11 Ekim 2016 Salı

ERBAY KÜCET “MAVİ CEYLAN” HİKÂYE KİTABI ÜZERİNE, Abdullah Çağrı ELGÜN

ERBAY KÜCET  “MAVİ CEYLAN” 

           HİKÂYE KİTABI ÜZERİNE 

Abdullah Çağrı ELGÜN

1955’te Ankara doğdu. Evli ve üç çocuklu olan KÜCET, 1980 yılında Eskişehir Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümünü bitirdi. 1988 yılında Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Lisansını tamamladı.

1975- 2009 yılları arasında: Her gün, Millet, Ortadoğu, Genç Öğretmen, Çaylak, Töre, Mavera, Aylık Dergi, Yenidevir, Millî Gazete, Vahdet, Cıngar, Belde, Gençlik, Kıvılcım, Tırpan, Çerağ, Yeni Dönem, Seğmen,  Akit, Yeni Şafak, Çubuk Haber ve Anayurt gibi gazete ve dergilerde yazılar yazdı.

Türkiye Kültür ve Sanat Yıllıkları’nda bölüm yazarlığı ve Başbakanlık Türk Aile Ansiklopedisi’nin yayın kadrosunda görev yaptı.
1983 yılında Yeni Devir Gazetesi “Hikâye Yarışması”nda Mansiyon aldı. 1996 da Gençlik Dergisi okurlarınca “Yılın Yazarı” seçildi.

Türkiye Yazarlar Birliği’nce (TYB) düzenlenen “Türkçenin Uluslararası Şiir Şölenleri”nde: 
1992, Türkiye/Bursa-Konya;
1993, Kazakistan/Almatı;
2005, Ukrayna/Simferopol;
2007, Makedonya/Üsküp Tertip Komitesinde görevler  aldı.

1991-1993, Türkiye Yazarlar Birliği Genel Mali Sekreter;
1995-1997, Eğitim-Bir Sendikası Eğitim Sekreteri;
1998-1999, Çocuk Edebiyatçıları Birliği Genel Başkan Yardımcısı;
2003-2005, Ankaralılar Derneği Genel Başkan Yardımcısı
2008-2010 Çocuk Edebiyatçıları Birliği Genel Başkanlığı görevlerinde bulundu.

Halen  “TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu” Birim Amiri görevinin yanı sıra, Türkiye Bilardo Federasyonu Asbaşkanı, Mehmet Âkif Ersoy Fikir ve Sanat Vakfı Mütevelli Heyet Üyesi, İLESAM üyesi, Türkiye Yazarlar Birliği Denetleme Kurulu Üyesi, Çocuk Edebiyatçıları ve Sanatçıları Birliği Genel Başkanı gibi görevleri de birlikte yürütmektedir.

ESER HAKKINDA
Son günlerde kişisel gelişim konularıyla yakından ilgilenen Erbay KÜCET:
2008, “Güncelle Kendini” (Kişisel Gelişim),  
2008, Mavi Ceylan (Çocuk Hikâyeleri)
2008, Hoca Nasreddin’i Nasıl Bilirdiniz? (Araştırma) adlı çiçeği burnunda verimli eserler vermeye devam etmektedir.
2008, Erbay KÜCET’in bu eseri Mavi Ceylan (Çocuk Hikâyeleri), Bay Yayıncılık tarafından (Şehit Adem Yavuz Sk. No:5/12 Kızılay/ANKARA) çıkartıldı.
Eğitimci, araştırmacı, şair ve yazar kimliğiyle dikkat çeken KÜCET, elimizdeki bu eseriyle gösteriyor ki verimli bir yılın ardından, daha bir çok esere imza atmaya devam edecektir.
 “Mavi Ceylan”, HİKÂYELERİNDE KONU ve TEKNİK YAPI
HİKÂYE

Yaşanmış veya yaşanabilir bir olayı, belli kurallara bağlı olarak anlatan kısa yazılara hikâye(hikâye) denir.
Hikâyede kişiler, hayatlarının sadece bir yönüyle ele alınırlar. Olay; veya kişilere  ait ayrıntılara girilmez.
Hikâyede kişi ve olay sayısı azdır. Kimi zaman olaya gerek duyulmaz. Hayatın bir kesiti alınarak hikâyeleştirilir. Bir “an” ın hikâyesi oluşturulur, “insan gerçeği” bir iki yanıyla ele alınır. Oktay KÜCET’in Mavi Ceylan adlı eserinde bu durumu görmek mümkün olmakla birlikte, kişi ve olayın ayrıntılarına kaçılmştır. Hayatın bir bölümü, kuralına uyulmamıştır.  Anlatımlar kimi hikâyelerde gereksiz uzatılmıştır. (Onunla geceler boyu uçarak dolaşıyor; ve inanmayacaksınız; ama ta bulutlara kadar çıkıyordum. “Mavi Caylan”  s.5) 
Bozuk anlatım: (Az sonra kasabanın dışına çıkmıştım, dere boyundaki tarlalara giden yolda ceylan gibi sekmeye başlamıştım. Fakat burada yol oldukça bozuktu, zemin alabildiğince keskin çakıl taşlarıyla kaplıydı. Bu yolda bu hızla bisiklet kovalamak pek akıl karı değildi aslında çünkü altımdaki araç heran zarar görebilirdi. Ama bunu düşünen kim? Ancak bir süre sonra olan oldu ve ben bisikletin arka tekerleğinin  yarılmasıyla birlikte ortalık yerde kalakaldım.)
Düzeltilmiş hali: (Az sonra kasabanın dışına çıkmıştım. Dere boyundaki tarlalara giden yolda ceylan gibi sekmeye başlamıştım; fakat burada yol oldukça bozuktu. Zemin alabildiğince keskin çakıl taşlarıyla kaplıydı. Bu yolda bu hızla bisiklet kovalamak (sürmek, “bisiklete binmek”) pek akıl kârı değildi. aslında çünkü Altımdaki araç her an zarar görebilirdi; ama bunu düşünen kim? Ancak Bir süre sonra olan oldu. ve  Ben bisikletin arka tekerleğinin yarılmasıyla birlikte ortalık yerde kalakaldım. “Mavi Ceylan s. 6”)
 Ortaçağ ’da özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları”yla sağlam bir hikâye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapçadan yapılan çevrilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan hikâyeleri, masal,  efsane, rivayet anlatımlarından ayıramıyoruz.
Bizde 1839 Tanzimat’ın ilanını takiben dönemde, Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk edebiyatında yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği vardı.
Günümüzde de yaşayan halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri, köy odalarında sazlı sözlü anlatılan hikâyeler, tandır başı hikâyeleri, kıraathanelerde anlatılan hikâyeler,  halk masalları, bu geleneğin birer belgesi olarak karşımıza çıkarlar. VIII. IX yy. ortaya çıkan; fakat XIII. ve XIV. yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Oğuznâmeler, Dede Korkut Hikâyeleri, çağdaş hikâye tekniğine uygun yapısı ve kurulumu ile Türk Edebiyatını kuranların Batı’dan çok önce hikâyeyi keşfetmiş olduğunu göstermektedir. 
Hikâye hayatın bütünü içinde; fakat bir bölümü üzerine konulmuş derinliği olan bir gözlüktür. Bu gözlüğün arkasında kimi zaman olay, gelişim evreleriyle; kişi, zaman, çevre bağlantısı içinde, hikâye boyunca incelenir. Burada yazar, bir plana bağlı kalır. Klasik vak’a hikâyeleri dediğimiz bu hikâyelere Erbay KÜCET’in “Mavi Ceylan”  adlı eseri de benzerlik gösteriyor. Bu teknik yapı, Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından yaygınlaştırıldığı için; klasik vak’a  hikâyelerine  “Maupassant  Tarzı  Hikâye” de denir. Bu  tarzın  bizdeki  temsilcileri Ömer Seyfettin, Refik Halit Karay, Hüseyin Rahmi Gürpınar gibi yazarlardır. “Mavi Ceylan” hikâyesi ile Erbay KÜCET, bu yolda ilerlemek istemektedir..  
Hikâyede, kimi zaman gözlüğün arkasından incelenen olay değil, hayatın küçük bir kesiti, insan gerçeğinin kendisidir. Bu tarz hikâyenin dünya edebiyatındaki temsilcisi ise Anton Çehov’dur. Çehov tarzı hikâyede başarılı yazarlarımız arasında Sait Faik Abasıyanık, Memduh Şevket Esendal vardır.

Hikâyede Olay, Plan ve Konu:

Vak’a hikâyelerinde durum, faaliyet önem arzetmektedir. Hikâye boyunca olay çeşitli yönleriyle irdelenir. Ayrıca olayın başlaması, gelişmesi ve belirli bir sonuca ulaşması gerekir. Sonuç, okuyucuyu şaşırtmaz; olayın gelişim aşamasında yer yer,  meraklandırma  öğeleri görülür; düğümler oluşur; arkasından çözümler gelir. Erbay KÜCET’in  “Mavi Ceylan” hikâyesinde “Plan, Konu ve  Olay”ı görmek mümkün oluyor.

Hikâyede Olay
Üzerinde söz söylenen, fikir yürütülen olay; veya durumdur. Hikâyelerde yaşanmış; veya yaşanabilir olaylar ele alınır. Erbay KÜCET “Mavi Ceylan” hikâye kitabında bunu gerçekleştirmiştir.
Hikâyede Plan
Hikâyede plan hikâye çeşidine göre değişmektedir. Bu tür bir olay hikâyesinde, serim(giriş) , düğüm(gelişme), çözüm(sonuç) bölümü vardır.
Serim: Bölümünde olay, kişi ve kişiler genel anlamda tanıtılır. Zamana ve mekana bağlı özellikler, olay; ve kişilere bağlı olarak verilir.
Düğüm: Yazar, hikâyede, olayın akışı içinde kişiler, zaman, yer öğelerine yönelik bilinmezler düğümünü oluşturur. Hikâyelerin hacim olarak geniş ve kapsamlı olmaması, düğüm sayısının da sınırlı olmasını sağlar. Merak öğesi olayı sürükler.
Çözüm: Olay hikâyelerinde merak öğeleri, ana düğüm, genellikle beklenmedik biçimde çözülür. Hikâyedeki ana olay okuyucuyu etkileyecek bir sonuca ulaşır. Klasik olay hikâyelerinde ulaşılan bu sonuç sürpriz olmaz.
Çözüm bölümü, hikâyede her şeyin bittiği anlamında değildir. Bir çok hikâyede, hikâyenin başlangıcı; ve sonucu, okuyucu tarafından tamamlanır.
Belli bir olay üzerine kurulmayan, anlatımın ön planda olduğu, hayatın bir kesitinin anlatıldığı hikâyelere durum hikâyesi denir. Kurucusu Anton Çehov dur. Yazarın bir plan yapma zorunluluğu yoktur. Durum hikâyelerinde serim, düğüm, çözüm düzeni, olay hikâyelerinden farklıdır. Olay hikâyelerinde önemli ve öncelikli olan merak öğesi, durum hikâyelerinde kişisel ve sosyal yorumlardan, duygu ve hayâllerden sonra gelir.
Durum hikâyelerinde belli bir düşünce güdülmez. Yazar kendi kişiliğini saklar. Durum hikâyelerinde hikâye kahramanları tam olarak tanıtılmaz . Kişilerin hayat tarzları, zaman ve mekana bağlı olarak, doğal anlatım içinde okuyucuya sezdirilir.
Çevre ve insana ait ayrıntılar dikkatle ve tüm canlılığıyla verildiği halde; düğümlerin çözümü belli bir sonuca ulaşmaz. Olayların ve durumların akışı, okuyucunun hayâl gücüne bırakılır. Durum hikâyelerinde çoğu zaman olay hikâyenin bittiği yerde başlar.
 
Hikâyede Zaman
 Zaman, hikâyenin temel öğelerinden biridir. Klasik olay hikâyelerinde anlatılan olay veya olaylar, zamana bağlanır. Olay belli bir zaman dilimi içinde başlar,  gelişir ve biter. Erbay KÜCET’in hikâyelerinde zaman bir günde başlayıp bir günde bitiyor. 
              
Hikâyenin konusuna ve yapısına göre zaman uzar veya kısalır;  ancak  hikâyede yılları alan bir zaman söz konusu değildir.
Durum hikâyelerinde akan zamana yer verilmez. Belli zaman içinde gelişen olay ve olaylar zinciri olmadığı gibi, olaya bağlı değişen bir zaman da yoktur. 

Mekan                     
Klasik olay hikâyelerinde olayın geçtiği yere mekan denir. Yazar olayın gelişimi içinde, fazla detaya inmeden, olayın geçtiği mekanı da anlatır.
Durum hikâyelerinde mekan anlatılmaz, sezdirilir. Mekana ilişkin verilen ayrıntılar, hikâye konusuyla bağlantılıdır. Erbay KÜCET’in hikâyelerinde mekan: Ankara’da  bir kasaba ve kasabanın meraları otlukları.                            
Hikâyede Kişi, Kişiler
Hikâyede birinci, ikinci ve üçüncü kişi  gibi sınıflandırma yapılır. Birinci kişi baş kahramandır, diğerleri ise yardımcı elemanlardır. Erbay KÜCET’in hikâyelerinde kişiler: Anne, baba, çocuk, komşular, arkadaş çocuklar, olarak görülmektedir.                                                                           
Olay hikâyelerinde; hikâye kişileri az da olsa fizikî ve ruhî özellikleriyle tasvir edildikleri halde ; durum hikâyelerinde, kişiler tanıtılmaz, olayla ilgili yönleri öne çıkarılır.
Hikâyede Yazım Dili ve İfade Çeşitleri
Hikâye kişileri, günlük konuşma dilinin tüm canlılığı ile karşılıklı konuşmaktadırlar. Hikâye dilinde cümleler genellikle kısadır. Anlatım, günlük söyleyişte görülen deyim ve sözcüklerle zenginleştirilmiştir.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde ifade çeşitleri ... “Ne yapıp edip bu konuyu halledeceğiz evlât! Başka çıkar yolumuz kalmadı! “demişti babam.
Birden bire meraklanmıştım. Gözlerimi kapatarak:
Nasıl? Diye sormuştum.
O sırada annem araya girmişti:
“ Gelinlik günlerimden kalma bir küpem vardı. Altın. Onu bozdurabiliriz.”
İfade Çeşitleri

Olay ve durum hikâyelerinde anlatılanlar ya yazar tarafından ya da hikâye kişisi tarafından dile getirilir. Hangi durumda olursa olsun, hikâyeye, anlatıcının bakışı hakimdir. Olay ve durum, anlatıcı tarafından yönlendirilir. Anlatıcı, hikâye kahramanı; veya kahramanları adına düşünür. Hareketleri ve durumları anlatıcı yorumlar.
Görüldüğü gibi hikâyede iki türlü anlatım biçimi vardır. Hikâye kahramanı tarafından anlatılanlar hikâyelerde “birinci kişili” anlatım; yazarın ağzından anlatılanlar ise hikâyelerde "üçüncü kişili"  anlatımdır. Bazı hikâyelerde bu iki anlatım biçimi, birlikte kullanılır.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde ifade biçimleri kendi ağzından nakledilmektedir. Bu anlatım tarzı, Ben Anlatıcılı ifadelerdir.
Hikâye dilinin zenginliği, yazarın dile hakimiyetiyle ilgilidir. Hikâye dili, yazardan yazara, ayrıca hikâye türüne ve konusuna göre değişir.
Durum hikâyelerinde ise günlük dil kullanılır.
MODERN HİKÂYE
Yazarın, insanların her gün gördükleri; fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayâl ve bir takım olağanüstülüklerle anlattığı hikâye biçimine Modern Hikâye denir.
 Hikâyede bir tür olarak 1920’li yıllarda ilk defa Batı’da görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır. Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun Taner, hikâyelerinde, genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri, sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefi bir yaklaşımla ele alır. Yazar sade anlatımına ince bir yergi ve yer yer, alay katarak , olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz önüne serer.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde durum farklıdır. Köy hayatını, köydeki bir ailenin yaşayış biçimi, yeni alınan bir eve borçlanmış olmasına rağmen aile bireylerinden çocuğun isteğini yerine getirebilmek ve onu mutlu kılabilmek için yapılan fedakârlıklar  anlatılıyor. Bir ailenin çocuklarına olan güven duygusu çocuklarına karşı tavırları, çocuğunu koruma ve kendine güven duygusu içerisinde meraklarını gidererek yetiştirme hayata iyi bir evlât olarak hazırlayabilme kaygısı yatmaktadır.
NOTLAR
Türk Edebiyatında ilk hikâyeler, Samipaşazâde Sezai’nin yazdığı küçük eserlerdir.
Batılı anlamda hikâyenin Türk Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
Avrupaî tarzın ilk  ilk HİKÂYE ve ROMANCILARI  Ahmet Mithat Efendi, Emin Nihat Bey, Şemseddin Sami Bey’dir.
Ahmet Mithat Efendi neşirlerinde  1870 yılında KISSADAN HİSSE, LETAİF i RİVÂYET’in ilk beş  bölümü ile başlar. 1873’te başlayıp,  1875’te biten  Emin Nihat Bey’in  MÜSAMERETNAME’si ikinci teşebbüstür.  1875’te  ŞEMSETTİN SAMİ’nin TAAŞŞUK i TALAT ü FİTNAT’ıdır.
Modern hikâyenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise Halit Ziya UŞAKLIGİL ve Haldun Taner’dir.
Türk hikâyeciliği, ilk olarak İlk Çağ, Orta Asya Binbuda Kütüpanesi’nde bulunan Uygurca, Samoyetçe, Sankritçe hikâyeleridir. ( Kaynanam Kara Papam Kara, İkiz Kardeş Hikâyeleri) Bunlar Anadolu’da masala ve tarihî eserlere girmiştir. Bunlar da:
Oğuznâmelerimiz,
Dedekorkut Hikâyelerimizdir.
Sonraki yüzyıllarda ise bunu:
Leylâ ile Mecnûn,
Ferhat ile Şirin,
Yusuf ile Züleyha,
Arzu ile Kamber, …vb  hikâyelerdir.
Hoşa giden, eğlendirici anlatımlar olarak gelişen hikâyeye, bu anlamıyla Homeros destanlarının ve Heredot tarihinin anlatımlarında da rastlanır.
Ortaçağ ’da özellikle Hindistan’da “Binbir Gece Masalları” ile sağlam bir hikâye geleneğinin varlığı bilinmektedir. Bu gelenek Arapça’dan yapılan çevirilerle Avrupa’ya yayılmıştır; ancak bu çağ Avrupa’sında yaygın olan hikâyeleri, masal, efsane, rivayet anlatımlarından ayıramıyoruz.
Erbay KÜCET’in hikâyelerinde geçen olay gerçek hayatın kendisidir.

Hikâye türünün ilk büyük başarısını XIII. Yüzyılda İtalyan edebiyatında görüyoruz. Bu yüzyılda yazılan hikâyelerin büyük çoğunluğu nüktelidir; ancak macera hikâyeleri de az değildir.
Hikâyeye bugünkü anlamda ilk edebî kimliği kazandıran İtalyan yazar Boccacio’dur. Sanatçı, Rönesans hikâyecilerini de etkilemiştir. Rönesans’tan sonra hızla gelişen hikâye XIX. Yüzyılda edebiyatın en yaygın türlerinden biri olmuştur.
Aynı yüzyılda, Tanzimat’ın ilanını takiben Batı’nın etkisiyle edebiyatımıza giren modern hikâyeden önce Türk Edebiyatının yüzyıllar süren sağlam bir hikâye geleneği vardır.
Bir kısmı günümüzde de yaşayan halk hikâyeleri, meddah hikâyeleri, halk masalları bu geleneğin tanıklarıdır. XIV. ve XV. yüzyıllarda yazıya geçirildiği sanılan Dede Korkut Hikâyeleri, çağdaş hikâye tekniğine yakın kurgusu ve planıyla Türk edebiyatının bir kısım anlatımlarda Batı’dan ileride olduğunu gösteren eserlerdir. Hikâye kelimesi ilk olarak Tanzimat’ta “roman” karşılığında kullanıldı. Bugünkü anlamda hikâyelere ise “küçük hikâye” denildi.
Haldun Taner; “Hikâyeyi romanın kısası, romanı hikâyenin uzunu sanmak bence yanlıştır ; hem “hikâye”nin hem de “roman”ın ayrı özellikleri vardır. Tekniği başka işleyişi başka üslubu başka iklimi başka….” diyor.

MODERN HİKÂYE Yazarın insanların her gün gördükleri; fakat düşünmedikleri bazı durumların gerisindeki gerçekleri hayâl ve bir takım olağanüstülüklerle anlattığı hikâye biçimine Modern Hikâye denir.
Hikâyede bir tür olarak 1920’li yıllarda ilk defa Batıda görülen bu anlayışın en önemli temsilcisi Franz Kafka’dır. Bu türün bizdeki temsilcisi Haldun Taner hikâyelerinde genellikle büyük şehirlerimizdeki yozlaşmış tipleri sosyal ve toplumsal bozuklukları, felsefî bir yaklaşımla irdeler. Yazar, sade anlatımına ince bir yergi ve yer yer alay katarak olay ve kişilerin gerçek yönlerini göz önüne serer.
NOTLAR:
• Türk Edebiyatında ilk hikâyeler: Sami Paşazâde Sezai’nin yazdığı küçük eserlerdir.
• Batılı anlamda hikâyenin Türk Edebiyatındaki ilk temsilcisi Ömer Seyfettin’dir.
• Modern hikâyenin Türk Edebiyatındaki temsilcisi ise Haldun Taner’dir.
Roman ve hikâye arasındaki farkları Dikkatten kaçırmamak gerekir. Roman nedir? Hikâye nedir? Roman ile hikâye arasındaki fark ne? Bu sorulara cevap aramak,  bir mecburiyet olmuştur.  Edebiyat dünyasında, biliniyor gibi görünen bir çok kavram, aslında tam olarak nedir bilinmemektedir. 
Hikâyeyi bu görüşle açmak ve tanımlamak yerinde olacaktır: Kelime olarak, İtalyancadan, ‘Novella’ kelimesinden gelmiştir. Türkçe anlamı ile de: ‘Yeni’ mânâsına gelmektedir.
Hikâyenin tanımı; az insanlardan oluşan, sınırlı bir periyodikte geçen, sınırlı bir çevrede cereyan eden, kısa bir kurgusal edebiyat anlatımıdır. Hikâyelerin, genellikle, ”sürpriz”; ama  “mantıklı” bir sonuçları vardır. 
Hikâyelerin konusu, tipik olarak, tek yönlüdür. Kronolojik zaman dilimi, hızlı bir şekilde ilerler ve çok kısadır. Hem kişi sayısı, hem de  “çevre”, sınırlıdır. Romanda halk dili olmalıdır.
Roman, geniş hacimli, en azından bir; ama genellikle birden fazla kişiyi ihtiva eden, uzun zaman dilimini gerektiren, bir uzun kurgusal edebiyat metnidir. Kişisel gelişim üzerinedir.
Romandaki kişiler, genellikle aynı ve dar bir çevreden değil; değişik çevredendir. Roman, temel bir merkez;  ama bir çok eylem çeşitliliğini barındırıyor.

ANLATICILAR TİPİ (TİPOLOJİSİ, KARAKTERİ)
1.Anlatıcı Tipi(Karakteri)
Bir anlatı metni ile ilk karşılaşıldığında ilk tanışılan eleman hikâyeyi nakledendir. Burada söylenilen hususun sadece kurgulu metinleri kapsamadığı açıktır. Kurgu metinlerin sistemli incelenmesi yapıldığında da anlatıcı ya da anlatı vasıtası olarak adlandırılan lengüistik figürün büyük bir önem ihtiva ettiğini söylemek mümkündür. Roman sanatının temeli bakış açısına göre, onun problemi üzerinde yükselir. Bunu görmemezlikten gelen yazar, üzerinde durduğu temâyı ve anlamı aktarmada yeterince başarılı olamaz.

Anlatımın seviyesinin tesbitinde karşılaştığımız yapıların içerisinde, kurgu anlatıların en temel unsuru olan anlatıcı, anlatıcıları hem dış anlatıcı hem de iç anlatıcı olarak görebiliriz. Bunların her ikisi de anlattıkları metin içerisinde, pozisyonlara göre iki başlık altında toplanırlar:  Şayet bir anlatıcı anlattığı hikâyenin katılımcılarından biri ise, “benzer anlatıcı” dır. Anlatıcı anlattığı hikâyenin dışında kalan, katılımcılarından biri olmadığı bir konumda ise, o taktirde benzer olmayan anlatıcı olarak isimlendirilir.
Micke Bal’in adlandırmasıyla:

A: Dış Anlatıcı
B: Karakter Anlatıcı(Sınırlı).
Diğer bir benzer ayrımla da: “Ben Anlatıcı(lar) ve “Üçüncü Kişi Anlatıcı(lar) olarak tespit etmem mümkündür. ,
Bu bilgiler ışığında hikâyeye yaklaştığımızda anlatıcı, bu kurgu dünyasının varlıklarından biridir.  I. Tekil şahıs konumundaki anlatıcı hikâye kahramanlarından biridir. Olayları yaşayan ve anlatan aynı kişidir.
(Bisikletime kavuştuğum akşam, babamı olanca gücümle sıkarak kucakladım ve doyasıya öptüm. “Mavi Ceylan”  s.9)

Metin aktarımında tekil I.şahıs’ın (m) kullanılması anlatıcı tipinin tesbiti için önemli bir ipucudur. Bu hikâyede anlatıcı, “ben anlatıcı”dır. Hikâyede anlatıcı tipini ele veren önemli ipuçlarından biri de, anlatıcının hikâye kahramanı ile aynı ortamda (hapishane) olduğunu belirtmesi ve onun hal ve hareketlerini gözlemleyebilmesi ve onları aktarabilmesidir. 
Erbay KÜCET’in  “Mavi Ceylan” hikâyesinin anlatıcısı ben anlatıcısıdır. (“Babacığım, bisikletimi ne zaman alacaksın?” diye sordum. “Mavi Ceylan”  s.8)

Kişiye dayalı anlatımlarda anlatıcı, karakterin fizyolojik özelliklerini, genç yaşlı dış görünüş ile ilgili giyim ve kuşamına önem vermesi, eğilimleri, duruşu, bakışı, insan üzerinde bıraktığı izlenimler ve ismi verilmelidir. Bunlar anlatıcıya aktarılan önemli unsurlardır.

“Ertesi gün, annemin altın küpesi bozduruldu; ama ne yazık ki bu para  bu para bisisklet almaya yetmiyordu. Tam umutsuzluğa kapılmak üzereydim ki paranın üstünü babam maaşından tamamlayacağını söyledi…Yaşasın!.. “Mavi Ceylan”  s.8

“Babacığım bisikletimi ne zaman alacaksın? Diye sordum. Babam, bu çıkışımı: ‘ Yakında!.. Yakında!..’ diyerek geçiştiriverdi. “Mavi Ceylan”  s.8

Yazar, yani anlatıcı hikâye katılımcılarından biri olarak:
a) Karakteri fizyolojik bakımından tanıtması,
b) Kahramanın ismi ve ailesi hakkında az çok bilgi vermesi,
c) Aktörün, öğrenmeye yani bilgi edinmeye açık olmasını söylemesi gibi unsurlar anlatıcının tipini veren önemli ipuçlarıdır.

Anlatıcı hikâye kahramanının içsel duygularını anlatmak için onun iç dünyasına inmemiş, gizli duygu ve düşünceleri anlatma yoluna gitmemiştir. Bu açıdan anlatıcı;
1- Doğrudan(bağımsız, dolaysız) konuşma aktarımını,
2-Olay örgüsünde, karakter, tasvir vb. hususlarda, “otoriter bir anlatı söylemi”ni seçmemesi vb. durumlarda anlatıcı tipi “ben hikâye si anlatıcı”dır.

Birinci (Ben hikâyesi) Kişi Anlatımcısı:
1. Anlatım Seviyesi
Hikâye, anlatım seviyesi bakımından değişik bir konumlamadadır. Bu konumlama; anlatıcının kurgu metnin bir katılımcısı olması, dolaysız konuşma tekniğinin ön planda olması ve müdahale sınırının sıfır düzeyinde olması gibi unsurların niteliklerinden anlamak mümkündür.
Hikâye:
A) Temel metin
B) Alt anlatılar (metinler)
Temel metin / çerçeve metin, anlatıcının metnidir. Anlatıcı, hikâye kahramanı olmakla birlikte, olay örgüsünü, kurgu metni nakleden kişidir. Bu durum, anlatıcının konum ve bakış açısını mekan, zaman, ritmik oluşumların yapısında değişmelere, yapısal nitelikler kazanmasına, zengin kurgusal yapının ya da tersi durumun ortaya çıkmasına ve bunların belirginleşmesine neden olmaktadır.
Olayın bir kahramanı olan anlatıcı, aktörün yaşamı, fiziksel yapısı, duygu dünyası (aşk dünyası), gelecek tasarımını kurgusal ve ritmik yaklaşımlarla anlatmıştır. Temel metnin anlatıcısı olan anlatıcı, zamanlarda yer yer sıçramalar yapmış, yer (mekan) tasvirlerinde ise başarılı değildir. Olayın geçtiği yer (hapishane), anlatıcının projektörüne hiç yansımamıştır. Tasvirler genellikle aktör üzerinde yoğunlaşmıştır.
 “Bağımsız dolaysız konuşma aktarımı “Free Direct Speech) ile anlatıcı direk aradan çekilerek aktör ile alıcı aktarıcının varlığına hiç ihtiyaç duymadan iletişim kurarlar. Diyaloglarda anlatıcı, muhatap konumundadır ancak müdahil veya dolaylı bir aktarıcı konumunda değildir. Diyaloglarda belirginleşen en önemli noktalardan biri de anlatıcının “anlatıcı” konumundan çıkarak “birey” selleşmesidir:

“Hemen bir bez parçası bulup, hayâllerimin  mavi kızının beyaz çamurluklarını, siyah gidonunu ve metalik sepetini hiç gerek olmamasına rağmen  uzun uzun sildim. Sevgilimin masmavi bir görüntüsü vardı. Nazar boncuğu gibi… Boruları, pedalı, zinciri, tekerlekleri kısaca her yeri yıldızlar gibi pırıl pırıldı. Mavi bir ceylan gibi… “Mavi Ceylan”  s. 8
“Sonra? (Anlatımcı)


San ki hal diliyle:
-Haydi dostum! Diyor gibiydi. 
-Atlasana sırtıma!..
Artık durulur muydu?..
En kısa zamanda atlayacaktım tabii ki… Bundan böyle ıssız yollar beni bekliyordu. O günden sonra mahalledeki hiç kimsenin bisikletine bakmayacağıma söz verdim, kendi kendime; çünkü benim bir ‘Mavi Ceylan’ım vardı; ve o bir taneydi… s. 9 ”

Bu kurgusal yapıyı sembolize etmek gerekirse;
Alt anlatı metninin anlatı sistemi
Anlatı seviyesi kurgusal bir zenginlik taşıdığını söylemek mümkündür. Ana metin dışında, ancak yapı ve kurgu bakımından yine ana metine bağlı olan bir alt metin ortaya çıkmıştır. Bu metinde de bir anlatıcı ve bir dinleyici (muhatap) söz konusudur. Gönderici ve alıcı dışında bir alıcıdaha vardır ki, bu alıcı metin dışı muhattap olmakla birlikte temel metnin ve alt metnin temel anlatıcısı üst anlatıcı(ben)dir.

DÜZYAZI TÜRLERİ
Düzyazılar işlenen konu ve konunun işlenme tekniğine göre iki ana grupta incelenir:
A. Hikâyeleme yazıları
B. Düşünce yazıları
HİKÂYELEME YAZILARI
ROMAN : Yaşanmış veya yaşanması muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların belli bir düzen içerisinde anlatıldığı, yer, zaman ve şahısların belli olduğu uzun yazılardır.
Konularına Göre Şöyle Adlandırılır:
Psikolojik Roman,
Töre Romanı,
Macera Romanı,
Tezli Roman,
Köy Romanı,
Tarihi Roman,
Egzotik Roman,
Mektuplu Roman,
Bilim-Kurgu Romanı,
Biyografik Roman...

Etkilendikleri Edebî Akımlara Göre:
Klasik Roman,
Romantik Roman,
Realist Roman,
Naturalist Roman"  gibi adlar alırlar.
2. Hikâye (Hikâye) : Yaşanmış ya da yaşanması muhtemel, gerçek veya gerçeğe yakın olayların, belli bir düzen içerisinde anlatıldığı orta uzunluktaki yazılardır. Dünya Edebiyatı'nda hikâye türünün ilk örneği İtalyan yazar Boccacio'nun Decameron (Dekameron) adlı eseridir. Hikâye türü, Türk Edebiyatı'nda Tanzimat Dönemi'nde ortaya çıkmıştır.

Dünya Edebiyatı'nda Realizm (gerçekçilik) akımının etkisinde hikâyeler ikiye ayrılır:
a) Olay Hikâyesi:
Fransız yazar Guy de Maupassant tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle Maupassant tarzı hikâye olarak da adlandırılır. Hikâye, belli bir olayın etrafında gelişir. Türk Edebiyatında Olay Hikâyeciliğinin en önemli temsilcisi Ömer Seyfettin'dir.
b) Durum (Kesit) Hikâyesi:
Sovyet yazar Antony Çehov tarafından geliştirilmiştir. Bu nedenle Çehov tarzı hikâye olarak da adlandırılır. Bu tür hikâyelerde belirli bir olay yoktur. Hayattan bir kesit sunulur. Durum hikâyeciliğinin Türk Edebiyatındaki en önemli temsilcisi Sait Faik Abasıyanık ve Memduh Şevket Esendal'dır.

Hikâye ile Roman Arasındaki Benzerlikler

a) Her ikisinin de yazarı bellidir.
b) Her ikisinde de giriş, gelişme ve sonuç bölümleri vardır.
c) Her ikisinde de gerçek veya gerçeğe yakın olaylar anlatılır.
d) Her ikisinde de olağanüstü özelliklere sahip olmayan, normal yapıda kahramanlar (kişiler) vardır.
e) Her ikisinde de olayların geçtiği zaman ve mekan bellidir.

Hikâye ile Roman Arasındaki Farklar
1.                      Hikâye kısa ve orta uzunlukta bir yazı türüdür. Roman ise uzundur.
2.                      Hikâyede kişi sayısı romana göre daha azdır.
3.                      Hikâyede genellikle bir tek olay anlatılırken, romanda birbirine bağlı olaylar anlatılır.
4.                      Hikâyede olaylar kısa bir zamanı kapsar, romanda ise genellikle uzun bir zaman söz konusudur.
5.                      Romanlarda olayın geçtiği dönemin siyasî, sosyal, tarih durumu hakkında bilgi edinilir. Bu durum hikâyelerde pek yoktur.
6.                      Hikâyelerde sınırlı bir mekan söz konusudur. Romanlarda ise olaylar daha geniş bir coğrafyada meydana gelir.

KİTABA ELEŞTİRİ:
BİRİNCİ BÖLÜMDE:
“Mavi Ceylan,  Bozkır Osman Emmi, Ayvan Musluk, Tosuncuk Kaplumbağa, Üç Kafadar Ormanda, Babam Beni Affeder mi?, Keşke Masa Olmasaydım, Dikkatsiz Bir Çırak, Soğukta Kalan Aile ve Ben,” olmak üzere hikâyeleri dokuz adetten ibarettir.

İKİNCİ BÖLÜMDE:
“Yavrusunu Arayan Fil, Nehirden Gelen Elma, Balıkçı ile Zorba, Kıvırcık Saçlı Adam, Kasaba Arkadaşları, Kazın Sağ Eli, Yaşlı Adamın Yanlışı, Beyinsiz Av” isimlerinde olmak üzere sekiz bölümlük hikâyelerden oluşuyor.
Kitap kapağında, yazarın çocukluğunun özlemi olan, bir bisiklet edinme hevesinin hayâli, resmedilmiş. Arka kapağa ise bu hikâyeden bir bölüm aktarılarak okuyucunun ilgisi çekilmek isteniyor.
Kitabın sırt kısmında ise sadece, yazarın adı ve kitabın ismi yazılmış. Çoğu oldu bittiye getirilen bu tür kitapların baskılarında, mutlaka bir eksiklik bulunmaktadır.  Bu kitapta da öyle olduğu gözüküyor. Matbaacılar, yayıncılar, eseri tashih edenler ve yazar,  kitabın baskısı yapılıp kapak takılması işinde dahi gözlemci olmalı; ve kitabın kaliteli bir baskı içinde, yeniden bir tashihe gerek kalmayacak  kadar doğru çıktığından emin oluncaya kadar, matbaa ile koordineyi kesmemelidir. Bu konuda yazarların da işi takip etmesi gerekir.  Bizde her ne sebep ise kitap yazılıp bitirildikten sonra, yazar da işi matbaacıya ve dizgiciye havale edip basılıncaya kadar matbaaya uğramıyor; halbuki bu davranış, yazarın kendi işini ehil olmayanlara havale etmiş olmasından başka bir şey değildir.
Kitap, matbaada baskıya girip kitap kapaklarının takımına kadar yazarın da yeni bir çocuğun doğumunu beklercesine meraklı olarak, matbaa ile yakından temasta bulunması gerekmektedir. Başkalarına havale edilen her iş gibi bu türde yapılan baskılarda da büyük hatalar meydana geliyor.   

Kitabın arka kapağında olması gerektiği halde, yanlış algılanarak, tercihe bağlı olduğu zannedilen, kitabın konusuyla ilgili bilgi eksikliğidir. Kitabın arka kapağında olması zarurî olan; ancak verilmeyen bu bilgiler verilerek kitabın kısa tanıtımı mutlaka yapılmalıdır.
Bu kitabın konusu nedir, neden bahsetmektedir? Ne maksatla yazılmıştır? Kısa, bir tanıtım okuyucu için çok önemlidir. Böylelikle okuyucu, bu kitabın tamamı hakkındaki bilgiyi, kitabın tamamını okumadan anlaması ve bu konuya ilgi duyuyor ise kitabı alması bakımından bilgilendirilmiş olacaktır. Eğer, bu bilgi ilgisini çekerse ve konu kendisini ilgilendiriyor, merak uyandırmış ise kitap, okuyucuya: “Al beni!.” diyecektir. Aksi durum ise,  kitap  konu ve olaylar açısından okuyucunun ilgisini çekmediği halde, okuyucuyu kitabı almaya zorlanmış; ve onu kandırmış olacaktır. Bu ise, ne yayıncıya  ne de yazara yakışan bir durum değildir.

Erbay KÜCET’in kitabında, kitabın içinde geçen hikâyelerden birinden aktarma yaparak dikkat çekilmeye ve kitabın diğer hikâyeleri de işte böyle, denmeye getirmeye çalışılmıştır.
Çocuk Hikâye Kitapları, bol renkli ve karikatürlü olması gerekir ki çocuk, onu okurken olayları hayâlinde kurar, resimleri hayâlindekilerle karşılaştırır. Hatta bazan kitaptaki hikâyeyi yarıda keserek resimlere bakar: “Demek, bu çocuk bunları yapan kahraman.”, “Bu kadar acımasız olan, bu adammış.” der; veya düşünür. Olayları akıl süzgecinden geçirip hikâyede kaldığı yere yeniden döner. Belki de olayları kendi hayâl dünyasında defalarca yaşar... Bunun için çizilen resimler hikâyeye uygun olmalıdır. Hikâyedeki kahramanların karakterlerinin yüz yapıları, ruh hallerine kişilik özellikleri, karakterler yapılarına, uygun olarak, asık suratlı, gülen, komik, saf görünüm ...vb. olarak çizilmesine dikkat etmek gerekmektedir.

Kitaptaki resimler, kitapta geçen karakterlerle bağdaşmamakta, olayların geçtiği yer, çevre, karikatürize edilmiş olsa bile Müslüman Türk’ün yaşadığı yerler, giyiniş tarzı, yaşayış biçimi, örf, âdet ve geleneklerde yaşayan, kılık ve kıyafetlerini  yansıtmamaktadır.

 ESERLERİ
1) 1993, KÜCET, Erbay, “İlerleyelim Beyler”(Hikâyeler)
2) 1996, KÜCET, Erbay, Gençlik Kültür Ansiklopedisi (R.Kaymaz ve S.Er'ile)
3) 1996, KÜCET, Erbay, Fıkır Fıkır Fıkralar (Çocuklar için Fıkralar)
4) 1996, KÜCET, Erbay, Şirin Şiirler (Çocuk Şiirleri Seçkisi)
5) 1997, KÜCET, Erbay, Kendi Kiliseni Kendin Yap (Hikâyeler)
6) 2000, KÜCET, Erbay, Yakalatan Şapka(Çocuk Hikâyesi)
7) 2008, KÜCET, Erbay, Güncelle Kendini(Kişisel Gelişim)
8) 2008, KÜCET, Erbay, Mavi Ceylan(Çocuk Hikâyeleri)
9) 2008, KÜCET, Erbay, Hoca Nasreddin'i Nasıl Bilirdiniz?(Araştırma)

Kitap İsteme ve Haberleşme Adresi:
(TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Birim Amiri)
İtibat Tel: 420 66 15-16        CEP: 0505 777 88 01

KAYNAKLAR
1)1993, KÜCET, Erbay, “İlerleyelim Beyler” (Hikâyeler)
2) 1996, KÜCET, Erbay, Gençlik Kültür Ansiklopedisi (R.Kaymaz ve S.Er'ile)
3) 1996, KÜCET, Erbay, Fıkır Fıkır Fıkralar (Çocuklar için Fıkralar)
4) 1996, KÜCET, Erbay, Şirin Şiirler (Çocuk Şiirleri Seçkisi,)
5) 1997, KÜCET, Erbay, Kendi Kiliseni Kendin Yap (Hikâyeler)
6) 2000, KÜCET, Erbay, Yakalatan Şapka(Çocuk Hikâyesi)
7) 2008, KÜCET, Erbay, Güncelle Kendini(Kişisel Gelişim)
8) 2008, KÜCET, Erbay, Mavi Ceylan(Çocuk Hikâyeleri)
9) 2008, KÜCET, Erbay, Hoca Nasreddin'i Nasıl Bilirdiniz?(Araştırma)

 Erbay KÜCET, Muhsin YAZICIOĞLU ve Abdullah Çağrı ELGÜN vefatından az önce çekilen (15 04 2008) bir hatıra fotoğrafı.
 05.04.2008 Erbay KÜCET, İLESAM’da GÜNCELLE KENDİNİ adlı bir Konferansta Konuşurken.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder