Prof. Dr. Bayram DURBİLMEZ’in ESERİ:
“YÂRNÂME” de EDEBÎ
SÖZ SANATLARI”
Abdullah Çağrı ELGÜN
Edebî Sanatlar Hakkında Çıkan Kitapları İncelediğimizde,
Sanatların Açıklanmasından Sonra, Bütün Kitaplarda Genellikle Aynı Örneklerin
Verildiğini Görüyoruz. Türk Şiirinin Zirvelerinden Örnekler Vermek Tabiîdir;
ancak Çağdaş Türk Şiirinden Seçilen Örneklerle Öncekilerin Birlikte Sunulması
Türk Şiirinin Gelişimini Göstermesi Açısından da Önemlidir. Günümüz Şairleri
Arasında da Edebî Sanatları Şiirlerinde Ustalıkla Kullananlar Vardır. Bu Şairlerden
Biri de Bayram Durbilmez’dir. Halkbilimi Çalışmaları Yanında, Sanatçı Kişiliği ile de Tanınan Durbilmez’in İlmî Eserlerinden Başka Yayımlanmış Şiir Kitapları da Mevcuttur.:
Vatanımın Bağrında-
Şiir Tomurcukları (Durbilmez, 1984), Çileli
Hayat- Huzura Hasret (Durbilmez, 1988) ve Öze Çağrı (Durbilmez, 1993) Adlı Şiir Kitaplarından Sonra Yârnâme (Durbilmez, 2002) Yayınlanmıştır. Edebî
Söz Sanatları (Elgün, 2000) Adlı Kitabımın İkinci Baskısı İçin Günümüz
Şairlerinin Eserlerini De İncelerken, Şiirleri Rusça Ve Bazı Türk Şivelerine
Çevrilen Durbilmez’in Dördüncü Şiir Kitabı Yârnâme’de Çok Güzel Örnekler Tespit
Ettim Ve Bunu Müstakil Bir Makale Konusu Yapmaya Karar Verdim.
Yârnâme’nin İlk Şiiri “Sevgi” (Durbilmez, 2002: 7-8) Adını Taşıyor. Bu
Şiirde; Mecaz, Teşbih, İstiâre, Temsil-İ İstiâre, Akis, İade Ve Tekrîr Sanatları Bir Arada Kullanılmıştır. Dörtlük
Sonundaki Tekrarlarda Mecaz Sanatı
İle Birlikte “Benzetme (Teşbih),
İstiâre, Temsil-i İstiâre” Sanatları
Birlikte Kullanılıyor: “Gönlün Gören
Gözü, Gönüllerin Közü, Ömrün Tadı Tuzu, Yesevî’nin Sözü,
Sevgilinin Nazı, Dört Kitabın İzi.”
Bu şiirde “Sevgi” çeşitli şekillerde anlatıldıktan
sonra, “Ozantürk’ün özü sevgi”
denilerek son ve güzel bir “Benzetme”
yapılıyor. Durbilmez, âşık tarzı şiir geleneğine uygun olarak, hece ölçüsüyle
meydana getirdiği şiirlerinde “Ozantürk” mahlasını kullanır. Bu mısrada kendi
iç dünyasının da sevgiyle örüldüğünü belirtiyor. Benzetmenin esas unsurlarından
biri düşürülerek kullanıldığı için “İstiâre”
sanatı da yapılıyor. Bütün bir şiire yayılmış olmasından dolayı bu sanata “Temsil-i İstiâre” adı verilmektedir. Bu
şiirde “Sevgi”; “ışığa, umuta, kâinatın gizine, gönlün gören
gözüne, huzura, barışa, ilmeğe, nakışa, gümüşe, bakışa, gönüllerin közüne,
bahara, rahmete, kazanca, servete, dostluğa, sohbete, ömrün tadı ve tuzuna,
güneşe, ateşe, menzile, yoldaşa Yunus’a, Bektaş’a Yesevî’nin sözüne, hayata,
dünyaya, bâdeye, rüyâya, sevgilinin nazına, ilme, irfana, çare/ dermana,
Tanrı’ya, imana, Dört Kitab’ın izine,
evvele, âhire, kevsere, nehire, tılsıma, şiire, Ozantürk’ün özüne”
benzetilerek “Temsil-i İstiâre” yapılıyor. Ayrıca bir
mısranın yapısı değiştirilerek yeni bir mısrada değişik şekillerde kullanılmış
olduğundan hemen her mısrada “Akis”
göze çarpıyor. Mısranın önüne arkasına veya ortasına “Sevgi” getirilerek “Tard ü Aks veya Aks ü Tedbil” sanatı da meydana getirilmektedir. Aynı kelime âhengi bozmadan ve anlamı daha da
pekiştirerek şiirde sürekli tekrar edildiği için “Tekrîr” de yapılmaktadır. “Sevgi”
sözü, bir söz içerisinde ard arda gelen ve birbirlerine benzeyen ses ve
harfler olarak sık ve âhenk sağlayacak bir şekilde sıralanmasıyla ve şiirin
içerisinde geçen “s” sesi “elli beş kez” tekrar edilerek güzel bir
“Aliterasyon” örneği de veriliyor.
Yukarıdaki mısranın
sonundaki sözü, aşağıdaki mısranın ilk kelimesi olarak tekrarlayarak şu
mısralarda da “İade”(Geri Çevirme)
sanatına yer veriliyor: “Kâinatın gizi sevgi,
Sevgi soyut sevgi somut”, “Gönlün gören gözü sevgi, Sevgi huzur sevgi barış”, “Gönüllerin közü sevgi, Sevgi bahar, sevgi rahmet”,
“Ömrün tadı tuzu sevgi, Sevgi güneş, sevgi ataş”, Yesevî’nin sözü
sevgi, Sevgi hayat sevgi dünya”,
“Sevgilinin nazı sevgi, Sevgi ilim, sevgi irfan”, “Dört Kitabın
izi sevgi, Sevgi
evvel sevgi âhir.” Bu şiirdeki bütün dörtlüklerde ayrıca “Tenâsüb”(Mürat-ı
Nazır) sanatına da yer verilmektedir.
“Şiir Ağacı” (Durbilmez, 2002: 9)’nda
sanatçı, edebî söz sanatlarından şunlara
yer veriyor: Şiirden ağaç olmaz; ama şâir, şiiri bir ağaca benzetiyor ve onu
gönlüne kök salmış gibi göstererek “Mecaz” sanatı yapıyor. Sonra bunu
sevgiyle beslenen, ulu bir çınara benzeterek, aydınlık gülüşlerin doğmasına
vesile yapıyor. Böylece şâir bu sözüyle de “Temsil-i
İstiâre” yapıyor. “Gülme” eylemini
kalpler için iyi bir ilâç gibi göstererek “Teşbih-Benzetme” yapıyor.
“Bengisu”, insanı ölümsüzleştiren sözcükler ve her zaman devam
eden bir bahara benzedikten sonra, mutluluk suyunun can damarları denilerek, mecazî yolla bir kaynağa, ilham ise
sevgi akan kutlu bir pınara “benzetiliyor”.
“Şâirler”, kelimeleri işleyerek şiirleştiren dilin ustalarına,
mimarlarına benzetiliyor; yâr(sevgili)
şiir ağacının dallarında gezinirken, bu diyârları mekân tutan, bir cânân olarak gösterilerek temsil-i istiâre yapılıyor. Böyle bir bağ, bahçede yüreklerin
sonsuza kadar sevişebileceğinden bahsediliyor. Aslında şâirin tanımladığı bir
şiir bahçesidir. Şiir, kelimelerle örülüp, işlenerek sevdâlı dil mimarları
tarafından imar edilen, bir mekân şeklinde düşünülerek “benzetme” yapılıyor.
Durbilmez,
“Sürmeli Yârim” (Durbilmez, 2002: 10-11) şiirinde, sanatının zirvesine erişiyor.
Türkçeyi Türk’ün millî sazının tellerine bağlayarak, ondan ilmek ilmek
şiiristan halısı dokuyor. Karacoğlan, Emrah, Dertli, Gevherî,
Bayburtlu Zihnî, Dadaloğlu, Köroğlu, Seyrânî gibi Türk’ün söz ve saz
ustalarından aşağı kalmadığını bu şiiriyle bize ispatlıyor Üstad Bayram
Durbilmez. Bu şiirinde sevgilinin bakışlarını mızraba benzetiyor (Teşbih ve Teşhis). Gönlünü
ise telli sazlardan “bağlama”ya benzeterek “Teşbih”
ve “Teşhis” sanatlarını ustaca
kullanırken, kendisini de badeli bir âşığa benzeterek, “Mızrabı tellere sürmeli yârim” diyerek, hem “Tekrîr” hem de “Cinas” sanatını birlikte kullanıyor. Ayrıca bir cümle
içerisinde “Sürmeli, sürme, sürmeyi, sürgü,
sürsen” kelimeleri ard arda gelerek
ve biribirilerine benzeyen ses veya sesler olarak sık ve âhenk sağlayacak biçimde sıralanmış
olması sebebiyle, “Aliterasyon”
sanatı ortaya çıkıyor. Arkasından “beni bend’eyleyip”
gönlümü sana meylettirip bağlama; çünkü bakışlarınla sevda delisi olan
gönlüm aşk diyârında nam salan Mecnûn’un yolundan gider, diye sesleniyor.
Burada “Mecnûn’un izini sürmeli yârim” diyerek, hem geçmişteki bir olayı delil
olarak göstermesiyle “Telmih
(hatırlatma)” sanatı yapıyor hem de “sürmeli yâr” sözü ile “Tekrîr” ve “Cinas” sanatını birlikte kullanıyor.
Yukarıdaki mısranın
sonundaki sözü, aşağıdaki mısranın ilk kelimesi olarak tekrarlayarak: “Bilir mi Sürmelim, sürme sürmeyi?, Sürmeli gözlerin neyler sürmeyi” “İade”(Geri Çevirme) sanatına da yer veriyor. Burada ayrıca,
çeşitli mânâlara gelen bir sözün, bir
mânâsı ile, diğer bir sözün mânâsı arasında ilgi ve benzerlik kurma veya iki mânâya gelen bir kelimenin, uzak mânâsının aynı cümle içinde başka bir kelime ile ilgisi bulunmasından
dolayı “Sürmelim, sürme, sürmeyi” sözcükleri
arasında da “İyham-ı Tenâsüb” ve
diğer bütün dörtlüklerde de “Tenâsüb”
sanatları birlikte kullanılmaktadır. “Bakışların mızrap, gönlüm bağlama”,
“Sürmemeli atın Sürmeli yâra”, “Sürgün gönlüm açar sürgü sürsen de, Vazgeçmem
sevdândan beni sür sen de, Gönül bahçesini aşkla sür sen de, Bu aşktan fidanlar
sürmeli yârim.” sözlerinde “Kinâye”
sanatı kullanılmaktadır.
Şâir ikinci kıtada, tarihin derinliklerine giderek Korkut Ata’yı buluyor (Telmih). Onun elindeki kopuz’a
(Teşhis) bir atıfta, isnatta bulunarak bunu sevdâyı seslendiren (İntak), sevdâyı dile getiren bir âlet,
kopuz (saz) olarak düşünüyor ve Korkut
Ata’sından onu çalmasını istiyor. Kopuzdan çıkacak nağmeler gönülde
birikmiş gam ve kederleri uzaklaştırsın, atsın (Teşhis) ki, şâir, hayâlindeki sevgiliyi, ak duvaklı gelini, yârini ata bindirip mutluluk bağına (Mecaz) sürebilsin. Sanatçı, mısra
sonlarında tekrar eden “ata” sözü
ile hem “Tekrîr” hem de “Cinas” sanatını kullanıyor.
“Sürmeli” sözünü “ayak”
yapan sanatçı, bu sözü mahirâne bir kalem ustası olarak kullanıp “sürmeli”
kelimesiyle adeta oynuyor. Onu, bazan bir mermi, sevgilinin bağrına saplanan,
bazan parmağın dokunduğu bir tetik, bazan da sevgiliye doğrultulmuş bir namlu
olarak kullanarak (Cinas) zekâsının
ve sanatının bütün hünerini sergiliyor. Bu sözüyle, zengin bir sanat toyu
kuruyor; edebî sanatlar bahçesi
yapan şair “Telmih, Tekrîr, Sehl-i
Mümteni, Mecaz, Benzetme” sanatlarının hepsini bir arada yapma yeteneğini
ve bilgi birikimini sergiliyor. “Bilir
mi Sürmelim sürme sürmeyi?, Sürmeli
gözlerin neyler sürmeyi?, Neylerim
can tenden ayrılsa bir gün?, Dur
bilmez sevgimiz olur mu bir gün?” Sözlerinde, hayret, sevgi, nefret gibi duyguların tesirinde; dikkat çekmek
veya hisleri kuvvetlendirmek maksadıyla sözün nidâ, temenni, soru yoluyla
söylenerek bitirilmiş olmasından
dolayı da “İstifham”a yer
veriyor.
Sevmez sevdâlı kalp sefâ sürmeyi
Bilir mi Sürmelim
sürme sürmeyi?
“Sürmeli gözlerin neyler sürmeyi?”
Dillerde bir türkü “Sürmeli” yârim! (Durbilmez, 2002: 10)
Bu dörtlüğünde “Yozgat Sürmelisi”ne de telmihte bulunan şâir, sanatının en
tepe noktasından, şiir âşıklarına sesleniyor.
Şiiri adeta ilmik ilmik, nakış nakış çeyizlik heybe kıymetiyle dokuyor; ondan bir kelime cümbüşü yapıp, sanatistan, şiiristan ortaya koyuyor. Bu dörtlükte “s” sesi on kez tekrarlanıyor (aliterasyon,
cinas, tekrîr, telmih, istifham, mecaz,
mürsel mecaz-ad aktarması), ‘sevmez,
sevdâlı kalp sefâ sürmeyi’; “sürme”
kelimesi de yedi kez tekrar edilerek “iç
kafiye, aliterasyon, tekrîr , telmih, kinâye(1.Göze çekilen sürme; 2.Kızın, sevgilinin ismi),
ve cinas” sanatları olarak kullanılıyor. Toplam olarak bu şiirde;
ancak usta şâirlerin başarabileceği “sürme”
ve ondan türetilen “sürmeli” sözünü yirmi bir kez tekrar ediliyor;
ama asla bir fazlalık arzetmiyor ve sözleri birbirlerine öylesine kenetliyor
ki insan, bu kelimelerin aynı olduğunu
asla fark edemiyor; çünkü aynı kelimeleri her seferinde farklı bir mânâda
kullanıyor. Türk şâirleri içerisinde bugüne kadar gelmiş geçmiş şâir ve
âşıklardan, “aşk”a bir sıfat vererek
“aşk”ı ilk defa karasaban,
olarak kullanan, “çüt”(çift)e benzeterek kullanan başkaca şâir yoktur. “Gönül bahçesini aşkla sürmek”… sözüyle
Bayram Durbilmez, edebî cevherini, buradaki kıvrak zekâsını, bütün
hüner ve maharetiyle kullanarak başarmış ilk ve tek sanatçıdır. Bu ise
sanatçı geçinenlerin kılıcına kaldırılmış çelik bir kalkandır.
Aynı dörtlükte, mânâca birbirleriyle ilgili veya
birbirilerine yakın kelimeleri bir arada kullanarak “Tenâsüb” sanatına da güzel örnekler sunuyor: “Mızrap, teller, gönül,
bağlama, sürmeli yâr, bende eylemek, gönül bağlamak, Mecnûn’un izini sürmek”… “Tenâsüb” sanatı ile birlikte “Leff ü Neşr” sanatı da hemen bütün
dörtlüklerde göze çarpmaktadır.
“Sürgün
gönlüm, açar sürgü sürsen de,
Vazgeçmem
sevdândan, beni sürsen de
Gönül
bahçesini, aşkla sür sen de,
Bu aşktan,
fidanlar sürmeli yârim.” (Durbilmez, 2002: 11).
Bu dörtlükte geçen “Sürmeli, sürgün, sürgü, sürsen, sür” kelimeleriyle çeşitli
sanatların yapıldığını görüyoruz. “Sür” kökünü ele alan şâir, Akıncı Beyi Malkaçoğlu’nun elindeki kılıç gibi
öylesine ustalıkla kullanıyor ki Türkçe, bu şâirin kıvrak zekâsı, engin kelime
hazinesi ve sınırsız bilgi dağarcığı ve renkli hayâl gücünün varlığıyla
öğünerek, Türk şâirlerine de bir hak ve sıtatü kazandırıyor. Türkçeyi öylesine mahirâne işletiyor ki bu
kökten, değme şâirlerin ve uyduruk dilcilerin asla beceremeyeceği, bir kelime
kökünden 0n- on beş kelime türetiyor. Bu
başarıda Durbilmez’in iyi bir bilim
adamı olmasının ve yaşayan Türk şivelerinin pek çoğunu bilmesinin de payı
olmalıdır: Alet işleyip el öğünüyor. Şâir yine bu şiirinin son dörtlüğünde, adeta kelimeleri
konuşturuyor:
“Yâr cemâlin
bir ay, gülüşün bir gün!
Neylerim,
can tenden ayrılsa birgün?
Dur bilmez
sevgimiz olur mu bir gün?
Bu aşk, ömür boyu sürmeli yârim!” (Durbilmez, 2002: 11)
Kitaba ad olan “Yârnâme”
(Durbilmez, 2002: 12-14) şiirinde şâir: “Yâr”ini: “Parlayan ay, bengütay, beyaz lâle, nurlu hâle, şelâle, berrak nehir,
sırlı şehir, şiir, gökte hilâl, petekte bal, masal” gibi görerek benzetmeler yapıyor (Teşbih). “Gibisin Yâr” sözü ile “Tekrîr”
sanatına yer veriyor.
“Beni
Dinleme! Yürek Yolcularına” (Durbilmez, 2002: 15-16) şiirinde şâir
sevgilisine “revan”ım diyerek hitap
ettikten sonra (Giden, yürüyen, akan; ruh, can)
sevgilinin şahlanan atlarını, hızlılık yönünden, rüzgârın gidişine benzeterek; ‘rüzâr gibi sür de git’ dedikten
sonra, gönlünün götürdüğü yere gitmesini söylüyor. Sonra yine sevgilisini bir kuş
gibi düşünüp (Benzetme- İstiâre)
kanatlarını açarak (Teşhis)
istediğin yere uç, diyor. Sevgilisini
gönlünün bir ‘mihmanı’
(misafiri, konuğu) kabul
ederek,“Yüreğinin götürdüğü yere git!” sözleriyle kuşu azat ediyor.
“İçimde dolaşırsın uçsan da çok ırağa” mısrasında “Mecaz” sanatına başvurarak sevgilisini yine bir kuşa benzetiyor, sonra onu uçuruyor.
Benzeyen, insan söylenmediği için “Açık
İstiâre”; ve “ne kadar ırağa gidersen git, yine de dönüp dolaşıp geleceğin
yer, benim kalbim olan ilk durak olacak”, diyerek insanlar için kullanılan ‘Durak’, sözünü söyleyip ‘Teşhis’ ve ‘Atıf’
sanatlarına baş vuruyor. Gönlümü senin ayrılığın dağlara, çayır ve çimenlere “mera, merağ” düşürse de gönlümün
yarasına derman olsan da, sen yine “gönlünün götürdüğü yere git!” diyerek
onu serbest bırakıyor.
Üçüncü dörtlükte “Gurbetin
hikmeti, sevdânın kudreti, yüreğin hasreti” sözleri de “Mecazlı” olarak kullanılıyor.
“Aşk” âşığın yüreğinde büyüyen sevgi ağacına benzetilerek (Teşhis), gönlün ‘aşk vurgunu’nu yemesinden (Mecaz)
sonraki “eşsiz ilâcı” olan sevgili,
âşığın gönlünün “sarayı, tahtı, tâcı ve
sultanı” (Tenâsüb ve Mübalâğa/ Abartma) olarak yüceltiliyor, erişilemez
biri olarak gösteriliyor. Burada “eşsiz” kelimesi de iki mânâda kullanılıyor:
1. Benzersiz, 2. Eşi, sevdiği olmayan kimse.
“Bakışların hüzünlü”, “sevgiyle dolu için”, “İçin için
yanmak” (Mecaz), “senden ayrılmak
ölüm” (Mübalâğa) gibi söyleyişlere
de rastlamak mümkün. Sevgili, padişahların yazdığı fermana “Benzetilerek” “Fermanım” hitâbıyla ona
bir ruh yüklenip, yürek veriliyor (Teşhis). Sonra da “Yüreğinin götürdüğü yere git!” dedikten sonra “insan” söylenmeyerek “Açık İstiâre” sanatı yapılıyor.
Gönlün arzularını gerçekleştirmesi, “Murad almak” “Mecaz”, “Murat almamak” sözleriyle “Tezat” olarak kullanılarak, dünyanın darlığından söz ediliyor. Halbuki aslında dünya çok geniş; ama sevgili
âşığa sevgisinin karşılığını verememiş, muradı hasıl olmamış olduğundan, dünya
‘âşığa’ dar gelmektedir (Mecaz). “Esme dedikçe eser (Tezat) kavurucu bir rüzgâr”
(Mecaz) derken iki sanatı kaynaştırıyor.
Şâirin gönlünde açmış olan
gülleri, solduran “dert ve
efkâr” mânâca birbirlerine yakın,
birbirleriyle ilgili sözler olup “Tenâsüb”
sanatı yapılmakta, bu sözler aslında
“Mecazlı” olarak kullanılmakta, yine sevgiliye bir sıfat verilmekte ve “Bağban”a benzetilmektedir (Teşbih).
Şâirin,
halk ozanları gibi kullandığı mahlası “Ozantürk”tür. Bu şiirin sonunda da mahlasını
kullandıktan sonra, serbest bıraktığı sevgilisini “Beni dinleme sakın, sakın dinleme beni!”
demektedir. “Akis” sanatına güzel
bir örnek olan bu mısradan sonra, bu duygusallığından kurtularak, duygularını
daha belirgin kılmak, sözlerini daha da kuvvetlendirmek maksadıyla geriye dönüş
yapan (Rucû) şair, “Git-Gel” diyerek bir birlerine zıt
iki şey arasında ilgi ve benzerlik kurarak da “Tezat” sanatını sergileyip, gerçeği haykırıyor ve “Gel Canım,
Canânım, Ceylânım, Fermânım, Sultânım, Yüreğinin getirdiği yere GEL, Bana GEL”
diyerek ilk söylediklerinden vazgeçiyor, duygu ve heyacanını daha da
kuvvetlendirmek için edebî sanatların
güzel bir örneğini (Rucû)
bize gösteriyor.
Sanatçının “Sevdâ
Rüzgârı” (Durbilmez, 2002: 17) şiirinde; “Yüreğimde şiir
tomurcukları” “Avuçlarımızda yüreklerimiz” (Mecaz)
söyleyişlerine rastlıyoruz. Açmaya hazır tomurcuklar çiçeklerde olur.
Hayatın kaynağı olan “mey sunan dudaklar” (Teşbih, Teşhis) gösterildikten sonra, “Tutkun kadehlerden içilir
zaman” denilerek Mübalâğa ve Teşhis sanatları yapılıyor. Aynı
şiirin diğer mısralarında da şu sanatları tespit ettik: “Gönüllerde coşkun
sevdâ ırmağı” (Benzetme ve Mübalâğa), “Esrik kalp, göz göze
geldiğimiz an” (Mecaz ve Tekrîr), “Mest gönül, yudumlar aşk
badesini” (Mecaz), “Soylu sevdâların gönlüm esiri”, (Telmih), “Kaybeder sevince iradesini” (Mübalâğa). Aynı şiirin sonunda, aşkın
esrârının ruhu büyülemesi sebebiyle içinde çılgın duyguların uyandığı, yürekte
sevdâ rüzgârlarının esmesi sebebiyle de köpüren suların dalgalandığı
söyleniyor: “Büyüler ruhumu aşkın
esrarı, Dalgalanır yine köpüren sular, Eser yüreğimde sevdâ rüzgârı” (Hüsn
ü Tâlîl).
Sanatçı, Âzerbaycan/
Bakü’de yazdığı “Efsane Gibi” (Durbilmez, 2002: 18-19) şiirinde: Yâr, “Kaf Dağları’ndaki nağıl,
efsâne”ye; yârin sözleri “dost bağlarında açan
terâne”ye; bakışları “esrârengiz”, ürkek yürüyüşü “ceylan sekişleri”ne,
gülüşleri “gönlü sarhoş eyleyen
meyhâne”ye, sanatçı “virâne”ye, yâr çevresinde dolanan gönül “yanan pervane”ye,
Mecnun’a çeviren sevdâ “süregelen anâne”ye benzetilmiştir (Benzetme). Şiirin ikinci
bölümündeki “Ey gönlüm (Nidâ, Teşhis, Mecaz) sev, ‘yine
sevgi!’ derse de” (Tekrîr) mısrasında dört edebî sanatı bir arada kullanıyor.
Bu şiirin üçüncü kıtasındaki edebî sanatlardan bazıları da şunlardır:
“Oğul! (Nidâ) gün eşin” (Teşbih, Teşhis), “Zulmü dağıtacak
gözler senin güneşin”(Benzetme,
Mübalâğa, Mecaz, Teşhis), “Aşkıyla
kavuran güzel eşi güneşin” (Benzetme,
Mübalâğa). Aynı bölümde “dedi”
sözü üç kez tekrar edilerek “Tekrîr” sanatı yapılmıştır. “Gün
eşin”, “senin güneşin” ve “eşi güneşin” söyleyişleri arasında “Cinas ve Leff ü Neşr” sanatları da görülmektedir. Şiirin son kıtasında “Nidâ, Telmih, Cinas ve Tecahül-i
Ârif” sanatları yapılmıştır.
Gonce-i Dil (Durbilmez, 2002:
20)’de, sevgili, gönülde
açılmamış bir goncaya benzetiliyor (Teşbih).
Ona “sevdiğim!” (sevgili) diye hitap
edilerek “Nidâ” sanatına
başvuruluyor ve “dilin”, kendisine olan aşkı dile getirerek “bir bir” (Tekrîr) söylemesini istiyor. Dil hep
gülü, gülleri anlatan bir gül bahçesi “gülistan” (Benzetme) olarak düşünülüyor. Aynı zamanda kelimelere dökülerek
anlatıldığı, şiir hâlinde sunulduğu için
bir şiir bahçesi “şiiristan” (Benzetme),
“aşk” “yâr” sevgili için dillere
düşmüş ve dillerde söylenegelen bir
“destan”dır (Benzetme). Yâr
“gonca gül, tatlı yel, âhu göz ve gül”, “özge can, câvidân, Tanrı’dan
armağan”dır (Benzetme). “Gönül
sevgiye tutkulu, sevgisizlikse haramdır.”
diyerek “Tezat”lı olarak
kullanılmıştır. “Der ki Bayram, Gönlümüz râm, Sevgisizlik, Kalbe haram” (Tecâhül-i Ârif, Telmih, Nidâ).
“Aşkımın Âbidesi” (Durbilmez, 2002: 21) şiirinde : Dudaklar, aşk
badesi yudumlanan bala; sevgilinin tenindeki ben güle; âşık, güle vurgun
birisine; yanaktaki ben, gül desenine; sevgili güle ve bülbüle, gönül
bahçesinde gülümseyen goncaya benzetilmiştir. Bu şiirde “aşk”, iki kez, “bile”
üç kez, “bende” dört kez, “yudum”, “bir” ve “gül” sözleri iki kez, “gülüm
ser”, “yâr” dört kez tekrar
edilerek “Tekrîr” sanatı yapılmıştır. Her dörtlüğün ilk üç mısrasının
sonlarında görülen eş sesli kelimelerle “Cinas”
yapıldığı da görülmektedir. “Zevk-zehir”, “Cellât, ip-gülümsemek”, “yüreğin
yarılıp açılması-gülümsemek” sözleri ile “Tezat
ve Leff ü Neşr” meydana
getirilmiştir. “Zehri zevkle
yudumlamak” “Sevgilinin aşktan inlemesi”, “Ser (baş) kesildiği hâlde, dilin
yine sevgiliyi söylemesi”, “Yüreğin yarılması” sözleriyle “Mübalâğa”ya yer veriliyor. “Gönül bahçesi”, “İpe ve cellâda
gülümsemek”, “Alsalar gönlümün ifadesini” sözleriyle “Mecaz ve Teşhis”,
“Yüreğe nakış nakış yâr örmek” söyleyişleriyle “Mecaz” sanatı yapılmıştır.
Durbilmez, “Sevdiğim”
(Durbilmez, 2002: 22) şiirinde, eskiye karşı bir
özlem duyduğunu şiirde yaptığı “nazire”
ile göstermektedir. Divan edebiyatında kullanılan “nazire”: Usta bir şâirin, şiirinden ilk iki mısra alarak şiiri
ölçü ve kafiye bakımlarından usta şâirinkine benzeterek, altını kendi şiiriyle
tamamlamak, yani benzer bir şiir meydana getirmek demekse de biz burada şekil
ve kafiye örgüsü bakımlarından benzerliklerden bahsetmekteyiz.
Günümüz şairlerinden Durbilmez’in bir beyti:
“Aşkınla
yanmış gönlümün, seyrânı yok, ey sevdiğim!
Dil mülkünün
başkaca bir, sultanı yok, ey sevdiğim!” (s.22)
“Aşkınla yanmış gönlümün
Seyrânı yok ey sevdiğim
Dil mülkünün başkaca bir
Sultanı yok ey sevdiğim”
Divan
şâirlerinden Fuzûlî’nin bir beyti:
Fuzûlî rindi
şeydadır, hemişe halka rüsvadır,
Sorun kim bu
ne sevdâdır, bu sevdâdan ussanmaz mı?
Fuzûlî rindi şeydadır,
Hemişe halka rüsvadır,
Sorun kim bu ne sevdâdır,
Bu sevdâdan usanmaz mı?
Divan Edebiyatındaki gazelin kafiye şeması : -a,-a;
-b,-a; -c,-a; -d,-a şeklinde olduğuna göre “gazel” tarzında bu şiirin, kafiyeleniş biçimine bakıldığında, aynı
tarz olduğu görülür. Bu şiir ayrıca bazı usta divan şâirlerinin (Fuzûlî, Rûhî, Nâbî)
şiirlerini hatırlatan bir iç kafiye ile de örülmüştür.
Bu şiirde: “Aşkla yanmak”, “Dil mülkü”, “Dil mülkünün
sultanı” sözleriyle “Mecaz” , “yok ey sevdiğim!” beş kez, “ sevdiğim” iki kez, “sen” beş kez tekrarlanarak “Tekrîr”, “aşkla yanan gönlün
seyredenin olmaması, gönül mülkünün (ülkesinin) başkaca sultanının
bulunmaması”, “görülenlerin sadece yârin gölgesi olabileceği”, “Durbilmez’in
vurgun yemiş gönül, inleyen bülbül ve gül gibi gösterilmesi” “Benzetme”, “aşkla yanmış gönül”, “Mecnûn”, “Durbilmez” sözleriyle “Telmih” sanatı meydana getirilmiştir. “Her yerde sen varsın”, “görülenlerin
sadece gölgesi olaması”, “senden bir
an ayrılmanın imkânı yok” sözleri “Mübalâğa -Abartma”lı olarak
kullanılmıştır.
“Ölümsüzlük
Tâcı” (Durbilmez, 2002:
23) şiirinde: Sevgilinin bakışı
“ruha serilmiş desen desen işlenmiş, serilmiş bir şey”e, sözleri “bir şiir”e,
gözleri “hayat”a, sevdâ “katmerlenen
içli nakarat”a, âşık “uslanmayan bir deli”ye, aşk “âşığın içinde bir nehir ve
çağlayan”a, şiir “aşkın bedeli bir ömür”e, sevgi “çağlar geçse de ölmeyecek
ebediyet”e(sonsuzluğa), sevdâ “efsunlanmış”a, beden “sarhoş”a, şair “çılgın
hayâller kurdu kuralı ölümsüzlük tacı başında,
yüreğinden bütün kuralları sökmüş
bir rind”e, muhabbet dolu gönül “geçerli
bir yasa”ya benzetilmiştir (Benzetme).
“Desen” üç kez, “yâr” iki kez, “bir” dört,
“çağlar”, “yasa”, “kuralı”, “aşk”,
“şiir” sözleri iki kez kullanılarak
“Tekrîr”, “uslan be deli!”, “merhaba!”, “elvada!” sözlerinde “Nidâ” sanatı kullanılmıştır. Cinaslı
söyleyişler bu şiirde de görülmektedir: “Desen desen- desen de sen”, “uslan be
deli!- aşkın bedeli”, “içimde çağlar- geçse de çağlar”, “Çılgınca hayaller
kurdum kuralı- Söktüm yüreğimden her bir kuralı”, “Gönlümde muhabbet geçerli
yasa- Merhaba sevince, elveda yasa”. Son mısradaki “merhaba- elveda” ve
“sevinç- yas” sözleri arasında Tezat sanatı da mevcuttur.
“Gözlerin” (Durbilmez, 2002: 24-25) şiirinde: Gözler; “öz, mübarek belge, gönül yolu,
aşk kıblegâhı, bahar sabahı, yayla, parlak cilâ, renklerden elâ, cilveli
fettan, belâ, sevdânın şiiri, hayatın iksiri, anlamlı derin imlâ, sılâ ve
Leylâ”ya, gönül; “gözlerin esiri ve
Mecnûn”a, sevdâ; “servet”e, sevgili;
“ay parçası, aşk tanrıçası, gönül fırçası ve çölde açan gül”e, sevgilinin elleri; “narin”e, sözleri; “şirin”e, yârsızlık; “gurbet”e benzetilmiştir
(Benzetme). “Ozantürk” sözü ile de
şâirin kendisi hatırlatılmaktadır (Telmih).
“Yine candan bak- Yüreğime ak” “Dayanır mı can?- Gönlüm eyler kan” sözleri
ile duyguların tesirinde dikkat çekmek veya hisleri kuvvetlendirmek maksadıyla
sözü nidâ, temenni, soru şeklinde söyleyerek
“İstifham” sanatı
yapılmıştır.
“Hayâllerimiz”
(Durbilmez, 2002:
26-27) şiirinde şâirin kullandığı edebî sanatlar da şöyle
sıralanmaktadır: “Sevdâların düşleri süslemesi” (Mecaz, Telmih, Teşhis), “Hayâllerin rengarenk arzularla açması” (Mecaz, Telmih), “Tozbembe umutlarla
beslenen düşler” (Mecaz, Teşhis),
“Hayâllerin kâinata mutluluk saçması” (Mecaz,
Teşhis), “Derinden bir iç çekişle heveslerin filizlenmesi” (Teşhis, Mecaz, Telmih), “Duygulara can
gelmesi” (Teşhis), “Kalbin,
derinleşen bir sesle inleyip durması” (Teşhis,
İntak), “Hayâllerin binlerce kez kendinden geçmesi” (Teşhis), “Yüreğin yaralı, gözlerin nemle dolu olması”’ (Mecaz, Telmih), “Her dem, dilin
sevgiliyi sayıklaması” (Mecaz,
Mübalâğa), “Duygulara gem vurmak” (Mecaz,
Teşhis), “Hayâllerin sonsuza kanatlanması” (Teşbih), “Kalplerin sonsuzluk koşusunda el ele uçması” (Mecaz,Teşhis), “Gönül tellerinin
titremesi” (Mecaz, Teşhis, Mübalâğa), “Ozanın
gönül tellerine dokunması” (Mübalâğa,
Telmih), “Hayâllerin sevdâ dolu türküler seçmesi” (Teşhis), “Tanrı’nın bu candan dileği kabul etmesi” (Telmih), “Uçsuz bucaksız bir aşkın
yüreği okşaması” (Mübalâğa, Mecaz,
Teşhis), “Düşleri diriltmek” (Teşhis,
Mübalâğa), “Gönül çiçeği” (Benzetme,
Mecaz), “Sevgiyi yudum yudum içmek” (Benzetme,
Mecaz, Mübalâğa) gibi edebî söz sanatalarına yer verilmiştir. Düşlerimiz,
hayâllerimiz, derin, sayıklar, yudum, seni” sözlerinde “Tekrîr”, “Dilim seni sayıklar, sayıklar seni her dem” sözünde de, bir cümle veya mısranın yapısını değiştirip, yeni bir
cümle veya mısra meydana getirme
yapıldığından “Akis”sanatına
yer verilmiştir.
“Meleğim” (Durbilmez, 2002: 28-29) şiirinde “sevgili”: “Gök
kuşağına, can direğine, sevgi bağına, aşk çiçeğine, elde desteye, dilde
besteye, aheste uçan kelebeğe, bir ilk bahara, özge diyâra, gönüldeki yâra,
kalpteki bezeğe (süse), gülen güneşe, gönüldeki eşe, kalpteki ateşe, tan
yıldızına, peri kızına, kalp hırsızına, bal peteğine, ulu hitaba, kutlu kitaba,
tek dileğe, çağlayan çaya, şahlanan taya, gönlü umaya, göz bebeğine, kalp
mihengine, ruh âhengine, hayata, civeleğe, Durbilmez köz’e, göyünür öze,
yetersiz söze ve meleğe” benzetilmiştir (Teşbih
-Benzetme).
“Dokunur Gülüm” (Durbilmez, 2002:
30-31) şiirinde: “Dolu, gözlerin, gülüm, dokunur, nakış, bile, aşk,
seven, sende, ele, deme, el” sözleri bir çok kez tekrar edilerek “Tekrîr”
sanatı, “dokunur gülüm, dolu, bile, sende, ele, dolu” sözlerinde “Cinas”, “yüreğin yaralı olması, gönlün
gözlere dokunması, aşkın nakış nakış işlenmesi, aşkına tutulmak, gönlün dağları
aşması, aşkın iyiliğinin dokunması, sevdânın eserinin olması, sevgi yeline
kapılmak, sözlerin dokunması, bakışın aşkını ele vermesi, pamuk el, yüreğe kar,
yağmur, dolunun inmesi, havaların dokunması” sözlerinde “Mecaz ve Leff ü Neşr”
sanatları kullanılmıştır. “Pir elinden içmek, seven gönlün dağları aşması”
sözlerinde “Telmih”, “Nakış nakış
dokumak, ellerin pamuk ele dokunması” sözlerinde “Benzetme”, “Gözlerin gönlüme dokunur gülüm!”, “Aşkın nakış nakış
dokunur gülüm!”, “Aşkın iyiliği dokunur gülüm!”, “Sendeleme sende, neyleyim sen
de!”, “Sözlerin bana çok dokunur gülüm!”, “Deme demedim mi sırrını ele?”,
“Ellerin elime dokunur gülüm!”, “İner yüreğime kar, yağmur, dolu…”, “Bu havalar
bana dokunur gülüm!” sözlerinde de “Nidâ”
sanatları kullanılmıştır.
“Yalnız
İkimiz” (Durbilmez, 2002:
32) şiirinde şâirin kullandığı söz sanatları: “Bir, sürsün, karanlık,
gönül” sözlerinde Tekrîr sanatı,
“Hazar, Erciyes Dağı, Kaf Dağları” sözlerinde “Telmih”, “Mazinin canlanması, nehrin uyanması, gönül bağının
çiçeklenmesi, hayâllerin konuşup, düşlerin susmaması, vuslatın çılgınlığı,
gülüşlerin öpüşmesi, arzuların gülmesi”
“Teşhis, İntak”, “fidanların sürmesi, iklimin sarhoşluğu” “Teşhis, İntak”, “nisan yağmurunun kalpleri
coşturması, dünyanın bomboş olması, sevginin nûru, karanlıkları aşkla ışıtmak,
dolunayın karanlık ruha gülmesi” “Teşhis,
İntak”, “hıçkırıkların ruha gömülmesi, al bir tayın üstünde gönlün Kaf
Dağları’na gitmesi, gülüşün donuk gönlü ısıtması, şiirlerle yunmak, gönle gönlü
konuk etmek, mısralara aşkı dizmek” “İstîare”,
“arasında “Mecaz” sanatı.
“Hep Senin İçin” (Durbilmez, 2002:
33), şiirinde: “Dalmak, derde
düşmek, derdinden yatağa düşmek, gönül defterinin şiirlerle dolu olması, ışığa
vurgunluk, yürekten coşmak, gündüz güneş, gece sitâre, gülüşün derde çare
olması, kalbin serseri ve avâre olması, gönlün kavrulup dağlanması, kalpteki
dağların kaybolmaması, aşkla yanıp
pişmek, sevdâyla imanın tam olması,
ummanın eşsiz sevgiyle dolu olması,
aşkla köpürüp taşmak” sözleriyle ‘Mecaz’, “Düşe dalmak, Mecnûn gibi
çöller aşmak, sevgili gündüz güneşe, gece sitâreye, Sensizlik , dağlayıp
kavuran ateşe, derde dayanamayıp eriyen dağlara, sevgili yakan ve pişiren
ateşe, âşık, başında dumanların eksilmediği yüce dağlara, “Gönül” eşsiz bir sevgiyle dolu ummana, âşık aşkla köpürüp taşan
birisine benzetilmektedir (Teşbih).
“Mecnûn”, “Kınayanlar bizi bu derde düşe”, “derdinden yatağa düşmek”,
“Ozantürk” sözlerinde ‘Telmih’,
“Dağdan dumanın eksilmemesi” sözleriyle de ‘Kinâye’,
“Sensiz, sensin, dağlar” sözlerinde de “Tekrîr”
sanatı kullanılmıştır.
“Gönül” (Durbilmez, 2002: 34-35) şiirinde şâir şiirini
benzetmelerle örüyor. Gönül;
“İnleyen bülbül, âşiyan gönül, gülen gonca, gülistan, nurlu dolunay, şefkâtli
umay, bir sırça saray, kırılgan, başı hep duman, ferman dinlemez, viran,
perişan, her çağı yaşayan Kaf Dağı,
hoşgörü bağı, bahçıvan, sevgi kalesi, yârin kıblesi, aşk şelâlesi,
çağlayan, aşkı savunan, aşkla avunan, bengisu sunan, bir umman, hepsinden evlâ,
Mevlâ’nın tahtı, her yerden âlâ bir mekân, ırmak gibi gür, rüzgâr gibi hür ve
küheylân” olarak nitelendiriliyor (Teşbih). “Durbilmez dem sür” sözüyle ‘Telmih ve çok iyi bildiği bir şeyi bir olayı fıkrayı, kıssadan hisseyi,
bilmemezlikten gelerek anlattığı için,
Tecahül- i Ârif’ sanatına yer veriliyor. “Kaf Dağı, Durbilmez, Nurlu
Dolunay, Mevlâ sözleriyle herkesçe bilinen bir olayı, kıssadan hisseyi, fıkra
veya hikâyeyi hatırlattığı, ona işaret ettiği için ‘Telmih’ sanatı yapılıyor.
“Bu
Sevdâ” (Durbilmez, 2002: 36) şiiriyle:
Şairin sevdası; “bir tatlı bakış”a, gönül; “şahın sarayı, yıkılmış virâne
şehir, boğazından tutulup sıkılan kuş, hep melûl melûl, yakıp tutuşan aşk
çırası, aşk vurgunu yiyerek çöllere düşmüş, başına her türlü belâlar üşüşmüş,
dert çekmekte mâhir biri (Mecnûn)”a, âşığın gözyaşları; “nehir, sevdâ
katarı”na, dertler; “kafile, altın kafes”e, Ozantürk; “benzeri olmayan derde
müptelâ biri”ne, benzetilmiştir (Teşbih).
“Tatlı bakış, efsunladı, sihir etti bu sevdâ, gönül
kuşu, sevdâ katarı, dert kafilesi, sevdânın arada bir cilveyle göz kırpması,
sevdânın mutluluğu tehir etmesi, gönlün altın kafese tıkılması, gönlün
boğazından tutulup sıkılması, şaha saray iken yıkılması, bir virane şehir edilmesi, yakıp tutuşturan aşk çırası olması,
arşa çıkan yürek nârası olması, dermansız gönül yârası, hayatı zehir etmesi,
gönlün çöllerde olması, her türlü belânın başa üşüşmesi, dert çekmekte mâhir
olması” ‘Mecaz’lı olarak
kullanılmıştır.
“Etti bu sevdâ, melûl, gönül, gönlümü, aşk” sözlerinde “Tekrîr” sanatı kullanılmıştır. “Gözyaşımı nehir etti bu sevdâ,
Sevdâ katarında dertler kafile” sözleri yukarıdaki mısranın sonundaki sözü, aşağıdaki mısranın ilk kelimesi
olarak tekraralamış olmasındana
dolayı “İade” sanatı kullanılmıştır.
“Bir tatlı bakış, gönül kuşu, sevdânın arada bir göz
kırpması” sözleriyle Teşhis sanatı
yapılmıştır. Sevdânın efsunlayıp sihir etmesi, göz yaşlarının nehir olması,
arşa çıkar yüreğimin nârası” sözlerinde “Mübalâğa”,
sanatına yer verilmiştir. “Ozantürk, aşk vurgunu gönlün çöllerde gezmesi, başına
her türlü belâların üşüşmesi, dert çekmekte mâhir olmak sözleriyle Hz. Musa,
Hz. İbrahim, Hz. Yakup ve Hz. Eyyup ile ilgili kıssalara işaret ettiğinden “Telmih” sanatı yapılmıştır.
“Dedim-
Dedi” (Durbilmez, 2002:
37-39) şiiriyle şâir: “Gönlün sesini dinlemesi, aklını başına koymak,
yâr yoluna kurban olmak, akıllı olmak, sözüme kulak as, başa belâ olmak, sevdâ
yüklü bakışlar, ciddî misin
alkışlarında, şaka say, aşkın nehri, kahırdan ölmek, gülün zehri, çok toy olmak,
git başımdan, koyma âvâre, göz göre göre ölmek, içinde sızının yuvalanması,
aşkla gönül sazının titremesi, neyin inlemesi, inleyip durmak, aşk atının sevgiliye koşması, canına
kıymak, aşkın günahı, gönlün sabahı görememesi
âşığın âhının yakması, yıldız gibi kaymak, gönlünü açmak, sözleri yere saçmak,
doğru söz söylemek, merhamet eylemek” sözlerinde “Mecaz ve Telmih”
sanatlarını kullanılmıştır.
“Hey!, aklını başına koy, akıllı ol, akıllı
davran, sözüme kulak as, duy, bunları
bir şaka say, bir tas su ver, git başımdan, koyma âvâre, bana ne, ayy, ey peri
kızı, bırak artık bu iltifatı, istersen canına kıy, sen de yıldız gibi kay,
yiğit bu fikrinden cay, yeter artık merhamet eyle, öyleyese töreye uy!”
sözlerinde ‘Nidâ ve İstifham’ sanatlarına yer verilmiştir.
“El etmek, ben seninleyim, aklını başına koy, sözüme
kulak as, sarhoşsun içmişsin mey, toysun, başımdan git, öleyim mi, yuvalanır
içinde sızı, yıldız gibi kay, gönlümü sana açarım, sözlerini yere saçarım”
sözlerinde ‘Tevriye’ sanatı
kullanılmıştır. Âşık; “kurbanlık koyun, Mecnûn ve mey içmiş sarhoş”a, sevilen;
“Leylâ”ya, gözler; “nergi-i şehlâ”ya benzetilmiştir (Teşbih). “Aşkın nehri, gülün zehri,
peri kızı, içinde sızı, gönül sazı” sözlerinde “Mecaz”, “sen goncasın ben
bülbülüm, istersen inlesin ney, aşkın atı, arşı yakar âşığın âhı, sen de yıldız
gibi kay, cemalin ay, gözlerin güneş” sözlerinde “Teşbih” sanatına yer verilmiştir. “Sen nisansın ben eylülüm, sen nâlânsın ben de behlül’üm, sen goncasın ben bülbülüm” sözlerinde
“Tezat, Tenâsüb, Teşbih, Mecaz ve Tekrîr” sanatları mevcuttur.
Mecnûn, Leylâ, aşkla titrer bu gönül sazı, istersen
inlesin ney, nisan eylül, Ozantürk” sözlerinde “Telmih”, “Dedim, dedi güldü, ben, akıllı, aklını, ölmek, bir,
göre” sözlerinde ‘Tekrîr’, “Yâr
yoluna kurban olmak, aşkın nehrinden bir tas su vermek, arşı yakar
âşığın ahı, cemâlin ay, gözlerin güneş” sözlerinde ‘Mübalâğa’ sanatına yer verilmiştir.
“Âşıklar
Geçidi” (Durbilmez, 2002:
40-41) şiiriyle sanatçı: “Arzu ile Kamber, Kerem ile Aslı, Ferhat ile
Şirin, Leylâ ile Mecnûn” sözleriyle geçmişteki âşıkları ve bunlar üzerine
anlatılan hikâyeleri hatırlatarak “Telmih” sanatına yer veriyor. “Arzu,
Kamber, Aslı, Kerem, Ferhat, Şirin, Mecnûn, Leylâ, sensin, yâr,
sev” sözleriyle “Tekrîr ve Leff ü Neşr” sanatları yapılmıştır.
“Arzu sensin, Kerem yâr, Aslın’ı, Şirin’sin, Şirin de, Mecnûn da” sözleri cinaslı olarak kullanılmıştır. “Söyle işin aslını!”, “Leylâ! Leylâ!”,
“Şirin’i sev; şirin düşün, şirin de” sözlerinde “Nidâ” sanatına yer verilmiştir. “Kamberler’in yüreğinde arzular,
deli gönül, Kerem oldun, aşka tutsak, çöler susuzluğu feryat ederken”
sözlerinde “Mecaz” sanatına yer
verilmiştir.
“Uslanmaz
Gönül” (Durbilmez, 2002:
42-43) adlı şiirinde Durbilmez şu
sanatlara yer vermiştir: Mecaz, Teşbih,
Telmih ve Tekrîr. “Vurdular gam
kırbacını, gönlümden aşk ağacını, ırmak gibi serhat serhat akmak, yakar beni
aşkın koru, bulut olup göğe doğru, gönüllere şimşek şimşek çakmak” sözlerinde “Mecaz” sanatı var. Şâir kendisini
Ferhat’a Kamber’e, Kerem’e, Mecnûn’a, Bülbül’e, sevdiğini de Şirin’e, Arzu’ya,
Aslı’ya, Leylâ’ya, güle benzeterek “Teşbih” sanatı yapmış, gidip
gelmelerini ırmağın akışına, sevgilinin zülüflerini kokusu ve görünüşü yönünden misk ü ambere,
buluta, şimşeğe benzetmiştir (Teşbih).
Ferhat, Kamber, Kerem, Mecnûn, Şirin, Arzu, Aslı,
Leylâ Ozantürk sözleriyle “Telmih” sanatı
yapılmış, “Gönlüm, sevdi, oldu, güle, koru,
şimşek” sözlerinde “Tekrîr”
sanatı kullanılmıştır.
“Leylâ” (Durbilmez, 2002: 44) şiiriyle Durbilmez: “Yâr, diyâr, ey, bakış, yıllar, yudum, de, Mecnûn”
sözlerinde “Tekrîr”, “Leylâ, Mecnûn, Ozantürk, Mevlâ, Güneş”
sözlerinde “Telmih”, “dilin baldan tatlı, gülüşün şirin, candan
bakışların, güneş secde eder, yılların kalpte yara açması, ömrü yudum yudum
içmek, asıl Mecnûn benim” sözlerinde
“Mecaz”, “ey, nazlı sevgili, ey tatlı belâ, Leylâ” sözlerinde “Nidâ”, “Ey, nazlı sevgili, ey nazlı
belâ, dilin baldan tatlı, gülüşün şirin,
efsunkâr bakışın nergis-i şehlâ, yakutun
gonca lâl’ine hayran bakması, göğün hilâlinin sevgiliden ışık alması, nur
cemaline Güneş’in secde etmesi, kalbinde yaralar açması, ömrü yudum yudum
içmesi, âşıklığın gönle en kutlu pâye olması, şâirin Mecnûn’a, sevgilinin
Leylâ’ya” benzetmesinde “Teşbih”,
“yakutun gonca lâl’ine hayran bakması, göğün hilâlinin sevgiliden ışık alması,
nur cemaline Güneş’in secde etmesi”, sözlerinde “Mübalâğa” sanatı vardır.
“Gizli Aşk” (Durbilmez, 2002: 45) şiiriyle “Aşkın kavurması, bakışın yaralara
tuz basması, gönül sancısının beyne vurması, firkatın savurması, zülfün telinin
kement olup gönle tuzak olması, zehrin
dudaklarda bal kesilmesi, sesin kulaklarda çınlaması” sözleriyle “Mecaz”, “Bakışın yaralara tuz
basması”, “zülfün telinin kement olup gönle tuzak kurması”, sözleriyle Teşhis sanatına yer verilmiştir.
‘Sevmek’ düşe, ‘zehir’ bala, ‘yürek’
okyanusa, ‘gözler’ ırmağa benzetilmiştir (Teşbih).
“Gönül, yürek” sözleriyle “Tekrîr”
sanatı yapılmıştır.
“Sevgiliye
Ak Duygular” (Durbilmez, 2002:
46) şiirinde şâir: “Gönüllerde temiz duyguların büyümesi, dağ dağ olup dağlaması, aşkın
közleriyle yakmak, yürekleri ak zambakların süslemesi, ak dilekler, aşk
niyazının meleği yakması, pâk sineye
muhabbet bezemek, sevdâ şöleni,
aşk sahnesi, gönül sazları, gönlün temiz olması, ak gönül, duru nehir, berrak
deniz, aşk hazzıyla meleğin akması, sevginin tertemiz, hislerin beyaz olması,
berrak duyguların ak kâğıda yazılması” sözlerinde “Mecaz, Kinâye ve Tenâsüb”,
“Tanrı, Ozantürk” sözlerinde “Telmih”, “dağ, ak” sözlerinde “Tekrîr”, “kar-yakmak,
muhabbet-bezemek” sözlerinde “Tezat”, “Temiz, ak; duru, berrak” sözlerinde “Tenâsüb ve Leff ü Neşr” sanatlarına yer
verilmiştir.
“Aşk
Pâdişâhım” (Durbilmez, 2002:
47- 48), şiirinde, “Sımsıcak
bir gülüş, tatlı bir nidâ, sevdâ bahçesi, zarif lâlesi, yoluna fedâ eylenmesi,
ruhun alev alev olması, günah yaşamak, aşk padişahı, ruhumun sultanı, gönlümün
şahı, aşkla inleyen şeydâ, feleğin tersine dönmesi” sözlerinde “Mecaz”, “Sımsıcak bir gülüş, tatlı bir
nidâ, sevdâ bahçesi, zarif lâlesi, ruhun alev alev olması, ben inleyen bülbül, sen nazlı gonca, vurgun
yiyen gönlüm, yüreği aşkla inleyen şeydâ,
aşk padişahı, ruhumun sultanı, gönlümün şahı, gül yüzlü melek” sözlerinde “Teşbih”, “Ozantürk, Tanrı, Hüdâ,
Melek” sözleriyle “Telmih”, “ötesi,
alev” sözleriyle “Tekrîr” sanatına
yer verilmiştir. Bu sözlerin hepsinde ayrıca “Tenâsüb” de vardır.
“Bil Gülüm” (Durbilmez, 2002:
49) şiirinde “Yudum yudum, aşk, gülüm, gül, yerde, ben, dağlar da, yanık
yanık” sözlerinde “Tekrîr”,
“yüreğini vermek, gökte uçan turnadan, nilüferden, gölde yüzen turnadan,
Selenge, Sakarya, Tuna’dan sormak, gece gündüz sevgiliyi solumak, yanık yanık
şakımak, yanık türküler demek, aşk ateşinin yüreği dağlaması, aşk gölüne ermek,
gül bahçesini (gülşen) şiirlerle süslemek” sözlerinde “Mecaz”, “Selenge, Sakarya, Tuna, Ozantürk, Ozantürk’ün dağlarda
dertle inlemesi” sözlerinde “Telmih”,
“gökte uçan turnadan, nilüferden, gölde yüzen turnadan, Selenge, Sakarya,
Tuna’dan sormak” sözlerinde “Teşhis”,
“sesin gökte ve yerde yankılanması, gökte uçan turnadan, nilüferden, gölde
yüzen turnadan, Selenge, Sakarya, Tuna’dan sormak” sözlerinde “Abartma” sanatına yer verilmiştir. “Yüreğimi veriyorum al
gönül!, Ben hep seni arıyorum gel gülüm!, Eriyorum eriyorum bil gülüm!”
mısralarında “Nidâ” sanatı vardır.
Durbilmez’in pek çok şiirinde görüldüğü gibi, “Bil Gülüm”ün sonunda da “Cinas” sanatı yapılmıştır: “dağlar da
(dağlamak)”, “dağlarda (-da bulunma hâl eki)”, “dağlar da (dağlar bile)”
sözleriyle.
“Unutmak
İçin” (Durbilmez, 2002:
50) adlı şiirinde sanatçı Durbilmez, şu edebî söz sanatlarına yer
veriyor: “Yüreğin gam dehlizine savrulması, dert denizi, devrildim, çırpınıp
durdukça gönül ummanı, zamanı içmek, kavrulmak, zamanın esrik kadehlerde
erimesi, başımda duman, yerlere serildim, hicran yarası, gönül savcısı, hayâli
tutmak, gönül avutmak” sözlerinde “Mecaz”, “çam gibi devrilmek, sevdâ sancısının içinde
büyümesi” sözlerinde “Teşbih”,
“yılana sarılmak, unutmak için çarmıha gerilmek, Ozantürk” sözlerinde “Telmih”, “çırpınmak, deniz, yılan,
umman, liman, içmek, kavrulmak, kadeh, mey sunan sâki, yerlere serilmek, sevdâ
sancısı, yürek sızısı mahkûm olmak, savcı, çarmıha gerilmek” sözlerinde “Leff
ü Neşr” ve “Tenâsüb”.
“Beni Sensiz
Bırakma” (Durbilmez, 2002:
51-52) şiirinde: “Çekip gitmek, bahar sevinci, sensin yazım baharım,
sensiz gündüzüm gece, sensin sevgi pınarım, naz çiçeğim dumanlı baş, sen
ekmeğim sen aşım, sensin arzu sen heves, sensin aldığım nefes, sensin gönlüme
derya, sensin büyülü rüya, çöker üstüme dünya, sensin ruh ve heyecan, ayrılık
yürekte kor” sözlerinde “Mecaz ve Tekrîr”, “gülen gözlerin badem, bahar
sevinci her dem, sensin yazım, baharım, sensin sevgi pınarım, sensin hayat
damarım, sensiz ırmak gözyaşım, sen
ekmeğim, sen aşım, sensin aladığım nefes sensin gönlüme derya, sensin büyülü
rüya, sensin ruh ve heyecan,” sözlerinde “Teşbih
ve Tekrîr”, “sensiz, bırakma, sensin, beni, beni sensiz
bırakma, sen, can” sözlerinde “Tekrîr”,
“beni sensiz bırakma, naz çiçeğim etme, gel, deme yâr umudun kes” sözlerinde “Nidâ”, “gülmek-sevinç, göz-badem-sevgi-saygı erdem, yaz-bahar,
pınar-hayat damarı, dumanlı baş-ırmak-göz yaşı, ekmek-aşım” sözlerinde “Leff ü Neşr” ve “Tenâsüb”, “Ozantürk” sözüyle de
“Telmih” sanatına yer
verilmiştir.
“Naz
Çiçeğim” (Durbilmez, 2002: 53)
şiirinde “Kaşların yay gibi, kirpiklerin ok, naz çiçeğim, zalim bir avcısın hiç
insafın yok, gözleri badem, zülfü siyah, gülen nurlu mâh, sevmek ibadettir, sevmemek
günah, sen de aşk atına bin naz çiçeğim, karasevdâlı bu naz çiçeğim, şiir
yüreğin elinde âsâ” sözlerinde “Teşbih ve
Tezat”, “yan bakmak, naz çiçeği,aşk
atı, gamlı bülbül, ilham perisi, gönlün gam sandalına mahkûm olması, kumruların
sevdâ dalına üşüşmesi, inat ağacından inmek” sözlerinde “Mecaz”, “ey gözleri badem, ey zülfü siyah” sözlerinde “Nidâ ve İstifham”, “gamlı bülbül, gülü niyazdan ayrı sanmak” sözlerinde “Teşhis”, “Sevmeyen bilir mi aşkın
derdi ne?”, Çare nerde mevcut gönül derdine?, Sen de aşk atına bin naz
çiçeğim!, Yüzünü yüzüme dön naz çiçeğim!, Sevmeyen kalplere Hakk’tan dert ine!,
Durbilmez bu aşkım bir kenara yaz!” sözlerinde “İstifham, Nidâ ve Telmih” ,
“Durbilmez bu aşkım bir kenara yaz!” sözünde “Tecahül-i Ârif”, “Ozantürk” sözünde “Telmih”, “Kaş-kirpik, bakmak, yan bakmak-kan ağlamak; gamlı
bülbül- bahar-yaz; gül niyaz âşık-usanmak-naz-karasevdâ” sözlerinde “Leff ü Neşr ve Tenâsüb” sanatlarına yer verilmiştir.
“Leke” (Durbilmez, 2002:
56) şiirinde: “Sır, dostluk, yüz” sözlerinde “Tekrîr”, “sırların sırtından vurmak, dostluğu boğmak ve fırlatmak,
surların sinelerinin delik olması, aşkı hançerleyip yere atmak” sözlerinde “Teşhis”, “sevgiyi kovmak, kalpleri
taşlaşmak, ruhun ölmesi, yüzsüzlük, yüz yüzlü olmak, yüzlerde maske” sözlerinde
“Mecaz ve Kinâye” sanatlarına yer verilmiştir. “Sineleri delik surlarımızın”
sözünde bir sözü bir yerde hem gerçek hem mecazî mânâda kullanılmasıyla “Kinâye” sanatına yer verilmiştir
“Bitti” (Durbilmez, 2002: 57) şiirinde kullanılan edebî söz sanatları: “Sevgim
taş kesildi, düşlerim dondu, aşkla yanmak, hâyallerim yanık, buz gülüşler, gönlü ejderha” sözlerinde “Mecaz ve Leff ü Neşr”, “benden” sözünde “Tekrîr”,
“Yusuf, Züleyha” sözleriyle “Telmih”
sanatına yer verilmiştir.
Bayram
Durbilmez, şiir kitabı “Yarnâme”de toplu olarak “Abartma, aktarma, aliterasyon, cinas,
intak, teşhis, istifham, kinâye, benzetme, tekrîr, tenâsüb iyham- ı tenâsüb, telmih, mecaz, leff ü neşr,
akis, tezat, tecâhül-i ârif, istiâre, rucû, nidâ, târiz, tevriye” gibi söz sanatlarına yer vermiştir. Sanat yapma ve şiirini edebî sanatlarla
süsleme konusunda Durbilmez, Halk ve Divan Edebiyatı sanatçılarından geri
kalmadığını bu eseriyle göstermektedir. “Sürmeli Yârim” başta olmak üzere,
Yârnâme’de yer alan pek çok şiiriyle üstad Bayram Durbilmez “Sultanü’ş-Şuâra”(Şâirler Sultanı) makamını alnının teri, bileğinin hakkıyla hak ediyor.
Yârnâme
gibi eserler yazıldıkça Türkçe daha da zengin bir dil olarak yaşamaya devam
edecektir. Bu temenni, Durbilmez ve onun gibi Türkçe sevdalısı mükemmel bilim
adamları, şâirler, yazarlar ve sanatçılar eliyle, diliyle gerçekleşebilir.
Yabancı dillerin boyunduruğundan uzak, Türkçeyi konuşma, konuşturma, Türkçeyi
nakış nakış işleme ve güzelleştirme sevdâsı
ömür boyu sürüp gitmelidir. Türk dilinin bilim alanında da, sanat
dünyasında da ilerlemesi, düşünen ve hisseden kişilerin böylesi güzel eserler
meydana getirmesiyle mümkün olacaktır.
KAYNAKLAR
1)Durbilmez, Bayram (1984). Vatanımın Bağrında- Şiir Tomurcukları, İleri Matbaası: Yozgat.
2)Durbilmez, Bayram (1988). Çileli Hayat- Huzura Hasret, Se-Da yayınları: Kayseri.
3)Durbilmez, Bayram (1993). Öze Çağrı, Se-Da yayınları: Kayseri.
4)Durbilmez, Bayram (2002). Yârnâme, Geçit yayınları: Kayseri.
5)Elgün, Abdullah Çağrı (2000). Edebî
Söz Sanatları, Lâçin Ltd. Şti.: Kayseri.
6)Elgün, Abdullah Çağrı,"Türk
Dili”,(Gnşltlmş İkinci Bas.)LaçinYay.Dağ.Kayseri 2001;
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder