ERBAY KÜCET “MAVİ CEYLAN”
HİKÂYE KİTABI ÜZERİNE
Abdullah Çağrı ELGÜN
1955’te Ankara doğdu. Evli ve üç çocuklu olan KÜCET, 1980 yılında Eskişehir Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü bitirdi. 1988 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Lisansını tamamladı.
1975- 2009
yılları arasında: Her gün, Millet, Ortadoğu, Genç Öğretmen, Çaylak, Töre,
Mavera, Aylık Dergi, Yenidevir, Millî Gazete, Vahdet, Cıngar, Belde, Gençlik,
Kıvılcım, Tırpan, Çerağ, Yeni Dönem, Seğmen,
Akit, Yeni Şafak, Çubuk Haber ve Anayurt gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı.
Türkiye
Kültür ve Sanat Yıllıkları’nda bölüm yazarlığı ve Başbakanlık Türk Aile Ansiklopedisi’nin yayın kadrosunda görev yaptı.
1983 yılında Yeni Devir Gazetesi “Hikâye Yarışması”nda Mansiyon aldı. 1996 da Gençlik Dergisi okurlarınca “Yılın
Yazarı” seçildi.
Türkiye Yazarlar Birliği’nce (TYB)
düzenlenen “Türkçenin Uluslararası Şiir
Şölenleri”nde:
1992, Türkiye/Bursa-Konya;
1993, Kazakistan/Almatı;
2005, Ukrayna/Simferopol;
2007, Makedonya/Üsküp Tertip Komitesinde görevler aldı.

1995-1997, Eğitim-Bir Sendikası Eğitim Sekreteri;
1998-1999, Çocuk Edebiyatçıları Birliği Genel Başkan Yardımcısı;
2003-2005, Ankaralılar Derneği Genel Başkan Yardımcısı
2008-2010 Çocuk Edebiyatçıları Birliği Genel Başkanlığı görevlerinde
bulundu.
Halen “TBMM Kültür, Sanat ve Yayın
Kurulu” Birim Amiri görevinin yanı sıra, Türkiye Bilardo Federasyonu Asbaşkanı, Mehmet Âkif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Mütevelli Heyet Üyesi,
İLESAM üyesi, Türkiye Yazarlar Birliği
Denetleme Kurulu Üyesi, Çocuk
Edebiyatçıları ve Sanatçıları
Birliği Genel Başkanı gibi görevleri de birlikte yürütmektedir.
ESER
HAKKINDA
Son günlerde
kişisel gelişim konularıyla yakından ilgilenen Erbay KÜCET:
2008, “Güncelle Kendini” (Kişisel Gelişim),
2008, Mavi Ceylan (Çocuk Hikâyeleri)
2008, Hoca Nasreddin’i Nasıl Bilirdiniz? (Araştırma)
adlı çiçeği burnunda verimli eserler vermeye devam etmektedir.
2008, Erbay KÜCET’in bu eseri Mavi Ceylan (Çocuk Hikâyeleri), Bay Yayıncılık tarafından (Şehit
Adem Yavuz Sk. No:5/12 Kızılay/ANKARA) çıkartıldı.
Eğitimci, araştırmacı, şair ve yazar kimliğiyle dikkat
çeken KÜCET, elimizdeki bu eseriyle gösteriyor ki verimli bir yılın ardından,
daha bir çok esere imza atmaya devam edecektir.
“Mavi Ceylan”, HİKÂYELERİNDE
KONU ve TEKNİK YAPI
HİKÂYE
Yaşanmış veya yaşanabilir bir olayı, belli
kurallara bağlı olarak anlatan kısa yazılara hikâye(hikâye) denir.
Hikâyede kişiler, hayatlarının sadece bir
yönüyle ele alınırlar. Olay; veya kişilere ait ayrıntılara girilmez.
Hikâyede kişi ve olay sayısı azdır. Kimi
zaman olaya gerek duyulmaz. Hayatın bir kesiti alınarak hikâyeleştirilir. Bir “an” ın hikâyesi oluşturulur, “insan gerçeği” bir iki yanıyla ele
alınır. Oktay KÜCET’in Mavi Ceylan adlı eserinde bu durumu
görmek mümkün olmakla birlikte, kişi ve olayın ayrıntılarına kaçılmştır.
Hayatın bir bölümü, kuralına uyulmamıştır.
Anlatımlar kimi hikâyelerde gereksiz uzatılmıştır. (Onunla geceler boyu
uçarak dolaşıyor; ve inanmayacaksınız; ama ta bulutlara kadar çıkıyordum. “Mavi
Caylan” s.5)
Bozuk
anlatım: (Az sonra kasabanın dışına
çıkmıştım, dere boyundaki tarlalara giden yolda ceylan gibi sekmeye
başlamıştım. Fakat burada yol oldukça bozuktu, zemin alabildiğince keskin çakıl
taşlarıyla kaplıydı. Bu yolda bu hızla bisiklet kovalamak pek akıl karı değildi
aslında çünkü altımdaki araç heran zarar görebilirdi. Ama bunu düşünen kim?
Ancak bir süre sonra olan oldu ve ben bisikletin arka tekerleğinin yarılmasıyla birlikte ortalık yerde
kalakaldım.)
Düzeltilmiş hali: (Az sonra kasabanın dışına
çıkmıştım. Dere boyundaki tarlalara giden yolda ceylan gibi sekmeye
başlamıştım; fakat burada yol oldukça bozuktu. Zemin alabildiğince keskin çakıl
taşlarıyla kaplıydı. Bu yolda bu hızla bisiklet kovalamak (sürmek, “bisiklete
binmek”) pek akıl kârı değildi. aslında çünkü Altımdaki araç her an zarar
görebilirdi; ama bunu düşünen kim? Ancak Bir süre sonra olan oldu. ve Ben bisikletin arka tekerleğinin
yarılmasıyla birlikte ortalık yerde kalakaldım. “Mavi Ceylan s. 6”)
Ortaçağ
’da özellikle Hindistan’da “Binbir Gece
Masalları”yla sağlam bir hikâye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu
gelenek Arapçadan yapılan çevrilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ
Avrupa’sında yaygın olan hikâyeleri, masal, efsane,
rivayet anlatımlarından ayıramıyoruz.
Bizde 1839 Tanzimat’ın ilanını takiben
dönemde, Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk
edebiyatında yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği vardı.
Günümüzde de yaşayan halk hikâyeleri,
meddah hikâyeleri, köy odalarında sazlı sözlü anlatılan hikâyeler, tandır başı
hikâyeleri, kıraathanelerde anlatılan hikâyeler, halk masalları, bu geleneğin birer belgesi
olarak karşımıza çıkarlar. VIII. IX yy. ortaya çıkan; fakat XIII. ve XIV.
yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Oğuznâmeler, Dede Korkut Hikâyeleri,
çağdaş hikâye tekniğine uygun yapısı ve kurulumu ile Türk Edebiyatını
kuranların Batı’dan çok önce hikâyeyi keşfetmiş olduğunu göstermektedir.
Hikâye hayatın bütünü içinde; fakat bir
bölümü üzerine konulmuş derinliği olan bir gözlüktür. Bu gözlüğün arkasında
kimi zaman olay, gelişim evreleriyle; kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde,
hikâye boyunca incelenir. Burada yazar, bir plana bağlı kalır. Klasik vak’a hikâyeleri
dediğimiz bu hikâyelere Erbay KÜCET’in “Mavi Ceylan” adlı eseri de benzerlik gösteriyor. Bu teknik yapı, Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından
yaygınlaştırıldığı için; klasik vak’a hikâyelerine “Maupassant Tarzı Hikâye” de denir. Bu tarzın
bizdeki temsilcileri Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarlardır. “Mavi Ceylan” hikâyesi
ile Erbay KÜCET, bu yolda ilerlemek istemektedir..
Hikâyede, kimi zaman gözlüğün arkasından
incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu
tarz hikâyenin dünya edebiyatındaki temsilcisi ise Anton Çehov’dur. Çehov
tarzı hikâyede başarılı yazarlarımız arasında Sait Faik Abasıyanık,
Memduh Şevket Esendal vardır.
Hikâyede
Olay, Plan ve Konu:
Vak’a hikâyelerinde durum, faaliyet
önem arzetmektedir. Hikâye boyunca olay çeşitli yönleriyle irdelenir. Ayrıca
olayın başlaması, gelişmesi ve belirli bir sonuca ulaşması gerekir. Sonuç,
okuyucuyu şaşırtmaz; olayın gelişim aşamasında yer yer, meraklandırma öğeleri görülür; düğümler oluşur; arkasından
çözümler gelir. Erbay KÜCET’in “Mavi
Ceylan” hikâyesinde “Plan, Konu ve Olay”ı görmek mümkün oluyor.
Hikâyede
Olay
Üzerinde söz söylenen, fikir yürütülen
olay; veya durumdur. Hikâyelerde yaşanmış; veya yaşanabilir olaylar ele alınır.
Erbay KÜCET “Mavi Ceylan” hikâye
kitabında bunu gerçekleştirmiştir.
Hikâyede
Plan
Hikâyede plan hikâye çeşidine göre
değişmektedir. Bu tür bir olay hikâyesinde, serim(giriş) , düğüm(gelişme),
çözüm(sonuç) bölümü vardır.
Serim: Bölümünde olay, kişi ve kişiler genel
anlamda tanıtılır. Zamana ve mekana bağlı özellikler, olay; ve kişilere bağlı
olarak verilir.
Düğüm: Yazar, hikâyede, olayın akışı içinde
kişiler, zaman, yer öğelerine yönelik bilinmezler düğümünü oluşturur.
Hikâyelerin hacim olarak geniş ve kapsamlı olmaması, düğüm sayısının da sınırlı
olmasını sağlar. Merak öğesi olayı sürükler.
Çözüm:
Olay hikâyelerinde merak
öğeleri, ana düğüm, genellikle beklenmedik biçimde çözülür. Hikâyedeki ana olay
okuyucuyu etkileyecek bir sonuca ulaşır. Klasik olay hikâyelerinde ulaşılan bu
sonuç sürpriz olmaz.
Çözüm bölümü, hikâyede her şeyin bittiği
anlamında değildir. Bir çok hikâyede, hikâyenin başlangıcı; ve sonucu, okuyucu
tarafından tamamlanır.
Belli bir olay üzerine kurulmayan,
anlatımın ön planda olduğu, hayatın bir kesitinin anlatıldığı hikâyelere durum
hikâyesi denir. Kurucusu Anton Çehov’ dur. Yazarın bir plan yapma
zorunluluğu yoktur. Durum hikâyelerinde serim, düğüm, çözüm düzeni, olay
hikâyelerinden farklıdır. Olay hikâyelerinde önemli ve öncelikli olan merak
öğesi, durum hikâyelerinde kişisel ve sosyal yorumlardan, duygu ve hayâllerden
sonra gelir.
Durum hikâyelerinde belli bir düşünce
güdülmez. Yazar kendi kişiliğini saklar. Durum hikâyelerinde hikâye
kahramanları tam olarak tanıtılmaz . Kişilerin hayat tarzları, zaman ve mekana
bağlı olarak, doğal anlatım içinde okuyucuya sezdirilir.
Çevre ve insana ait ayrıntılar dikkatle ve
tüm canlılığıyla verildiği halde; düğümlerin çözümü belli bir sonuca ulaşmaz.
Olayların ve durumların akışı, okuyucunun hayâl gücüne bırakılır. Durum
hikâyelerinde çoğu zaman olay hikâyenin bittiği yerde başlar.
Hikâyede
Zaman
Zaman, hikâyenin temel öğelerinden biridir.
Klasik olay hikâyelerinde anlatılan olay veya olaylar, zamana bağlanır. Olay
belli bir zaman dilimi içinde başlar,
gelişir ve biter. Erbay
KÜCET’in hikâyelerinde zaman bir günde başlayıp bir günde bitiyor.
Hikâyenin konusuna ve yapısına göre zaman
uzar veya kısalır; ancak hikâyede yılları alan bir zaman söz konusu
değildir.
Durum hikâyelerinde akan zamana yer
verilmez. Belli zaman içinde gelişen olay ve olaylar zinciri olmadığı gibi,
olaya bağlı değişen bir zaman da yoktur.
Mekan
Klasik olay hikâyelerinde olayın geçtiği
yere mekan denir. Yazar olayın gelişimi içinde, fazla detaya inmeden, olayın
geçtiği mekanı da anlatır.
Durum hikâyelerinde mekan anlatılmaz,
sezdirilir. Mekana ilişkin verilen ayrıntılar, hikâye konusuyla bağlantılıdır. Erbay
KÜCET’in hikâyelerinde mekan: Ankara’da
bir kasaba ve kasabanın meraları otlukları.
Hikâyede
Kişi, Kişiler
Hikâyede birinci, ikinci ve üçüncü
kişi gibi sınıflandırma yapılır. Birinci kişi baş kahramandır, diğerleri
ise yardımcı elemanlardır. Erbay KÜCET’in hikâyelerinde kişiler: Anne, baba,
çocuk, komşular, arkadaş çocuklar, olarak görülmektedir.
Olay hikâyelerinde; hikâye kişileri az da olsa fizikî ve ruhî
özellikleriyle tasvir edildikleri halde ; durum hikâyelerinde, kişiler
tanıtılmaz, olayla ilgili yönleri öne çıkarılır.
Hikâyede Yazım
Dili ve İfade Çeşitleri
Hikâye kişileri, günlük konuşma dilinin
tüm canlılığı ile karşılıklı konuşmaktadırlar. Hikâye dilinde cümleler
genellikle kısadır. Anlatım, günlük söyleyişte görülen deyim ve sözcüklerle
zenginleştirilmiştir.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde ifade çeşitleri ... “Ne
yapıp edip bu konuyu halledeceğiz evlât! Başka çıkar yolumuz kalmadı! “demişti
babam.
Birden bire meraklanmıştım. Gözlerimi kapatarak:
Nasıl? Diye sormuştum.
O sırada annem araya girmişti:
“ Gelinlik günlerimden kalma bir küpem vardı. Altın.
Onu bozdurabiliriz.”
İfade
Çeşitleri
Olay ve durum hikâyelerinde anlatılanlar
ya yazar tarafından ya da hikâye kişisi tarafından dile getirilir. Hangi
durumda olursa olsun, hikâyeye, anlatıcının bakışı hakimdir. Olay ve durum,
anlatıcı tarafından yönlendirilir. Anlatıcı, hikâye kahramanı; veya
kahramanları adına düşünür. Hareketleri ve durumları anlatıcı yorumlar.
Görüldüğü gibi hikâyede iki türlü anlatım
biçimi vardır. Hikâye kahramanı tarafından anlatılanlar hikâyelerde “birinci kişili” anlatım; yazarın
ağzından anlatılanlar ise hikâyelerde "üçüncü
kişili" anlatımdır. Bazı hikâyelerde bu iki anlatım biçimi,
birlikte kullanılır.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde ifade biçimleri kendi
ağzından nakledilmektedir. Bu anlatım tarzı, “Ben Anlatıcılı” ifadelerdir.
Hikâye dilinin zenginliği, yazarın dile
hakimiyetiyle ilgilidir. Hikâye dili, yazardan yazara, ayrıca hikâye türüne ve
konusuna göre değişir.
Durum hikâyelerinde ise günlük dil kullanılır.
MODERN HİKÂYE
Yazarın, insanların her gün gördükleri;
fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayâl ve bir takım
olağanüstülüklerle anlattığı hikâye biçimine Modern Hikâye denir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’li
yıllarda ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır.
Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun Taner,
hikâyelerinde, genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve
toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla ele alır. Yazar sade anlatımına
ince bir yergi ve yer yer, alay katarak , olay ve kişilerin gerçek yönlerini
göz önüne serer.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde durum farklıdır. Köy
hayatını, köydeki bir ailenin yaşayış biçimi, yeni alınan bir eve borçlanmış
olmasına rağmen aile bireylerinden çocuğun isteğini yerine getirebilmek ve onu
mutlu kılabilmek için yapılan fedakârlıklar
anlatılıyor. Bir ailenin çocuklarına olan güven duygusu çocuklarına
karşı tavırları, çocuğunu koruma ve kendine güven duygusu içerisinde
meraklarını gidererek yetiştirme hayata iyi bir evlât olarak hazırlayabilme
kaygısı yatmaktadır.
Türk Edebiyatında ilk hikâyeler,
Samipaşazâde Sezai’nin yazdığı küçük eserlerdir.
Batılı anlamda hikâyenin Türk
Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
Avrupaî
tarzın ilk ilk HİKÂYE ve
ROMANCILARI Ahmet Mithat Efendi, Emin
Nihat Bey, Şemseddin Sami Bey’dir.
Ahmet Mithat
Efendi neşirlerinde 1870 yılında
KISSADAN HİSSE, LETAİF i RİVÂYET’in ilk beş
bölümü ile başlar. 1873’te başlayıp,
1875’te biten Emin Nihat
Bey’in MÜSAMERETNAME’si ikinci
teşebbüstür. 1875’te ŞEMSETTİN SAMİ’nin TAAŞŞUK i TALAT ü FİTNAT’ıdır.
Modern hikâyenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise
Halit Ziya UŞAKLIGİL ve Haldun Taner’dir.
Türk hikâyeciliği, ilk olarak İlk Çağ, Orta Asya Binbuda Kütüpanesi’nde bulunan
Uygurca, Samoyetçe, Sankritçe hikâyeleridir. ( Kaynanam Kara Papam Kara, İkiz
Kardeş Hikâyeleri) Bunlar Anadolu’da masala ve tarihî eserlere girmiştir.
Bunlar da:
Oğuznâmelerimiz,
Dedekorkut Hikâyelerimizdir.
Sonraki yüzyıllarda ise bunu:
Leylâ ile Mecnûn,
Ferhat ile Şirin,
Yusuf ile Züleyha,
Arzu ile Kamber, …vb hikâyelerdir.
Hoşa giden,
eğlendirici anlatımlar olarak gelişen hikâyeye, bu anlamıyla Homeros destanlarının ve Heredot tarihinin
anlatımlarında da rastlanır.
Ortaçağ ’da özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” ile sağlam bir
hikâye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapça’dan yapılan
çevirilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan
hikâyeleri, masal, efsane, rivayet
anlatımlarından ayıramıyoruz.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde geçen
olay gerçek hayatın kendisidir.
Hikâye türünün ilk büyük başarısını XIII.
Yüzyılda İtalyan edebiyatında görüyoruz. Bu yüzyılda yazılan hikâyelerin büyük
çoğunluğu nüktelidir; ancak macera hikâyeleri de az değildir.
Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebî kimliği
kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. Sanatçı, Rönesans hikâyecilerini de
etkilemiştir. Rönesans’tan sonra hızla gelişen hikâye XIX. Yüzyılda edebiyatın
en yaygın türlerinden biri olmuştur.
Aynı yüzyılda, Tanzimat’ın ilanını takiben Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk Edebiyatının yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği vardır.
Aynı yüzyılda, Tanzimat’ın ilanını takiben Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk Edebiyatının yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği vardır.
Bir kısmı günümüzde de yaşayan halk
hikâyeleri, meddah hikâyeleri, halk masalları bu geleneğin tanıklarıdır. XIV.
ve XV. yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Dede Korkut Hikâyeleri, çağdaş
hikâye tekniğine yakın kurgusu ve planıyla Türk edebiyatının bir kısım
anlatımlarda Batı’dan ileride olduğunu gösteren eserlerdir. Hikâye kelimesi ilk
olarak Tanzimat’ta “roman” karşılığında kullanıldı. Bugünkü anlamda hikâyelere
ise “küçük hikâye” denildi.
Haldun Taner;
“Hikâyeyi romanın kısası, romanı
hikâyenin uzunu sanmak bence yanlıştır ; hem “hikâye”nin hem de “roman”ın ayrı
özellikleri vardır. Tekniği başka işleyişi başka üslubu başka iklimi başka….”
diyor.
MODERN
HİKÂYE Yazarın insanların
her gün gördükleri; fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri
hayâl ve bir takım olağanüstülüklerle anlattığı hikâye biçimine Modern Hikâye
denir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’li yıllarda
ilk defa Batıda görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır. Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun Taner
hikâyelerinde genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri sosyal ve
toplumsal bozuklukları, felsefî bir yaklaşımla irdeler. Yazar, sade anlatımına
ince bir yergi ve yer yer alay katarak olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz
önüne serer.
NOTLAR:
• Türk Edebiyatında ilk hikâyeler: Sami Paşazâde Sezai’nin yazdığı küçük
eserlerdir.
• Batılı anlamda hikâyenin Türk
Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
• Modern hikâyenin Türk Edebiyatındaki
temsilcisi ise Haldun Taner’dir.
Roman ve
hikâye arasındaki farkları Dikkatten kaçırmamak gerekir. Roman nedir? Hikâye nedir? Roman ile hikâye arasındaki fark
ne? Bu sorulara cevap aramak, bir
mecburiyet olmuştur. Edebiyat
dünyasında, biliniyor gibi görünen bir çok kavram, aslında tam olarak nedir
bilinmemektedir.
Hikâyeyi bu görüşle açmak ve tanımlamak
yerinde olacaktır: Kelime olarak, İtalyancadan, ‘Novella’ kelimesinden
gelmiştir. Türkçe anlamı ile de: ‘Yeni’ mânâsına gelmektedir.
Hikâyenin tanımı; az insanlardan oluşan,
sınırlı bir periyodikte geçen, sınırlı bir çevrede cereyan eden, kısa bir kurgusal
edebiyat anlatımıdır. Hikâyelerin, genellikle, ”sürpriz”; ama “mantıklı” bir sonuçları vardır.
Hikâyelerin konusu, tipik olarak, tek
yönlüdür. Kronolojik zaman dilimi, hızlı bir şekilde ilerler ve çok kısadır.
Hem kişi sayısı, hem de “çevre”, sınırlıdır.
Romanda halk dili olmalıdır.
Roman, geniş hacimli, en azından bir; ama
genellikle birden fazla kişiyi ihtiva eden, uzun zaman dilimini gerektiren, bir
uzun kurgusal edebiyat metnidir. Kişisel gelişim üzerinedir.
Romandaki kişiler, genellikle aynı ve dar
bir çevreden değil; değişik çevredendir. Roman, temel bir merkez; ama bir çok eylem çeşitliliğini barındırıyor.
ANLATICILAR
TİPİ (TİPOLOJİSİ, KARAKTERİ)
1.Anlatıcı Tipi(Karakteri)
Bir anlatı metni ile ilk karşılaşıldığında ilk
tanışılan eleman hikâyeyi nakledendir. Burada söylenilen hususun sadece kurgulu
metinleri kapsamadığı açıktır. Kurgu metinlerin sistemli incelenmesi
yapıldığında da anlatıcı ya da anlatı vasıtası olarak adlandırılan lengüistik
figürün büyük bir önem ihtiva ettiğini söylemek mümkündür. Roman sanatının
temeli bakış açısına göre, onun problemi üzerinde yükselir. Bunu görmemezlikten
gelen yazar, üzerinde durduğu temâyı ve anlamı aktarmada yeterince başarılı
olamaz.
Anlatımın seviyesinin tesbitinde karşılaştığımız
yapıların içerisinde, kurgu anlatıların en temel unsuru olan anlatıcı,
anlatıcıları hem dış anlatıcı hem de iç anlatıcı olarak görebiliriz. Bunların
her ikisi de anlattıkları metin içerisinde, pozisyonlara göre iki başlık
altında toplanırlar: Şayet bir anlatıcı
anlattığı hikâyenin katılımcılarından biri ise, “benzer anlatıcı” dır. Anlatıcı
anlattığı hikâyenin dışında kalan, katılımcılarından biri olmadığı bir konumda
ise, o taktirde benzer olmayan anlatıcı olarak isimlendirilir.
Micke Bal’in adlandırmasıyla:
A: Dış Anlatıcı
B: Karakter Anlatıcı(Sınırlı).
Diğer bir benzer ayrımla da: “Ben Anlatıcı(lar) ve
“Üçüncü Kişi Anlatıcı(lar) olarak tespit etmem mümkündür. ,
Bu bilgiler ışığında hikâyeye yaklaştığımızda
anlatıcı, bu kurgu dünyasının varlıklarından biridir. I. Tekil şahıs
konumundaki anlatıcı hikâye kahramanlarından biridir. Olayları yaşayan ve
anlatan aynı kişidir.
(Bisikletime kavuştuğum akşam, babamı olanca gücümle
sıkarak kucakladım ve doyasıya öptüm. “Mavi
Ceylan” s.9)
Metin aktarımında tekil I.şahıs’ın (m) kullanılması
anlatıcı tipinin tesbiti için önemli bir ipucudur. Bu hikâyede anlatıcı, “ben
anlatıcı”dır. Hikâyede anlatıcı tipini ele veren önemli ipuçlarından biri de,
anlatıcının hikâye kahramanı ile aynı ortamda (hapishane) olduğunu belirtmesi
ve onun hal ve hareketlerini gözlemleyebilmesi ve onları aktarabilmesidir.
Erbay KÜCET’in
“Mavi Ceylan” hikâyesinin anlatıcısı ben anlatıcısıdır. (“Babacığım,
bisikletimi ne zaman alacaksın?” diye sordum. “Mavi Ceylan” s.8)
Kişiye dayalı anlatımlarda anlatıcı, karakterin
fizyolojik özelliklerini, genç yaşlı dış görünüş ile ilgili giyim ve kuşamına
önem vermesi, eğilimleri, duruşu, bakışı, insan üzerinde bıraktığı izlenimler
ve ismi verilmelidir. Bunlar anlatıcıya aktarılan önemli unsurlardır.
“Ertesi gün, annemin altın küpesi bozduruldu; ama ne
yazık ki bu para bu para bisisklet
almaya yetmiyordu. Tam umutsuzluğa kapılmak üzereydim ki paranın üstünü babam
maaşından tamamlayacağını söyledi…Yaşasın!.. “Mavi Ceylan” s.8”
“Babacığım bisikletimi ne zaman alacaksın? Diye
sordum. Babam, bu çıkışımı: ‘ Yakında!.. Yakında!..’ diyerek geçiştiriverdi. “Mavi Ceylan” s.8”
Yazar, yani
anlatıcı hikâye katılımcılarından biri olarak:
a) Karakteri fizyolojik bakımından tanıtması,
b) Kahramanın ismi ve ailesi hakkında az çok bilgi
vermesi,
c) Aktörün, öğrenmeye yani bilgi edinmeye açık
olmasını söylemesi gibi unsurlar anlatıcının tipini veren önemli ipuçlarıdır.
Anlatıcı hikâye kahramanının içsel duygularını
anlatmak için onun iç dünyasına inmemiş, gizli duygu ve düşünceleri anlatma
yoluna gitmemiştir. Bu açıdan anlatıcı;
1- Doğrudan(bağımsız, dolaysız) konuşma aktarımını,
2-Olay örgüsünde, karakter, tasvir vb. hususlarda,
“otoriter bir anlatı söylemi”ni seçmemesi vb. durumlarda anlatıcı tipi “ben hikâye
si anlatıcı”dır.
Birinci (Ben
hikâyesi) Kişi Anlatımcısı:
1. Anlatım Seviyesi
Hikâye, anlatım seviyesi bakımından değişik bir
konumlamadadır. Bu konumlama; anlatıcının kurgu metnin bir katılımcısı olması,
dolaysız konuşma tekniğinin ön planda olması ve müdahale sınırının sıfır
düzeyinde olması gibi unsurların niteliklerinden anlamak mümkündür.
Hikâye:
A) Temel metin
B) Alt anlatılar (metinler)
Temel metin / çerçeve metin, anlatıcının metnidir.
Anlatıcı, hikâye kahramanı olmakla birlikte, olay örgüsünü, kurgu metni
nakleden kişidir. Bu durum, anlatıcının konum ve bakış açısını mekan, zaman,
ritmik oluşumların yapısında değişmelere, yapısal nitelikler kazanmasına,
zengin kurgusal yapının ya da tersi durumun ortaya çıkmasına ve bunların
belirginleşmesine neden olmaktadır.
Olayın bir kahramanı olan anlatıcı, aktörün yaşamı,
fiziksel yapısı, duygu dünyası (aşk dünyası), gelecek tasarımını kurgusal ve
ritmik yaklaşımlarla anlatmıştır. Temel metnin anlatıcısı olan anlatıcı,
zamanlarda yer yer sıçramalar yapmış, yer (mekan) tasvirlerinde ise başarılı
değildir. Olayın geçtiği yer (hapishane), anlatıcının projektörüne hiç
yansımamıştır. Tasvirler genellikle aktör üzerinde yoğunlaşmıştır.
“Bağımsız
dolaysız konuşma aktarımı “Free Direct Speech) ile anlatıcı direk aradan
çekilerek aktör ile alıcı aktarıcının varlığına hiç ihtiyaç duymadan iletişim
kurarlar. Diyaloglarda anlatıcı, muhatap konumundadır ancak müdahil veya
dolaylı bir aktarıcı konumunda değildir. Diyaloglarda belirginleşen en önemli
noktalardan biri de anlatıcının “anlatıcı” konumundan çıkarak “birey”
selleşmesidir:
“Hemen bir bez parçası bulup, hayâllerimin mavi kızının beyaz çamurluklarını, siyah
gidonunu ve metalik sepetini hiç gerek olmamasına rağmen uzun uzun sildim. Sevgilimin masmavi bir
görüntüsü vardı. Nazar boncuğu gibi… Boruları, pedalı, zinciri, tekerlekleri
kısaca her yeri yıldızlar gibi pırıl pırıldı. Mavi bir ceylan gibi… “Mavi Ceylan” s. 8”
“Sonra? (Anlatımcı)
San ki hal diliyle:
-Haydi dostum! Diyor gibiydi.
-Atlasana sırtıma!..
Artık durulur muydu?..
En kısa zamanda atlayacaktım tabii ki… Bundan böyle
ıssız yollar beni bekliyordu. O günden sonra mahalledeki hiç kimsenin
bisikletine bakmayacağıma söz verdim, kendi kendime; çünkü benim bir ‘Mavi
Ceylan’ım vardı; ve o bir taneydi… s. 9 ”
Bu kurgusal yapıyı sembolize etmek gerekirse;
Alt anlatı
metninin anlatı sistemi
Anlatı seviyesi kurgusal bir zenginlik taşıdığını
söylemek mümkündür. Ana metin dışında, ancak yapı ve kurgu bakımından yine ana
metine bağlı olan bir alt metin ortaya çıkmıştır. Bu metinde de bir anlatıcı ve
bir dinleyici (muhatap) söz konusudur. Gönderici ve alıcı dışında bir alıcıdaha
vardır ki, bu alıcı metin dışı muhattap olmakla birlikte temel metnin ve alt
metnin temel anlatıcısı üst anlatıcı(ben)dir.
DÜZYAZI
TÜRLERİ
Düzyazılar işlenen konu ve konunun işlenme
tekniğine göre iki ana grupta incelenir:
A. Hikâyeleme yazıları
B. Düşünce yazıları
HİKÂYELEME
YAZILARI
ROMAN
: Yaşanmış veya yaşanması
muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların belli bir düzen içerisinde
anlatıldığı, yer, zaman ve şahısların belli olduğu uzun yazılardır.
Konularına
Göre Şöyle Adlandırılır:
Psikolojik Roman,
Töre Romanı,
Macera Romanı,
Tezli Roman,
Köy Romanı,
Tarihi Roman,
Egzotik Roman,
Mektuplu Roman,
Bilim-Kurgu Romanı,
Biyografik Roman...
Etkilendikleri
Edebî Akımlara Göre:
Klasik Roman,
Romantik Roman,
Realist Roman,
Naturalist Roman" gibi adlar alırlar.
2.
Hikâye (Hikâye) :
Yaşanmış ya da yaşanması muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların, belli
bir düzen içerisinde anlatıldığı orta uzunluktaki yazılardır. Dünya
Edebiyatı'nda hikâye türünün ilk örneği İtalyan yazar Boccacio'nun Decameron (Dekameron) adlı eseridir. Hikâye türü, Türk
Edebiyatı'nda Tanzimat Dönemi'nde ortaya çıkmıştır.
Dünya Edebiyatı'nda Realizm (gerçekçilik)
akımının etkisinde hikâyeler ikiye ayrılır:
a)
Olay Hikâyesi:
Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle
Maupassant tarzı hikâye olarak da adlandırılır. Hikâye, belli bir olayın
etrafında gelişir. Türk Edebiyatında Olay Hikâyeciliğinin en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin'dir.
b)
Durum (Kesit) Hikâyesi:
Sovyet yazar Antony Çehov tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle Çehov tarzı
hikâye olarak da adlandırılır. Bu tür hikâyelerde belirli bir olay yoktur.
Hayattan bir kesit sunulur. Durum hikâyeciliğinin Türk Edebiyatındaki en önemli
temsilcisi Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal'dır.
Hikâye ile Roman Arasındaki Benzerlikler
a) Her ikisinin de yazarı bellidir.
b) Her ikisinde de giriş, gelişme ve sonuç
bölümleri vardır.
c) Her ikisinde de gerçek veya gerçeğe
yakın olaylar anlatılır.
d) Her ikisinde de olağanüstü özelliklere
sahip olmayan, normal yapıda kahramanlar (kişiler) vardır.
e) Her ikisinde de olayların geçtiği zaman
ve mekan bellidir.
Hikâye ile Roman Arasındaki Farklar
1.
Hikâye
kısa ve orta uzunlukta bir yazı türüdür. Roman ise uzundur.
2.
Hikâyede
kişi sayısı romana göre daha azdır.
3.
Hikâyede
genellikle bir tek olay anlatılırken, romanda birbirine bağlı olaylar
anlatılır.
4.
Hikâyede
olaylar kısa bir zamanı kapsar, romanda ise genellikle uzun bir zaman söz
konusudur.
5.
Romanlarda
olayın geçtiği dönemin siyasî, sosyal, tarih durumu hakkında bilgi edinilir. Bu
durum hikâyelerde pek yoktur.
6.
Hikâyelerde
sınırlı bir mekan söz konusudur. Romanlarda ise olaylar daha geniş bir coğrafyada
meydana gelir.
KİTABA
ELEŞTİRİ:
BİRİNCİ
BÖLÜMDE:
“Mavi
Ceylan, Bozkır Osman Emmi, Ayvan Musluk,
Tosuncuk Kaplumbağa, Üç Kafadar Ormanda, Babam Beni Affeder mi?, Keşke Masa
Olmasaydım, Dikkatsiz Bir Çırak, Soğukta Kalan Aile ve Ben,” olmak üzere hikâyeleri dokuz adetten ibarettir.
İKİNCİ
BÖLÜMDE:
“Yavrusunu Arayan Fil, Nehirden Gelen Elma, Balıkçı
ile Zorba, Kıvırcık Saçlı Adam, Kasaba Arkadaşları, Kazın Sağ Eli, Yaşlı Adamın
Yanlışı, Beyinsiz Av” isimlerinde olmak üzere sekiz bölümlük hikâyelerden
oluşuyor.
Kitap kapağında, yazarın çocukluğunun özlemi olan, bir
bisiklet edinme hevesinin hayâli, resmedilmiş. Arka kapağa ise bu hikâyeden bir
bölüm aktarılarak okuyucunun ilgisi çekilmek isteniyor.
Kitabın sırt kısmında ise sadece, yazarın adı ve kitabın
ismi yazılmış. Çoğu oldu bittiye getirilen bu tür kitapların baskılarında,
mutlaka bir eksiklik bulunmaktadır. Bu
kitapta da öyle olduğu gözüküyor. Matbaacılar, yayıncılar, eseri tashih edenler
ve yazar, kitabın baskısı yapılıp kapak
takılması işinde dahi gözlemci olmalı; ve kitabın kaliteli bir baskı içinde,
yeniden bir tashihe gerek kalmayacak
kadar doğru çıktığından emin oluncaya kadar, matbaa ile koordineyi
kesmemelidir. Bu konuda yazarların da işi takip etmesi gerekir. Bizde her ne sebep ise kitap yazılıp
bitirildikten sonra, yazar da işi matbaacıya ve dizgiciye havale edip
basılıncaya kadar matbaaya uğramıyor; halbuki bu davranış, yazarın kendi işini
ehil olmayanlara havale etmiş olmasından başka bir şey değildir.
Kitap, matbaada baskıya girip kitap kapaklarının
takımına kadar yazarın da yeni bir çocuğun doğumunu beklercesine meraklı
olarak, matbaa ile yakından temasta bulunması gerekmektedir. Başkalarına havale
edilen her iş gibi bu türde yapılan baskılarda da büyük hatalar meydana geliyor.
Kitabın arka kapağında olması gerektiği halde, yanlış
algılanarak, tercihe bağlı olduğu zannedilen, kitabın konusuyla ilgili bilgi
eksikliğidir. Kitabın arka kapağında olması zarurî olan; ancak verilmeyen bu
bilgiler verilerek kitabın kısa tanıtımı mutlaka yapılmalıdır.
Bu kitabın
konusu nedir, neden bahsetmektedir? Ne maksatla yazılmıştır? Kısa, bir tanıtım
okuyucu için çok önemlidir. Böylelikle okuyucu, bu kitabın tamamı hakkındaki
bilgiyi, kitabın tamamını okumadan anlaması ve bu konuya ilgi duyuyor ise
kitabı alması bakımından bilgilendirilmiş olacaktır. Eğer, bu bilgi ilgisini çekerse ve konu kendisini
ilgilendiriyor, merak uyandırmış ise kitap, okuyucuya: “Al beni!.” diyecektir. Aksi durum ise, kitap
konu ve olaylar açısından okuyucunun ilgisini çekmediği halde, okuyucuyu
kitabı almaya zorlanmış; ve onu kandırmış olacaktır. Bu ise, ne yayıncıya ne de yazara yakışan bir durum değildir.
Erbay KÜCET’in kitabında, kitabın içinde geçen
hikâyelerden birinden aktarma yaparak dikkat çekilmeye ve kitabın diğer
hikâyeleri de işte böyle, denmeye getirmeye çalışılmıştır.
Çocuk Hikâye Kitapları, bol renkli ve karikatürlü
olması gerekir ki çocuk, onu okurken olayları hayâlinde kurar, resimleri
hayâlindekilerle karşılaştırır. Hatta bazan kitaptaki hikâyeyi yarıda keserek
resimlere bakar: “Demek, bu çocuk
bunları yapan kahraman.”, “Bu kadar
acımasız olan, bu adammış.” der; veya düşünür. Olayları akıl süzgecinden
geçirip hikâyede kaldığı yere yeniden döner. Belki de olayları kendi hayâl
dünyasında defalarca yaşar... Bunun için çizilen resimler hikâyeye uygun
olmalıdır. Hikâyedeki kahramanların karakterlerinin yüz yapıları, ruh hallerine
kişilik özellikleri, karakterler yapılarına, uygun olarak, asık suratlı, gülen,
komik, saf görünüm ...vb. olarak çizilmesine dikkat etmek gerekmektedir.
Kitaptaki resimler,
kitapta geçen karakterlerle bağdaşmamakta, olayların geçtiği yer, çevre,
karikatürize edilmiş olsa bile Müslüman Türk’ün yaşadığı yerler, giyiniş tarzı,
yaşayış biçimi, örf, âdet ve geleneklerde yaşayan, kılık ve kıyafetlerini yansıtmamaktadır.
1) 1993,
KÜCET, Erbay, “İlerleyelim Beyler”(Hikâyeler)
2) 1996,
KÜCET, Erbay, Gençlik Kültür Ansiklopedisi (R.Kaymaz ve S.Er'ile)
3) 1996,
KÜCET, Erbay, Fıkır Fıkır Fıkralar (Çocuklar için Fıkralar)
4) 1996,
KÜCET, Erbay, Şirin Şiirler (Çocuk Şiirleri Seçkisi)
5) 1997,
KÜCET, Erbay, Kendi Kiliseni Kendin Yap (Hikâyeler)
6) 2000,
KÜCET, Erbay, Yakalatan Şapka(Çocuk Hikâyesi)
7) 2008,
KÜCET, Erbay, Güncelle Kendini(Kişisel Gelişim)
8) 2008,
KÜCET, Erbay, Mavi Ceylan(Çocuk Hikâyeleri)
9) 2008,
KÜCET, Erbay, Hoca Nasreddin'i Nasıl Bilirdiniz?(Araştırma)
Kitap İsteme
ve Haberleşme Adresi:
e-mail: erbaykucet@hotmail.com
(TBMM
Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Birim Amiri)
İtibat
Tel: 420 66 15-16 CEP: 0505 777 88
01
KAYNAKLAR
1)1993, KÜCET, Erbay, “İlerleyelim Beyler” (Hikâyeler)
2) 1996, KÜCET, Erbay, Gençlik Kültür Ansiklopedisi
(R.Kaymaz ve S.Er'ile)
3) 1996, KÜCET, Erbay, Fıkır Fıkır Fıkralar (Çocuklar
için Fıkralar)
4) 1996, KÜCET, Erbay, Şirin Şiirler (Çocuk Şiirleri
Seçkisi,)
5) 1997, KÜCET, Erbay, Kendi Kiliseni Kendin Yap
(Hikâyeler)
6) 2000, KÜCET, Erbay, Yakalatan Şapka(Çocuk Hikâyesi)
7) 2008, KÜCET, Erbay, Güncelle Kendini(Kişisel
Gelişim)
8) 2008, KÜCET, Erbay, Mavi Ceylan(Çocuk Hikâyeleri)
9) 2008, KÜCET, Erbay, Hoca Nasreddin'i Nasıl
Bilirdiniz?(Araştırma)
Erbay KÜCET, Muhsin YAZICIOĞLU ve Abdullah
Çağrı ELGÜN vefatından az önce çekilen (15 04 2008) bir hatıra fotoğrafı.
05.04.2008 Erbay KÜCET,
İLESAM’da GÜNCELLE KENDİNİ adlı bir Konferansta Konuşurken.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder