Ali Rıza
NAVRUZ ve ESERLERİ ÜZERİNE
Abdullah Çağrı ELGÜN
Ali Rıza NAVRUZ tarafından yazılan ve GEÇİT
YAYINEVİ(Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim 2000, KAYSERİ`de yayımlanan eserlerinden
“Öksüz Uykular Bıraktım Yatağıma” şiir kitabı; doksan altı sayfadan
oluşmaktadır. Bu kitap, iki bölümde düzenleniyor: "Sebû", "Çatal
Kapı" Sebû: Farsça bir isim olup, şarap kabı anlamına gelmektedir. Şairin
bu ismi özellikle ve bilerek seçtiği
şiirlerinde kullandığı uslûp özelliğinden anşlaşılıyor.
Klasizmi, nostaljiyi seven şair, aynı kitapta yazdığı
diğer şiirlerinde de Farsça, Fransızca, İngilizce, Arapça, Rusça ve hatta
Yunanca bir çok kadın ismini ve kelimelerini,
şiirlerinde sergilemeyi, hüner sayıyor ve bunu yadırgamıyor: "Sebû,
s.4-13, 54” ,
Gülmira, Gestapo, “Olimpos, s.18-19” ,
“Suzanna, El-Nino, s.28”, visâl, melâl, ‘Bir Gece Faslı’, s.20”, “lâ ilâhe
illaâllah, ‘Küçülen Gözlerimin Büyüyen Bahtıyla’, s.21”, “ve hasbünallâhi veliğ
vel vekil, zehr-ı hicran, lâdes, jezabel, şah-suvar, ispinoz, azrâ , meâlen,
hâşâ, münhasır, Merkür, Venüz, Bir Tutam Melâl, s.20-21” , “Velhasıl, s.4-13” , “Mücrüm Gibi, s.32”,
“Zehr-i Hicran s.43”, “Âvâre Dosta, s.50”, “En-Diş’e, s.54”, “Yes, no, very good, bed, ‘Bir Gece
Faslı’, s.75-80” ,
Akrotiş, s.82-83” ,
Mançolu Donkişot, ‘Cemre Düşmüş’, s. 84” “Öksüz Uykular Bıraktım Yatağıma, Geçit
Yayınları, Ekim 2000, Kayseri.
Bu durum, Servet-ı Fünûn Edebiyatı döneminin cılız,
yapmacıklı, içedönük, melankolik, hayattan kaçış, tabiata ve sessizliğe
sığınma; mor ve kızıl akşamlar, hayatı ve yaşamayı iğrenç sayarak, hayattan
kopma, toplumu kötü ve iğrenç görme, toplumdan kaçma, sessizlik, akşamın zifiri
karanlığı, ağlama, gözyaşları, sessiz çığlıklar, aşka sığınma özlemlerinde
görülüyor…
Servet- Fünûn dönemi yazarları, Türk Dili`ni Tanzimat Edebiyatı yazarlarından daha geri
bir anlayışla Arapça ve Farsça kelime deyim ve terkipler kullanarak
zorlaştırıp, ağır anlaşılmaz söz sanatları ile işleyip bozarak Fransızcanın
emrine veren ve Millî Edebiyatçılar tarafından da memleketi ve milleti
yansıtmadığı için bir yozlaşma hareketi olarak
kabul edilip, itham edilen şairlerdir; bununla birlikte Tevfik Fikret,
Cenap Şahabettin hatta Ahmet Haşim, devrin en önemli ve isim yapmış şairleri
olarak edebiyat sayfalarında ve edebiyat tarihi içerisinde yerini almışlardır.
Ali Rıza NAVRUZ`un şiirleri, özellikle de son şiirleri
bana Servet-i Fünûn Dönemi`nin romantik
şiirlerini YANİ, SİSTEN ve MELANKOLİK HAYATTAN SIYRILIP GERÇEĞE ve HAYATA
DÖNÜŞE GEÇİŞ ŞİİRLERİNİ hatırlatıyor:
Tevfik Fikret`in:
"Küçük, mutharit, muhteriz darbeler,
Kafeslerde, camlarda, pür-ihtizâz"
…
"Sürür bir kadın bir ridâ-yı siyah
Saçaklarda kuşlar-hazindir bu pek-
Susarlar, uzaktan ulur bir köpek,
Öter gûş-ı ruhumda boş bir enin"
Sonra
Doksanbeşe Doğru adlı şiirinde:
“
Doksanbeşe Doğru
Bir devr-i şeamet, yine çiğnendi yeminler;
Çiğnendi, yazık, milletin ümmid-i bülendi!
Kanun diye topraklara sürtündü cebinler;
Kanun diye, kanun diye kanun tepelendi…”
Tevfik Fikret’in “Sis” inden sonra, aynı dönemde
yaşayan ve döneminin en ünlüleri arasından Cenap Şahabettin’in “Elhan-Şita”sı
günümüz şairlerini bile tesiri altına alan yansımasıyla o devrin güçlü bir
ekoli olarak dikkatimizi çekmektedir.
Elhan’ı
Şita
Bir
beyaz lerze, bir dumanlı uçuş,
Eşini
gaib eyleyen bir kuş gibi kar
Gibi kar
Geçen
eyyâm-ı nevbaharı arar...
Ey
kulûbün sürûd-i seydâsu,
Ey
kebûterlerin neşideleri,
O
baharın bu işte ferdâsı
Kapladı
bir derin sükûta yeri
Karlar…
Sayın
Navruz`un kitaba adını verdiği birinci bölüm "Sebû" şiirlerinde de:
"… Ve, oysa şu yalnızlığımızı;
belkisiz sevdâların bitimsiz hançerleriyle
boğazlayabilirdik. Ondördüncü bir
gecede saçlarından süzülen morötesi
ışınlar, ıslanan umutlarımızı sererdi bir
gülücüğün dalına. Belki şu iki yıldız
arasındaki bu amansız saklanbaç oyunu
da biterdi o zamanlar.
Hatta- belki de- bilmem ne
burnunda martıların çalacağı melodiler
eşliğinde şarkılar söyler/
şiirler ağlatırdık.
İşte bu yüzden dün gece;
"Öksüz
uykular
bıraktım
yatağıma…"
"…Yine kûşâde talihim/
hep bahtıma uydu."
Bu biçim, bu tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri şiirleştiren bir tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir
değilse bile farkı lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş,
nutuktur.
"Keser Döner Sap Döner" şiirinde de
"Gece kördür şimdi, gündüzse sağır.
Sağır gündüz kör geceye âşiyân.
Hâl-ı melâlimiz bu beyne ağır,
Gelse de değiliz günleri sayan." Diyen Şair Ali Rıza NAVRUZ bize, her haliyle
Edebiyat-ı Cedide Topluluğu`nu hatırlatıyor. Dilimizin bilgisayar terimleriyle
allak bullak olduğu; çarşıda, pazarda, sokakta karşılaştığımız onlarca yabancı
kelimeye, insan ve yer isimlerine, bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev,
devasa dükkanlara bir de şairlerin bu uyduruk dili ve eski kelimeleri diriltme
gayretleriyle, şiirlerini yabancı kelimelerle örme çabaları, bu kültür
erozyonuna eklenince ortada millîlik namına bir şey kalmıyor. Millet dilini
halk dilini ve Türkçe kelimeleri, mumla arıyorsunuz. Halbuki şair milletin,
halkın susmayan sesidir. Halka halkça hitap eder. Mehmet Emin YUDAKUL`un dediği
gibi:
"Şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir."
Faruk Nafiz ÇAMLIBEL`de:
"Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın" Şair acı çekecek, çile çekecek, üzülecek,
ölecek haykıracak; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun anlayacağı
sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek. Halkın gözü, halkın kulağı, halkın gönlü,
halkın dili olacak ve onların söyleyemediklerini söyleyecek, haykıracak. Halkın
hislerini, dertlerini, acı ve tatlı seslenişlerini, sesini duyuracak… Halkın sesi
çıkaçak ki, şairler halk diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz çocuklar
gibi boynu bükük kalmayacak…
Geçmişi çağrıştıran, kötü olan eskiyi, aynen veya
benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonra anlaşılmayan şair sadece
kendi söyleyip yine kendisi dinler.
Üstâd Mehmet Âkif`in: "Yeni yeni olduğu için
değil, iyi olursa alınmalı; eski de eski olduğu için değil kötü olursa
atılmalıdır" sözü gereğince bir çok tenkide uğramış ve hatta "millî
olmamak ve memleketi yansıtmamak"la itham edilip, suçlanmış bir topluluğun
devamı olmak ve o çizgiden sapmamak, tecrübeyi, sınama yanılmayı, gelişmeyi,
teknolojiyi, millet mefhumunu, halkı,
hatta kendini inkar edip, değerleri hiçe saymaktır.
Ahmet Haşim`in:
O belde…
Hangi bir kıt`a-ı muhayyelde?
Hangi bir nehr-ı dû ile mahdûd?
Bir yalan yer midir veyâ mevcûd
Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?
Bilmem…yalnız,
Bildiğim sen ve ben ve mâi deniz"
Şair Ali Rıza NAVRUZ ise:
"Sana,
Bulutları öpme vaktinden susuyorum
Gülmira!
… Bana değil,
Gestapo`ya sor Gülmira;
…Şimdi bulutları öpme vaktinden
Susuyorum sana.
Sesim ki elbette duyulmaz, Gülmira,
Zîrâ
Zamana isyanlarda
Bir
Olimposlu var karşında!…"
Kılasizmin katı kuralları burada da hakimiyetini devam
ettirerek şairi kelepçelerle bağlamış. "Amir Hükmü" gücünü burada da
göstermiş olmalı ki Yunanlının
"Olimpos Dağı" şaire ilham oluyor Olimpos`u özlüyor ve kendini "zamana isyanlarda" bir
Olimposlu olarak görüyor. Peki neden
Kaf Dağlı, Tanrı Dağlı, Altaylı, Ala Dağlı, Erciyesli, Ağrılı, Nemrutlu,
Cûdili, değil de Olimposlu?!. Çünkü
isyanları ancak ve ancak Olimposlular oynar… Hayata karanlık gecelerden bakış,
hayatın zindanlığı, hayatın çirkefliği Olimposlularda var da ondan!.. İçindeki
fırtınaları kendi dengelerini şair; bildik, tanıdık memleket dağlarıyla,
insanlarıyla ve efsaneleriyle bağdaştıramıyor ve Olimpos`u
kullanıyor.
Ali Rıza NAVRUZ’un
“Benden Bana Mektuplar” Bizim Gençlik Yayınları, Laçin Dizgi, Yayın ve
Dağıtım, Kayseri, 2003 II.Baskı; Mısralarda AYDEMİR DOĞAN ‘MISRALARDA DOĞAN’
Şafak Ofset Matbaacılık, Yenidoğan Mah.Matbaacılar Sitesi 3.Blok No: 37
Kocasinan/KAYSERİ I. Baskı 2004, adlı
kitaplarında aynı kelimeleri zengin bir şekilde görsek bile: “ve hüve
âlâ külli şeyn gadir, s.15; hoş geldin eyâ berîd-i cânân; bahşet bana bir nuvîd
cânân, s. 17; Hikâyeti gâm-ı hicrân-ı
yârı mı diyelim?, Şikâyet-i sitem-i rûzgâr mı diyelim?, s. 18; Gel de yazma!
Gel de hissetme burukluğunu dün akşamın. s.18; Epeydir ağlamak istememe rağmen
ağlayamıyordum dost. İşte bu gün onu yaptım: Umumi bir parkın sessiz bir
köşesindeki bir banka oturdum ve cıncık gibi ağladım. Ağlamak!... Dur bir şiir
geçeyim de sana, ağlamanın faziletine sonra dokunurum Navruz: … Ne aradık ne
bulduk yer yüzünde!.../ İnan sevdiğim bizi aldattılar./ Sonunda yapayalnız
kaldık…/ Ne diyelim!.../ Gel, / Dünya duruncaya kadar, ölüme kadar/ Gel beraber
ağlayalım…s.25-26; Fasl- Hüzün, s.31;
sine-i sâd pâreme, s.33; hoş bir itilâf işte!... s.36; …diyorsun ki:
İdrâk ı me’âli bu küçük akla gerekmez/ Zirâ bu terazi bu sıkleti
çekmez.” s.37; İşte hal- i perişanımız
Navruz!, s. 66; “A” harfinden başlıyor “Z” harfine kadar yine selamlarımı
yolluyorum sana…s.70; Biz ki, mihneti bu
âlemde kendimize hüner etmişsek; zevk olarak herhalde sürûru; “olamaz bir hanede mihman mihman üstüne”
gönüle misafir edemeyiz. s.74; Bakmayın aranızda olduğuma;/ Bu dünya bana göre
değil…/ Bir simsiyah bakışa; karanfilim, hem gülüm./ Ben gamzenin okuyla v u r
u l u r u m, ölürüm!...” Dışarıda inceden inceye bir yağmur yağıyor
saat 15.30….., s.75; Aslında Navruz, gözyaşlarının ve de acının ne olduğunu
ikimizde biliyorduk. Biliyorduk da bilmemezlikten geliyorduk. Ve aradan dörder
ayaklı mevsimler geldi geçti. Yanmanın lezzetini iliklerimizde hissettiğimiz
bir zaman geldi çattı. “Artık soramam ben sana giryan ne demektir?
Giryan… Onu geç anlatamam ben diyemezsin. Israr edemezsin… Artık
soramazsın bana; hiçran ne demektir? Hiçran mı, evet âh, onu inkar edebilsem!.”
s.78; “Tulû-i haşre kadar” kadar
sürerse, “âkibet bu semâ” o zaman şu rûhu beden kafesiyle birlikte bir
derin boşluğa bırakalım gitsin.s.79; Ah Mehrazaâd!... Vah Aygül!.. Kimlersiniz
be?... s.100; Tekelonya başbakanı Tanya
dudu bile böyle yapmıyor mu sanki…s.101;
Ve ben; / Şair bozuntusu bir Rıza;/ Oturur sabahlara kadar şiir yazarım./
Gamzekızlı ya da Mehrazadlı… /
Sarhoşluğum, berduşluğum, bir hoşluğum kimin eseridir bilemem,/ Belki bilirim
de anlatamam!. s.105 “Benden Bana
Mektuplar” Bizim Gençlik Yayınları, Laçin Dizgi, Yayın ve Dağıtım, Kayseri,
2003, II.Baskı;
Efkâr, hüzün, zâr, gönül, yara uykusuz gece, boş
yatak, düşman yastık, kahır, esir, göz
yaşı, ah, ve günah!.. Bir sevda cenginin gönül ovasında, / Eski Hikâye/ den
kalan hatıradır bütün bunlar elbet…s.19; Mısralarda AYDEMİR DOĞAN ‘MISRALARDA
DOĞAN’ Şafak Ofset Matbaacılık, Yenidoğan Mah. Matbaacılar Sitesi 3.Blok No: 37
Kocasinan/KAYSERİ I. Baskı 2004
"Bundan sonra ne yapacak? Biraz evvel kardeşinin
mûsibetini def`etmek çaresini ararken, bir idam hükmü soğukluğu ile inen bir
kelime suya düşen bir taş parçası gibi ağır ağır, suları yararak ric`at mümkün
olmayan bir sukût ile kalbinin en derin noktalarına kadar, türlü emelleri
ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu: Hiç!..
Evet, hiç!.. Bundan sonra hepsine vedâ etmek., bir
aralık şiir baharı ile bulanan gözlerinin önünde, yükseldiğini gördüğü emel
kâşânesinin artık enkazı kenarına oturup, uzun bir harman nazariyle, onun
mâtemini tutmak lâzım geliyordu.
Evet, Lâmi`a ile eseri…
Karanlıkta yazıları görmeyerek yaprakları çevirdi, son
sahife olacağını tahmin ettiği yaprağa kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o beş
sıfırı bir rü`yet vehmi ile tekrar gördü. Lâmi`a!…. Birden, bu siyah gecenin
karşısında aklına bir başka gecenin hâtırası geldi."
Ali Rıza Navruz`un
şiirleri Servet-i Fünûn dilinin bir bakıma kopyası, yapmacık ve
yabancı dillerden alınan kelimelerle adeta bir yamalı dantel örgüsü gibi sanat
yapma gayret ve telâşıyla yüklü.
Bu şiirinde Ali Rıza NAVRUZ; yine bildiğimiz
çelişkileri aşağıdaki Karacoğlan, Gevherî, Aşık Ömer, Erzurumlu Emrah tarzında
yazdığı şiiriyle gösteriyor:
"Yine nazlı yardan bir mektup aldım,
Hasretin sevgilim bağra, yel diyor
Sen giderken hemen, gelirsin sandım,
Aylar yıla döndü, artık gel diyor"
Mevsim kışa döndü her taraf ayaz.
Al düştü içime, dışarım beyaz
Beni bırakıp da gittiğin o yaz,
Bir alevdi gönlüm, şimdi kor diyor."
Navruz, "Kuma" isimli şiirinde şiirle senli
benlidir ve de asıl hedefine ulaşır. Kafasından geçenleri, anlatmak
istediklerini bir çırpıda deyiverir. Şairin hüneri de burada başlar.
Kelimelerin gücü şairin usta kaleminde dile gelir ve ustalıkla, hünerle
diziverir kelimeleri. Usandırmadan, sıkmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı
gediğin:
"Dün şölenden geldim ki
Sen yoksun…
Bir not iliştirmişsin, küseğen yastığına.
Meâlen şöyle:
"Anlı şair(!)
Şanlı Şair(!)
Benden işte bu kadar,
Sen;
Şiirin koynuna gir…"
Şair Ali Rıza NAVRUZ şiirdeki maharetini, halk dilini
kullanarak da göstermek istiyor. Dikkate değer tarafı, sanatın yapmacıklardan
uzak, süslemesiz olabileceğini de göstermiş. Halkça, sade, terkipsiz
Türkçe ile yazdığı bir kaç şiirinde bu
durum ortaya çıkıyor. Asıl, zekâsını, dehasını, sanatını hem serbest hem de
ölçülü ve kafiyeli yazdığı şiirlerinde
gösteriyor. "Öksüz Uykular Bıraktım Yatağıma" şiir kitabının
ikinci bölümü "Çatal Kapı" dan işte iki örnek:
Her bahar ektiğim umut üstüne.
Bozuldu akordu
çalmıyor sazım,
Eklendi acılar hasret üstüne."
…
"Şundan eminim ki uzun zamandır
Bu kantarın topuzunda hile var.
Bilirim ben, başım gövdemden ağır,
Yüreğimde, bir bu kadar, çile var…"
Sonuç olarak Ali Rıza NAVRUZ, ilk dönem şiirlerinde
hece ve serbest tarz, Servet-i Funûn şiiri tarzını izlemiştir. Şiirlerini
Tevfik Fikret, Cenap Şahabetin, Ahmet Haşim’in, terkibli dilini, süslü ve
sanatlı şiir tarzını denemiştir. Bunda da başarılı olmuştur. Son dönem
eserlerinde bu yoldan az da olsa uzaklaşmıştır; fakat bu defa da Orhan Veli Kanık,
Oktay Rifat Horozcu, Atila İlhan gibi yenilikçi şairlerin çizgisinde kendi dil
ve uslûbunu ustaca ortaya koyarak eser
vermeğe devam etmektedir.
KAYNAKLAR:
1.
Ali Rıza NAVRUZ, ÖKSÜZ
UYKULAR BIRAKTIM YATAĞIMA, GEÇİT YAYINEVİ (Basım-Yayın-Dağıtım) Ekim
2000, KAYSERİ
2.
Hacı Recep ÇALKANER, “4x4 Aslan Gayserilim”, Şafak
Ofset Matbaacılık San.Tic.Ltd.Şti. Ağustos 2003,KAYSERİ
3.
Abdullah Çağrı ELGÜN, "Türk Dili”, (Genişletilmiş İkinci Baskı)
Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2001;
4.
Abdullah Çağrı ELGÜN,
"Edebî Sanatlar”, (Laçin Yayın Dağıtım, Kayseri 2000)
5. Mehmet KAPLAN, Cumhuriyet Devri Türk
Şiiri, Başbakanlık Kültür Müsteşarlığı Yayınları:7, İstanbul-1973, s.5-8
6. İlhan GEÇER, Cumhuriyet Döneminde
Türk Şiiri, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları. 785, Ankara-1987, s. 140-143
7. Mehmet
KAPLAN, Tevfik Fikret ve Şiiri, Türkiye Yayınevi, İstanbul-1946, s.149
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder