitap, GEÇİT YAYINEVİ(Basım-Yayın-Dağıtım)
Ekim 2000, KAYSERİ'de yayımlanmıştır.
Şairin doksanaltı sayfadan oluşan kitabı iki bölümde düzenleniyor: "Sebû","Çatal Kapı" Sebû:
Farsça bir isim olup, şarap kabı anlamına gelmektedir. Şairin bu ismi özellikle
ve bilerek seçtiği kanaati daha ağır
basıyor.
Klasizmi, nostaljiyi seven şair, diğer şiirlerinde de Farsça, Fransızca, İngilizce, Arapça, Rusça
ve hatta Yunanca bir çok kadın
ismini ve kelimelerini şiirlerinde
sergilemeyi, hüner sayarak, yadırgamıyor: "Sebû,
Gülmira, Gestapo, Suzanna, El-Nino, Olimpos, akrostiş, Manço, Don Kişot, yes,
no, very good, bed; visâl, melâl, mücrim, lâ ilâhe, ve hasbünallâhi veliğ vel
vekil, zehr-ı hicran, lâdes, jezabel, şah-suvar, ispinoz, azrâ , meâlen, hâşâ,
münhasır"
Bu durum, Servet-ı Fünûn Edebiyatı
döneminin cılız, yapmacıklı, içedönük,
melankolik, hayattan kaçış, tabiata ve sessizliğe sığınma; hayatı ve yaşamayı
iğrenç sayarak, hayattan kopma, toplumu kötü ve iğrenç görme, aşka sığınma
özlemlerinde görülüyor… Bu dönem yazarları, Türk Dili'ni Tanzimat Edebiyatı yazarlarından daha geri
bir anlayışla zorlaştırıp, işleyip bozarak Fransızca'nın emrine veren ve Millî
Edebiyatçılar tarafından da memleketi ve milleti yansıtmadığı için bir yozlaşma
hareketi olarak kabul edilip, itham
edilen şairlerdir.
Ali
Rıza NAVRUZ'un şiirleri, özellikle de
son şiirleri bana Servet-i Fünûn Dönemi'nin romantik
şiirlerini hatırlatıyor:
Tevfik
Fikret'in:
"Küçük, mutharit, muhteriz darbeler,
Kafeslerde, camlarda, pür-ihtizâz"
…
"Sürür bir kadın bir ridâ-yı siyah
Saçaklarda kuşlar-hazindir bu pek-
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek,
Öter gûş-ı ruhumda boş bir enin"
Sayın Navruz'un kitaba adını verdiği birinci bölüm şiirlerinde de:
"…
Ve, oysa şu yalnızlığımızı;
belkisiz
sevdâların bitimsiz hançerleriyle
boğazlayabilirdik.Ondördüncü
bir
gecede saçlarından süzülen morötesi
ışınlar, ıslanan umutlarımızı sererdi bir
gülücüğün dalına.Belki şu iki yıldız
arasındaki bu amansız saklanbaç oyunu
da biterdi o zamanlar.
Hatta-
belki de- bilmem ne
burnunda martıların çalacağı melodiler
eşliğinde şarkılar söyler/
şiirler ağlatırdık.
Ama
olmadı ey Sebû! Olmadı da,
İşte bu yüzden dün gece;
"Öksüz
uykular
bıraktım
yatağıma…"
"…Yine kûşâde talihim/
hep bahtıma uydu."
Bu biçim, bu tarz, nesri nazma
yaklaştıran, nesri şiirleştiren bir
tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir
değilse bile farkı lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, nutuktur.
"Keser
Döner Sap Döner" şiirinde de
"Gece kördür şimdi, gündüzse sağır.
Sağır gündüz kör geceye âşiyân.
Hâl-ı melâlimiz bu beyne ağır,
Gelse de değiliz günleri sayan."
Diyen Şair Ali Rıza NAVRUZ,bize her haliyle Edebiyat-ı Cedide Topluluğu'nu hatırlatıyor. Dilimizin bilgisayar
terimleriyle allak bullak olduğu; çarşıda, pazarda, sokakta karşılaştığımız
onlarca yabancı kelimeye, insan ve yer isimlerine, bedestene, bakkala, berbere,
muazzam, dev, devvasa dükkanlara bir de şairlerin bu uyduruk dili ve eski
kelimeleri diriltme gayreteriyle, şiirlerini yabancı kelimelerle örme çabaları,
bu kültür erozyonuna eklenince ortada millîlik namına bir şey kalmıyor. Millet
dilini ve Türkçe kelimeleri, mumla arıyorsunuz. Halbuki şair milletin, halkın
susmayan sesidir.Halka halkça hitap eder.Mehmet
Emin YUDAKUL'un dediği gibi:
"Şairleri
haykırmayan bir millet,
Sevenleri
toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir."
Faruk
Nafiz ÇAMLIBEL'de:
"Şair, sen üzüldükçe ve
öldükçe yaşarsın" Şair acı çekecek,
çile çekecek, üzülecek, ölecek; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun
anlayacağı sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek.Halkın gözü, halkın
kulağı, halkın gönlü, halkın dili olacak ve onların söyleyemediklerini
söyleyecek, haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve tatlı seslenişlerini
sesini duyuracak…Halkın sesi çıkaçak ki, şairler halk diliyle, halkça
haykıracak ki halk, öksüz çocuklar gibi boynu bükük kalmayacak..
Geçmişi çağrıştıran,
kötü olan eskiyi, aynen veya benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonra
anlaşılmayan şair sadece kendi söyleyip yine kendisi dinler. Üstâd
Mehmet Âkif'in:"Yeni yeni olduğu için değil, iyi olursa alınmalı; eski de eski olduğu için değil kötü olursa
atılmalıdır" sözü gereğince bir çok tenkide
uğramış ve hatta "millî olmamak ve memleketi yansıtmamak"la itham edilip, suçlanmış bir topluluğun devamı olmak ve o çizgiden sapmamak, tecrübeyi, sınama
yanılmayı, gelişmeyi, teknolojiyi, millet mefhumunu, halkı, hatta kendini inkar edip, değerleri hiçe
saymaktır.
Ahmet
Haşim'in:
O belde…
Hangi bir kıt'a-ı muhayyelde?
Hangi bir nehr-ı dû ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veyâ mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?
Bilmem…yalnız,
Bildiğim sen ve ben ve mâi deniz"
Şair
Ali Rıza NAVRUZ ise:
"Sana,
Bulutları öpme vaktinden susuyorum
Gülmira!
… Bana değil,
Gestapo'ya sor Gülmira;
…Şimdi bulutları öpme vaktinden
Susuyorum sana.
Sesim ki elbette duyulmaz, Gülmira,
Zîrâ
Zamana isyanlarda
Bir
Olimposlu var karşında!…"
Kalsizmin katı kuralları burada da
hakimiyetini devam ettirerek şairi kelepçelerle bağlamış."Amir Hükmü" gücünü burada da göstermiş olamalı ki Yunanlı'nın "Olimpos Dağı"
şaire ilham oluyor Olimpos'u özlüyor ve kendini "zamana isyanlarda" bir Olimposlu olarak görüyor. Peki neden Kaf Dağlı, Tanrı Dağlı, Altaylı, Ala Dağlı,
Erciyesli, Ağrılı, Nemrutlu, Cudili, değil de
Olimposlu?!. Çünkü isyanları ancak ve ancak Olimposlular oynar…Hayata
karanlık gecelerden bakış, hayatın zindanlığı, hayatın çirkefliği
Olimposlular'da var da ondan!.. İçindeki fırtınaları kendi dengelerini şair
bildik tanıdık memleket dağlarıyla, insanlarıyla ve efsaneleriyle
bağdaştıramıyor ve Olimpos'u
kullanıyor.
Halit
Ziya Uşaklıgil'in:
"Bundan sonra ne yapacak? Biraz
evvel kardeşinin mûsibetini
def'etmek çaresini ararken, bir idam
hükmü soğukluğu ile inen bir kelime suya düşen bir taş parçası gibi ağır
ağır, suları yararak ric'at mümkün
olmayan bir sukût ile kalbinin en
derin noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu:
Hiç!..
Evet,
hiç!..Bundan sonra hepsine vedâ etmek., bir aralık şiir baharı ile
bulanan gözlerinin önünde, yükseldiğini gördüğü emel kâşânesinin artık enkazı kenarına oturup, uzun bir harman nazariyle, onun mâtemini tutmak lâzım geliyordu.
Evet,
Lâmi'a ile eseri…
Karanlıkta yazıları görmeyerek yaprakları
çevirdi, son sahife olacağını tahmin
ettiği yaprağa kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o beş sıfırı bir rü'yet vehmi ile tekrar gördü. Lâmi'a!…Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka gecenin hâtırası
geldi."
Navruz'un
şiirleri Servet-i Fünûn dilinin bir
bakıma kopyası, yapmacık ve yabancı dillerden alınan kelimelerle adeta bir
dandel örgüsü gibi sanat yapma gayret ve telâşıyla yüklü.
Bu şiirinde Ali Rıza NAVRUZ; yine bildiğimiz çelişkileri aşağıdaki Karacoğlan, Gevherî Aşık Ömer, Erzurumlu Emrah
tarzında yazdığı şiiriyle gösteriyor:
"Yine nazlı yardan bir mektup aldım,
Hasretin sevgilim bağra, yel diyor
Sen giderken hemen, gelirsin sandım,
Aylar yıla döndü, artık gel diyor"
Mevsim kışa döndü her taraf ayaz.
Al düştü içime, dışarım beyaz
Beni bırakıp da gittiğin o yaz,
Bir alevdi gönlüm, şimdi kor diyor."
Navruz, "Kuma" isimli şiirinde
senli benli olur. Asıl hedefini bulur. Asıl anlatmak istenilenleri bir
çırpıda deyiverir; ustalık ve hünerle dedirtiverir kelimelere. Usandırmadan
sıkılmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine…
"Dün şölenden geldim ki
Sen yoksun…
Bir not iliştirmişsin, küseğen yastığına.
Meâlen şöyle:
"Anlı şair(!)
Şanlı Şair(!)
Benden işte bu kadar,
Sen;
Şiirin koynuna gir…"
Şair
Ali Rıza NAVRUZ sanatını, zaman zaman
yakaladığı kelimelerle halk dilini kullanarak, dantel dantel ördüğü
şiirlerinde gösteriyor. Dikkate değer,
sanatın estetik güzelliğini ve edebî eser olma vasfına doğru kaydırdığı
özünü, kendini, bir arının peteği işlediği, kelebeğin bir ipek kozasını
ördüğü gibi örerek halkça, Türkçe ve Türk dilinin öz be öz kelimeleriyle
yazdığı bir kaç şiirinde ortaya koyuyor.
Asıl, zekâsını, dehasını, sanatını hem serbest hem de ölçülü ve kafiyeli
yazdığı şiirlerinde gösteriyor."Öksüz Uykular Bıraktım
Yatağıma" şiir kitabının ikinci bölümü "Çatal Kapı" dan İşte iki örnek:
"Bugün de kar yağdı, gördün mü
kızım?
Her bahar ektiğim umut üstüne.
Bozuldu akordu çalmıyor sazım,
Eklendi acılar hasret üstüne."
…
"Şundan eminim ki uzun zamandır
Bu kantarın topuzunda hile var.
Bilirim ben, başım gövdemden ağır,
Yüreğimde, bir bu kadar, çile var…"
KAYNAKLAR:
1) Ali Rıza NAVRUZ,
ÖKSÜZ UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA,
GEÇİT YAYINEVİ (Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ
2) Hacı
Recep ÇALKANER, “4x4 Aslan Gayserilim”, Şafak Ofset Matbaacılık
San.Tic.Ltd.Şti. Ağustos 2003,KAYSERİ
3)
Abdullah Çağrı ELGÜN, "Türk Dili”,
(Genişletilmiş İkinci Baskı) Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2001;
4)
Abdullah Çağrı
ELGÜN, "Edebî Sanatlar”, (Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2000)
5)
Mehmet
KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk Şiiri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı
Yayınları:7, İstanbul-1973, s.5-8
6)
İlhan
GEÇER, Cumhuriyet Döneminde Türk Şiiri, Kültür ve Turizm Bakanlığı
Yayınları. 785, Ankara-1987, s. 140-143
7)
Mehmet KAPLAN, Tevfik Fikret ve Şiiri, Türkiye
Yayınevi, İstanbul-1946, s.149
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder