13 Ekim 2016 Perşembe

HALİSE TEKBAŞ’IN: “BENDEKİ BENİ SENİ YAŞA”, KİTABI ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ Abdullah Çağrı ELGÜN

        HALİSE TEKBAŞ’IN: 

“BENDEKİ BENİ SENİ YAŞA”, 

KİTABI ÜZERİNE BİR KAÇ SÖZ

                                 Abdullah Çağrı ELGÜN
(Halise TEKBAŞ’ın Yeni Çıkan Kitabı, Denemelerim ve Şiirlerim

HAYATI HAKKINDA:
1963 yılında Adana’da doğdu. 1976 yılında Kamu Kuruluşunda on yedi yıl bir fiil çalıştı. Bu arada okul ve iş arasında mekik dokudu
1992 yılından işten ayrılarak Doruk Gazetesinde Haber Müdürü ve Genel Yayın Yönetmenliği görevini üstlendi. Uzun yıllar Doruk Gazetesinde Haber Müdürü ve Genel Yayın Yönetmenliği görevinde bulundum. Bir kaç yıl da imtiyaz sahipliği yaptım. 2000 yılında emekli oldum.  2007 yılında Doruk Gazetesinden ayrılarak  On beş günde bir çıkan “Evrim Gazetesi”ni kurdu. Bu gazete bugün de  yayın hayatını sürdürüyor. 
Aynı zamanda ayda bir çıkan  engellilere yönelik bir gazete daha çıkarmakta ve gazetecilik hayatını sürdürmektedir.
 Kısa kısa hikâyeleri ve gazetedeki köşelerinin çoğunluğu siyasetten uzak, aşk, sevgi, özlem, hasret edebî yönü fazla olan konulara ağırlık vermektedir. 
Şiirleri yerel gazetelerde ve dergilerde çıktı. Birçok denemeleri dergilerde yayımlandı. Edebiyatı seven Halise TEKBAŞ aynı zamanda birçok derneğin de üyesidir.
Ankara Edebiyatçılar Derneği, Adıyamanlılar Derneği Basın Danışmanı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği üyesiyim ve Adana’da Çukurova Edebiyatçılar Derneği Başkanıdır.  
Türkiye’nin birçok illerinde yapılan festival ve etkinlik şölenlerine katılan ve  bu katılımlar sebebiyle çeşitli ödül ve belgelere layık görüldü. Adana: Altın Koza Basın Teşvik Ödülleri Yarışmasında köşe yazısından ödüllendirildi.  
İki kızı ve bir erkek olmak üzere üç çocuk annesi ve çok tatlı iki tane torun sahibidir.  

KİTAP HAKKINDA:
Toplam, yüz on sekiz sayfadan oluşan kitap, Halise TEKBAŞ’ın kitabın basım aşamasına kadar kendisine yardımcı olan dostlarına Süleyman KARACABEY, Nurgül ÇÖLKESEN, Abidin GÜNEYLİ, Sinan TOKSÖZ, S Fatih ERAY ) bir teşekkür sunuşu ile başlamaktadır.
İkinci sayfada, sanatçı bestekâr Tuncay YALIN’ın kısa bir hitabı, üçüncü sayfada Halil İbrahim ÖZCAN’ın konu ile ilgili kısa tanıtımı, sayfa 4-7 sayfalar arasında da Süleyman KARACABEY’in tanıtım yazısı yer alıyor

Bütün bu yazılar bir bakıma Halise TEKBAŞ’ı ve eserini takdim ve tanıtım amacına yönelik olarak  yazılmış. Bu yazılardan sonra da kitabın içinde denemeler ve şiirlere yer veriliyor.
Kitaba ismini veren yazı “Bendeki Seni Yaşa” ile başlayan konu başlıkları “Nerede Görürsen” serbest tarzda yazılmış şiiriyle son buluyor.
Kitap romantizm, duyguda coşkunluğun yaşandığı enfes bir kitap. Romantikler, gençler ve hatıra severlerin  bir nefeste okuyabileceği bir kitap.

Kitap, TEKBAŞ YAYINLARI, tarafından çıkartılıyor. Ocak, 2010, Adana, ISBN: 978­­­-605-61094-0-9 1000 Adet basılıyor, Ekrem Ofset, 0322 457 53 35,  Kurtuluş Mh. 19. Sok. Ful Ap: A Blok Kat: 4 Daire: 12

Bendeki  Seni Yaşa                              Çok şeyler katmalısın hayata, kendin ve benim için. Uzağımdayken yakın etmelisin kendini. Bendeki seni sende yaşamalısın, sevgiliysek eğer.
Sen, ben istemeden yanımda olmalısın. Gururu bırakıp özgürce sevgini haykırmalısın,  cesur ve yürekli olmalısın, hayata gülümseyerek.

 Unuttum yine değil mi? Sevilmek isteyişim, aslında seni sevişimdi. Bak hatırladım; ama sitem etme bana. Avuçlarımı uzatıyorum;  ve diyorum ki:
 “Seni seviyorum;  çünkü böyle nefes alabilir bendeki sen,  sendeki ben!” Karamsarlığını yıkmak istiyorum,  hem de en temelinden...
Hayatı tam da ortasından avuçlamanı istiyorum... Bundan sonra beni unutmadan, sana bıraktığım güzel yanlarımı taşıyarak, dimdik duracağını biliyor; ve inanıyorum gülüm.

Tam da ortasına bas hayatın... Hayat kısa sevgili. Yanından geçme, kırılırım... Sen yaşa ki, ben de senle yaşayayım...
  Gittim evet, haklısın; fakat gitmek için zorunluydum, gittim! Bana eğer bin seçim hakkı bırakılsaydı seçim sen olurdun ve seni asla bırakıp gitmezdim. Evet acı, biliyorum!  Yanında yüreğinde ve tüm ruhunla  hissettiğin birini temelli görememek; fakat  ben giderken, senin içinde bulunduğun hayatı benim için yaşamaya devam edeceğine eminim. Okyanus çılgınlığında sevmelerim. Sonsuz kıyıların girdabında seni soluyorum, dokunarak nefesine. Ah, ben sen oldum içimdeki benimle!
Benim için yaşa, hayata gülümseyerek... Benim yaşayamadığım günleri, benim hakkımmış gibi dolu dolu yaşa gülüm... Çaresizliğim benimle, gözlerim buğulu. Ağlama  demiyorum sana ben; çünkü bende ağlıyorum sensizliğe. Bir çiçeğe dokun benim için, usulca usulca sev ikimiz için, geleceğimiz için... Ağladığım anlarda seni düşünüyor olacağım...
Hayata karıştığında, elimden sımsıkı tutup beni hayata karıştırdığın için huzur bulacağım...
Beni hayata katacağın için daha bir özlemle seviyorum; ve sarılıyorum sana özgürce.

Aklımdan hİç çıkmadın kİ
Anneciğim bugün senin aramızdan ayrılışının kaçıncı yılı olduğunu biliyor musun; ama ben sana   kaçıncı yılı olduğunu hatırlatabilirim annem, sen duymasan bile. Evet beni annemsiz  bırakalı yirmi iki yıl oluyor... Anne diyemiyorum içten gelerek; çünkü sen yoksun ki. Bugün bütün gün aklımdan çıkmadın. 6 Şubat 1987 yılı; ve günlerden Cuma. Adıyaman karlı bir bölge olmasına rağmen, kış gününe inat edercesine bahar kendini göstermişti.
O gün her tarafta mis gibi bir koku vardı, sanki sen aramızda dolaşıyordun ama göremiyorduk seni annem. Sen aramızdan ayrıldın bizi ve beni yalnız bıraktın.                                  
Hiç düşünmedin mi, bizi bırakıp gitmelerinle yalnız kalacağımızı. Hiç düşünmedin mi annemsizliği bize yaşatacağını? Sana dokunmak istiyorum annem. Ne çok özlemişim bir bilsen.
Hiçbir şeyi bu kadar özlememişimdir seni özlediğim kadar. Bugün 6 Şubat aramızdan ayrılışının 22’nci  yılı. Bugünde bahar havası var annem, bugünde Cuma annem.
Seneler acımasız gelip geçiyor, özlemin daha çok artıyor annem. Uyuduğumda Melek annem saçlarımı okşuyor musun? Birazcık da olsa sevginden veriyor musun? Seni özledim annem. Ellerini, sıcaklığını o tatlı sözlerini annem. Annem hüzün var içimde, anne diye haykırmak istiyorum ben bugün; ama kelimeler dağarcığımda kilitlenmiş haykıramıyorum.
Sessiz çığlıklarımın içinde ağlıyorum annem. Seni ne çok özlemişim annem.
Koskoca  yirmi iki yıl annem, buna yürek dayanır mı? Soruyorum sana… Ben cevap vermekte güçlük çekiyorum, sensizliğimde geçen yıllara. Ah, annem! Anne diyemememin üzüntüsünü yaşıyorum her geçen gün. Hep suskun kaldın, dargın mısın yoksa annem? Yollarda yürürken seni koyuyorum bir yanıma, ne de mutlu oluyorum seni hissederek yürüyerek annem. Annem sen hâlâ bir yanımsın, sızlayan yaramsın.    
Yıldızları avuçluyorum senin için, güneşe uzanıp tutmak istiyorum ateşi yakıyor avuçlarımı annem. Geceleri yıldız güneş gibi parlıyor üstüne...
Bir tek sen duyarsın sesimi, sen olmasan da. Seni özlüyorum annem, seni...  

BÖYLE Mİ OLMALIYDI HAYAT?
İçim daralıyordu sanki. Odada tek başıma dolaşıp duruyordum. Daha sonra balkona çıktım, hava serin rüzgar esintisi yanaklarımı okşadı. Üperdim, tekrar odaya döndüm. Bu kez kendime kahve hazırlamak için mutfağa geçtim ama bir türlü elim cezveye gitmedi nedense. Karmaşık bir duygu içerisindeydim bu akşam. Mutfakta ne kadar kaldım bilmiyorum. Gözüm tezgahtaki cezveye tekrar takıldı, yürüdüm aldım ve kendime kahve yapmaya başaladım. Derken telefonum çaldı. Arayan Manavgat’tan oğlumdu. Ne kadar konuştum farkında bile değildim.
Bana: “Anne hasta mısın?” deyince’ “Hayır, oğlum çok iyiyim!” demekle yetindim. Bir özlem hasret vardı tüm yüreğimde. Çocuklarım hepsi benden uzaktaydılar. Bense bir başıma koskoca evde yapayalnızdım; ama bu akşam bende bir tuhaflık vardı. Cezveyi bıraktım, odaya geçtim.
Başımı avuçlarımın arasına aldım, kendimi sorgulamaya başladım. Yapmak istediklerimi yapamıyordum. Tekrar balkona oradan mutfağa geçtim. Kendime bir fincan çay yaptım ve pencereye yaklaştım. Dışarıda esen rüzgâr hazindi, odadaki ısıyla kaynaşıyordu. Çayımı yudumluyorum, seni düşünüyorum, annemi, babamı, aile bireylerimi derken tüm akrabalarımı düşünmeye başladım. Neydi beni bunları düşündürmeye sevk eden?
 Dışarı çıkma arzusu doğdu birdenbire bende. Fincanımı masaya bıraktım, üzerimi değiştirdim ve kapıyı kilitleyip dışarıya çıktım.


Yol önümde uzuyordu sanki. Kendi kendime, yolu daha önce hiç bu kadar uzun, dar, karanlık ve sessiz görmediğimi düşünüyordum. Birdenbire sıcak bir el, esen rüzgâra inat, omzuma dokundu. İlk tepkim aslında korkmak olsa da belli etmeden döndüm arkama. Çok sevdiğim bir arkadaşımdı. “Hayırdır, neden bu kadar dalgınsın” dedi.
Sadece arkadaşıma baktım tek bir kelime bile edemiyordum. Kilitlenmişti dilim; ve boğazım. Hıçkırıklar beni boğuyordu, yutkunuyorum... İçimde bir şey acıyor sen gelince aklıma... Bulunduğum yerden sessizce uzaklaşıyorum.

Uzaklar,
Öyle uzak ki...
Uzaklar:
Özlemin,
Sevginin,
Tutkunun,
Uzaklar:
Öyle uzak ki,
Aklın,
Sırrın,
Ermediği kadar..
Uzaklar o kadar...
Öyle uzak ki...
Karanlıkta sevgiliye,
Uzaklar
O kadar uzak ki...


Taylant denİnce, Pattaya  doğanın
muhteşem manzarası gelİr aklıma
16 ile 19 2008 ekim tarihleri arasında Adana’da gerçekleştirilen Çukurova Halk Kültür Festivali’nin ardından tatili hak etmiştim. Günlerce koşturmuş çok yorgun düşmüştüm. Hiç beklemediğim ve programımda olmadığı halde, ani bir kararla dünyanın bir ucu olan Taylant’a tatile gitmek oldu. Arkadaşlarım beni aradı, Taylant’a gideceklerini benimde gidip gitmediğimi sordu, bende “olur” dedim. Dinlenmek bana iyi gelecekti.
Pasaport işlemlerimi yaptırdım ve 25 ekim 2008 akşamı Adana havaalanından İstanbul’a uçtuk.

İstanbul’dan THY Uçağına bindik ve uzun bir yolculuğa ilk kez çıkıyordum. İstanbul-Bangkkok arası on saat. Uzun bir yolculuğun ardından Bangkok’a iniyoruz. İniş sırasında Bangkok’ta evlerin önünde pirinç tarlaları sıkça görülüyor. Her taraf yemyeşil. Hayran kalmamak mümkün değil.. Valizlerimizi alıyoruz Pattaya’ya gitmek için arkadaşım taksiciyle pazarlık yapıyor. Gideceğimiz yer oldukça uzak. Bir buçuk saat kadar. Taksiye biniyoruz. Bu arada rengarenk taksiler. Hele pembe olanlar daha bir güzel. Bayram şekerini andırıyordu. Orda kaçak olarak da çalışan taksiciler bulunuyormuş. Onlarla da fiyatta anlaşabiliyorsun ama diğer normal taksicilerde anlaşmak mümkün değil. Onların ki sabit ücret... 

Daha önce Suriye’ye gitmiş ikinci yurtdışı gezim Tayland olmuştu.
Pattaya’da tatil yapmak harika bir şey olsa gerek. Beni büyüleyen ülkenin her tarafının yemyeşil olmasıydı. Böyle bir doğa manzarasını ancak tablolarda görebilirdim. Bu söylediklerimi görmek gerekir. Bangkok’a indikten sonra Pattaya’ya gitmek için iki yol var. Eğer Bangkok’ta yalanız kalıyorsanız, şehrin batısında yer alan Batı Otogarı’na gidersiniz. Kaldığınız otelden bir taksiyi çağırır ve anlaştıktan sonra gideceğiniz yere sizi götürür. Yaklaşık 1000-1500 baht ücretle 1.5 saatte Pattaya’ya ulaşırsınız.  Yol boyunca yeşilliklerin ötesinde Buda’yı her yerde görürsünüz.
 Dağ-tepe ve evlerin bahçesinde. Manzara muhteşem. Hava ılık, yol boyunca fotoğraf çekmemeyi de ihmal etmiyorum. Bir kaç kez taksiyi durduruyoruz yol güzergahında ve hemen çıkıp fotoğraf çekiyorum. Ah, ne kareler yakalıyorum! Arşivimde harika fotoğraf  karelerine ekliyorum.
Yolumuza devam ediyoruz ve yolculuk sonunda nihayet kalacağımız otele varıyoruz.  Otelimize yerleşiyoruz, ben hemen üstümü değiştirip soluğu Pattaya’nın en kalabalık yerlerinde alıyorum. Yürüyoruz, yol boyunca 15-20 yaş arası genç kızlar, hepsi de birbirinden şık ve bakımlılar. Pattaya’nın her tarafı cennet sanki, makilerle bezenmiş. Pattaya’da sadece cinsellik yok tabii ki... Bu mevsimde bile yüzenlere rastlarsınız.  Ekim sonları yıl 2008...  Hele deniz üzerinde paraşüt keyfine diyecek yok. Otel odamın penceresinden bütün bunları seyrediyorsun...

Sürat teknelerinin çok olduğu deniz yüzeyi ve deniz paraşütü görülmeye değer. Coral Adası, büyük bir ada... Öyle hayâlinizde canlandırdığınız fazla palmiye yok. Akdeniz tipi bitkiler adaya hakim... Serinlemek için ise Hindistan cevizi suyu, her türlü yenebilir. Birde Pattaya’nın biraz dışında bulunan Fil Kasabası geliyor. Burada bulunan filler size özel gösteriler yapıyor ve bir tropik bahçe içinde yer alıyor. İsterseniz Bungolowlar’da da kalabiliyorsunuz.  Burada bulunan filler size özel gösteriler yapıyorlar. Adeta nefesiniz tutuluyor izlerken. Daha sonra seyirciler muz alarak fillere veriyorlar. Ben de muz alarak file uzatıyorum, keyif alıyorum. Daha sonra fil bakıcısı ve spikerlik yapan beyle tanışıyorum fotoğraf çektiriyoruz.  Fotoğraf çektirirken fil ani bir hareketle beni hortumuna alarak havaya kaldırıyor. Korkudan kalbim duracaktı, avazım çıktığı kadar bağırıyorum. Orda bulunanlar kahkaha atarak bana bakıyorlar. Ben ise kurtarılmayı bekliyorum. Bakıcısı file dokununca beni yere indiriyor, derken ayaklarım daha yere basıyordu ki ikinci sefer hortumuna alarak tekrar havaya kaldırıyor. Bu kez korkmadığımı fark ediyorum. Filin  çok sert ve  taş gibi hortumuna  sıkı sıkı  sarılıyor, arkadaşıma seslenerek  fotoğrafımı çekmesini istiyorum.

Oradan ayrılıyoruz ve doğal parkı geziyoruz hayranlığım arttıkça artıyor gördüğüm manzara karşısında. Geniş bir tropik bahçe içinde yer alıyor. Timsah, Maymun, Aslan.  Doyum olmuyor, gezdikçe yeşil ile bütünleşiyor insan.
Taylandlı genç kız Bo ile tanışmıştım. O da bizimle beraber gülüyoruz, eğleniyoruz.  Yılanların gösterisini izlemek için arkası açık araca biniyoruz ve gösteri alanına geliyoruz.  Bulunduğumuz botanik bahçeden bolca oksijen almıştık. Arkadaşım gösteriyi izlemek için biletlerimizi aldı bahçeden geçerken kafeslerdeki yılanları görünce korkuyorum ve geri dönüyorum, o anı hatırlamak istemiyorum.  Gösteriyi izleyemeyeceğimi söylediysem de ikna ettirememişim.  Ellerimden tuttular ben de gözlerimi kapatarak gösteri yapılan alana geçtik. Gösteriyi nasıl izledim ah, bir görseydiniz! Gözlerimi kapatıyor, bazen aralıklarından izliyordum. Piton ve kobra yılanları. Hele bir defasında nasıl çığlık atmıştım... Dışarı çıkınca rahat bir nefes alıyorum.  Neyse ki o gece rüyamda yılanlarla yapılan gösteriyi görmüyorum...
Pattaya’da bir yanda güneş, diğer bir yanda yağmur birleşince yağmur tanecikleri ılık olarak yeryüzüne düşüyor. Büyüleniyorsun...
Pattaya’da cinsellik öylesine açıkça satılıyor ki şaşırırsınız. Hemen her şey  bunun üzerine kurulmuş gibi. Orda sürekli geziyorum ve bilmediklerimi araştırıp soruyorum. Öğrendikçe de dehşete kapılıyorum. Sahilde yürürken kenarda bekleyen çocuk yaştaki genç kızlar ve erkekler hepsini teker teker süzüyorlar, gözüne kestirdikleriyle de pazarlık yapıyorlardı. Devleti bile bunları koruyor, rahatsızlık vermiyorlardı. Beğenirseniz ve fiyatta anlaşırsanız ya onun oteline ya da kendi otelinize gidiyorsunuz. Pattaya’da cinselliğin bu kadar açık olmasını geçmişten gelen bir hikâyeye dayanıyor.

              Uzun yıllar önce kralın bir oğlu varmış. Ülkenin insanlarını merak etmiş ve evinden kaçmış. Halkın içinde dolaşmış, yaşantılarını, geçimlerini öğrenmiş. Ekonomisi çok düşük olduğu için, istediklerini alamayan insanlarla bir arada olmuş. Yıllar sonra evine döndüğünde babasına durumu anlatmış. Ülkede cinselliği serbest bırakmışlar, insanların hep güler yüzlü olmalarını istemiş ve o günden bugüne kadar süregelmiş. Duyunca şaşırdım
Karışan, görüşen, söven, engelleyen, bağırana rastlayamazsınız. Pattaya’da kavga, küfür, sokaklarda nara atmak, ya da laf atmak yok, rastlanılması mümkün değil. Oranın halkı hep güler yüzlü, asık suratlı kimseyi göremezsin.
Taylan’ın her tarafı cennet sanki. Sürekli gezdim, sahil boyu Hindistan cevizi ağaçları altında oturarak vakit geçiriyorduk...
Pattaya’da hem uluslararası mutfaklar hem de yerel mutfaklar var. Yani hemen her sokağın köşesinde geleneksel  Tayland yemeklerinin satıldığı seyyar lokantalar. Gerçi batılılar buralara çok az rağbet ediyorlar; ama Pizza Hut, Mc Donald’s, Burger King gibi uluslar arası lokantalar da var. Yani yemek sıkıntısı yok; ama ben balık, meyve ve sebzelerden başka hiçbir şey yemedim.  Gündüz gittiğiniz adalarda size tavuk çorbası, balık, ananas gibi meyvelerden oluşan yemek sunuyorlar...
Geleneksel Tayland yemeklerinde pilav olmazsa olmaz... Pilav üstü tavuk, et, çeşitli otlar, karides, balık gibi hemen her şeyi koyup yiyorlar. İllâki çerezlerine gelince, aman Allah’ım!

Her tabakta satılan hamamböceği,  kurbağa, çekirge ve envayi böcek çeşitleri çerez olarak oranın halkına sunuluyor. Bu saydıklarımı çerez niyetine afiyetle yiyorlardı. Tezgahlarda sıkça da rastlanıyor.
Günler birbirini kovalıyordu. Pattaya’yı tek başıma bile gezebiliyordum artık..
Pattaya’da hayat geç saatlere kadar devam ediyordu.
Günler birbirini kovalıyor, ayrılma vaktimiz gelip çatmıştı. Pattaya’dan Bangkok’a gitmeden önce sabahın erken saatlerinde dışarı çıkıyorum. Her taraf ıssız; çünkü orda hayat gece başlıyordu. O saatlerde sokakta kimsecikler olmazdı. Sahili kenarında yürüyorum, deniz paraşütçüleri vardı. Kaldığımız otel denize sıfır istediğimiz yere rahatlıkla gidebiliyorduk. Saatler hayli ilerlemişti, akşamdan valizlerimi hazırlamıştım.

Otele döndüm eşyalarımı aşağı indirdim Türkiye dönmek için taksiye bindim. Bizimle beraber On’da geliyordu; ama Bo’yu görmeden dönüyordum. Çok üzülmüştüm. Türkiye’ye geldikten sonra arkadaşımı aramış selamlarını göndermiş.  Tayland macerası aslında daha çok. Bazı bölümleri kestim, ama Evrim Gazetesi’nde tamamını yayınlamıştım. Tekrar Pattaya’ya giden arkadaşlarım gazeteden götürdüler, haberleri ve fotoğraflarını görünce çok sevinmişler. Evrim Gazetesi Pattaya’ya kadar uzanmış oldu.

         “PINAR MERİH TEKBAŞ”  
         Pınar Merih Tekbaş, daha küçük benim gözümde. Onu anlatmak çok zor. Harika biri.
         Mersin Üniversitesinde Psikoloji okuyor. üniversiteli olması benim en büyük sevincim olmuştu. Sanki büyümüyordu bende. 
         Nasıl büyüsünki, beş buçuk yaşında ilköğretim okuluna başladığı günü hâlâ unutmadım.  Benim isteğim dışında oldu. O yaşta bütün harfleri ve sayıları biliyor,  yazıyor ve de okuyordu. Çalışmamdan dolayı kreşe götürüyordum. Üç çocuğumda kreşte büyüdü. Bahsettiğim kızım en küçüğüm, Pınar Merih. Küçük yaşlarda okula gitmek istediğini söylüyordu. Kıyamazdım ona, daha çocuktu; ama küçük olduğu için anlamazdı, ben de Israrına dayanamadım.
         Birgün okul müdürü Ahmet GELEN ile görüştüm. Bana dönüp, "Burası anaokulu değil Halise hanım, alamayız, bu çocuk birkaç gün gelsin hevesi kaçar “demişti." dedi. Baktım olacak gibi değil kızım sürekli "anne beni okula gönder. Söylenen gibi olmadı beklenenin üzerinde çıktı. Ahmet Bey bile çok şaşırmıştı.
         Okul kaydını komşum Gülten Hanım yaptırmıştı.  Pınar Merih düzenli okuluna gidip geliyordu. Birgün okul müdürü beni çağırdı, "İnanılmaz çalışkan, bu başarıyı hiç beklemiyordum" dedi.
   Böylelikle yıllar geçti. Lise çağına geldi. Borsa Lisesine kaydını yaptırdım, derken takıntıları oldu ve sınıf  tekrarı yaptı. Önemli değildi, nedeni bir yıl erken okula başlamıştı. Arkadaşlarıyla eşit durumdaydı yaş bakımından. Daha sonra Baraj lisesine naklini aldırdım eve yakın olduğu için, gidip gelmekte zorlanmasın diye. Pınar Merih sadece sınıf geçmek için çalışıyordu. Üniversiteyi düşünmeden. Lise de bitti ve dersane başladı. Hiç matematikten anlamadığını defalarca söylüyor, dersanede ki öğretmen de temelden anlatmadığı için yetersiz kalıyordu. Nasıl oldu bilmiyorum, öyle azimle derslerine sarıldı ki, matematik sıradan bir ders oldu Pınar Merih için. Gözlerinde ışık vardı ve her defasında, şunu derdi, "Şimdiki aklım olsaydı, lise  derslerime sarılır takıntısız geçerdim.  Bugünleri düşünmedim; ama geç kalmış sayılmam" diye hayıflanırdı.. Yazılılardan aldığı puan her geçen gün kendisine olan güvenini artırıyordu. Çok çalışmanın, kendisine getirdiği başarı onu mutlu ediyordu. 

         Üniversitesi sınavlarına girdi, psikoloji bölümünü kazandı.  Hazırlıkla beraber beş yıllık uzun süreli bir eğitim maratonu başlamış oldu Pınar Merih için. Şanslıydı Üniversiteyi Mersin’de okuyacaktı. İlk yıl hazırlık okudu. Takıntısız geçti. İkinci yıl yani birinci sınıfta gösterdiği başarının benim için ne kadar onur verici olduğunu anlatamam. 90-100 arası puanla ikinci sınıfa geçti. Şunu belirtmeden edemeyeceğim, Pınar Merih çok çalışma neticesinde  hep "Yüksek Onur Belgesi" getirdi. İkinci sınıfa geçti. Şu an ikinci sınıf da okuyor..
 O nedenle gözümde büyümüyor. Aslında üniversiteli koskocaman bir genç kız oldu.

                       KİĞI, SEYİT KASIM
         DOĞA, KÜLTÜR ve BAL FESTİVALİ
                   GÖRÜLMEYE DEĞERDİ...

Bingöl’ün ilçesi olan Kiğı’ye kızım Pınar Merih’le gitmek bana inanılmaz büyük mutluluk vermişti. Onu yanımda hissetmek tarifi anlatılmaz huzur vermişti. Canım Pınarım ilk kez benimle böyle bir festivale katılmıştı. Onun da çok hoşuna gittiğini görmek sevindirmişti beni.
   'Kiğı Seyit Kasım Doğa, Kültür ve Bal Festivali'ne gitmek için günler öncesi hazırlıklarımızı tamamladık.  Kızım Pınar Merih’le beraber 5 Ağustos, saat 22.30 da bir yolculuğa daha çıkıyorduk.
Elazığ’a sabah saat 5 sularında indik. Tabi ki bu festivale arkadaşlarım Mansur EKMEKÇİ, Baki YILIDIRIM, Bekir DAĞSEVER’de katıldı.
Eşyalarımızı emanete bıraktıktan sonra mis gibi çorbalarımızı içtik. Daha sonra aile çay bahçesinde çaylarımızı yudumlarken kızımın gözlerine mahmurluk çökmüştü birazcık da olsa sandalyede otururken uyumuştu. Benimle ilk kez festivale katılıyordu. Gözlerimiz saatteydi; ama vakit geçmek bilmiyordu.
 Elazığ’da şair arkadaşlar bizi misafir ettiler.  Bu festivalde büyük emekler veren Şaziye ÇELİKLER, bizi saat birden sonra alacağını telefonla bildirdi. Nihayet beklenen saat geldi ve otobüsteki yerlerimizi aldık. Ah kimler yoktu ki. Önce Şaziye ÇELİKLER’le öpüştükten sonra, sırasıyla arkadaşlarımla kucaklaştım. İnanılmaz bir keyif aldım. Yeni simalarda vardı ve hemen onlarla da kaynaştık. Bu arada kızımı da tanıştırmayı ihmal etmiyordum. Otobüsümüz yolda ilerlerken ormanlık bir alanın bulunduğu mesire yerde yemeklerimizi yedik soğuk sularımızı içtikten sonra yolumuza devam ettik.
Kiğı’ya yaklaşıyoruz, otobüslerimizin durdurulduğu Selin Nehri’nde ki karşılamayı asla unutamam. Kiğı Kaymakamı Ercan Çiçek, Belediye Başkanı Coşkun Güven, Kiğı Kültürünü Yaşatma ve Dayanışma Derneği Başkanı Tarık ÜRÜN ve çok sayıda vatandaş bizleri davul zurna eşliğinde karşıladı.
Duygulandım ve gözlerim doldu gördüklerim karşısında...  Herkesin yüzünde mutluluk ifadesi vardı. Duygular birbirine akmış sel olmuştu, selin nehrinde... Hâlâylar çekildikten sonra otobüslerimize binip ilçeye hareket ettik. Ülkemin her yöresi cennet; ama Kiğı görülmeye değer bir yer. Şaziye ÇELİKLER’in daveti olmamış olsaydı bu şirin yeri göremeyecektim.

Türkiye’nin dört bir yanından şair yazar akın akın Kiğı’ya geldi. Bu yıl ilki düzenlenen 'Kiğı Seyit Kasım Doğa, Kültür ve Bal Festivali'ne katılan şair yazar ve gazetecilerin yanı sıra vatandaşlar da eğlenerek festivalin tadını çıkardı.
Konaklayacağımız yerlere yerleştikten sonra, festivalin yapılacağı alana geldik, her şey mükemmel hazırlanmıştı.
Festivalin açılışını Bingöl Vali Vekili Ahmet ODABAŞ, Kiğı Kaymakamı Ercan ÇİÇEK, Kiğı Belediye Başkanı Coşkun Güven, Bu festivale büyük emekler veren Şaziye Çelikler, Kiğı Kültürünü Yaşatma ve Dayanışma Derneği Başkanı Tarık ÜRÜN ile birlikte yaparak stantları gezdi. Ankaralı Ressam Oral BAHTIŞEN ’in resim sergisini gezen Vali Vekili Ahmet ODABAŞ, Oral bey’e övgüler yağdırdı. Daha sonra Vali Vekili ODABAŞ’la sohbet ederek alana doğru yürürken ve hatıra fotoğrafı çekilmeyi ihmal etmedim.
Festival dolayısıyla Kerek mesire alanı çok kısa zamanda inşa edilerek halkın hizmetine sunulmuş, masallardaki gibi büyüleyici bir yer olmuş. Kerek mesire alanında taşlar ve içi kumla doldurulmuş çuvallarla yapılan yapay şelale hepimizi hayretlere düşürdü ve katılımcılardan büyük ilgi gördü. Kerek’te yemekten sonra şiir dinletisi ve halk konserleri yapıldı. Bu arada İstanbul’dan Kiğı’ya gelen Alican Gündoğdu bizi yalnız bırakmadı; çünkü Kerek’e yaya gitmemiz gerekiyord. Yol bayağı uzundu. Bizi arabasına alarak yardımcı oldu. Alican GÜNDOĞDU bizi Dutluk mesire alanına da götürdü. Görmediğimiz bu güzel yeri de görmüş olduk...
Yine Kerek’teyiz, öğle yemeklerimizi yiyoruz yanımda Sinan TOKSÖZ var, Pınar Merih’te, Abidin GÜNEYLİ’nin yanında. Nasıl oldu anlamadım Sinan üzerime ayranı döktü. Bende leke olmasın diye Kerek’in soğuk sularında temizleneyim dedim. Ayakkabımı ve pantolonun paçalarını yıkayıp çıkıyordum ki  belediye Başkanı Coşkun bey tekrar beni Kerek’in soğuk sularına batırdı. Çok üşümeme rağmen yine dakikalarca suda kaldım. Naçari baba da üstünü çıkartıp sulara daldı ve bağlama çalmaya başladı.  Kerek’in suyuna dokunmak çetindir. Üşüdüm; ama güzel bir anı olarak da bende kaldı.
Kızım bu esnada bolca fotoğraf çekmiş. Tekrar Festivalin yapılan alanına dönüyoruz, arkadaşlarla Kiğı Emniyet Müdürü’nü makamında ziyaret ettik ve Kiğı da yaşadığım olayı anlattım. Karşılama törenini anlatınca aynı duyguları yaşadıklarını söyledi. İzin isteyerek oradan ayrıldık. Etkinlik alanı ana baba günüydü.  Halay çekiyoruz ben zaten yerimde oturmuyorum, tadını çıkartmaya çalışıyorum. Kızım Pınar Merih’te hemen şair yazarlarla kaynaştı ve yabancılık çekmedi.
Öğretmen Evi’nin bahçesinde sohbet ediyor ve çaylarımızı içiyoruz, zaman su gibi geçiyor o anın tadına doyamıyoruz.
Şair ve yazarlar Seyid-i Kasım dağına hareket edeceğiz ziyaretlerde bulunacağız. Rakım olarak 2500. Arkadaşlarla birlikte araçlarda ki yerimizi alıyoruz ve yol boyunca fotoğraflar çekiyorum. Eskiden yaylalara çıkarlarmış, biz de şuan topraklı yeni açılmış olması, toz bulutu arkamızda bırakarak ilerliyoruz.  Eskiden buralara yaya gelirlermiş ve Seyit Kasım’a da çıkarlarmış. İçim acıdı...
Yemeklerimiz hazırdı afiyetle yedik. Sonra Peygamber çiçeği topladım her şeye faydalıymış. Dönüş vaktimiz geldi ve üstümüz başımız toz toprak içinde kalmıştı, tanınmayacak haldeydim. Kızım Pınar Merih birkaç arkadaşla birlikte yaya olarak yürümeye başladılar çok mesafe almış olmalılar ki yol boyunca rastlayamadım. Yolu yarılamışlardı arabayla durup onları da aldık. Öğretmen Evi’ne geldik. Akşam olmuştu, oradan ayrılarak arkadaşlarla kahvede oturduk karpuz, kavun ve peynir aldık afiyetle yedik hâlâ tadı damağımda.. Sinan TOKSÖZ, Refah NALINCILAR, Ressam Oral BAHTIŞEN, Kızım Pınar Merih, Asım KISBET, Nurettin TOYGAR ve Edine ESEN, Nebih NAFİLE, Hasan GİRİŞKEN, bu güzel anı yaşadık.
Hava çok soğuktu saatler ilerlemişti ve uyku vaktimiz gelmişti... Bundan sonra eğlence konakladığımız yerde başlamıştı... Uykuya daldık, güzel bir uyku... Sabah uyandık
Şaziye ÇELİKLERİN kız kardeşinin evinde yaptığımız kahvaltı da unutulmaz. Şirin mi şirin evi ve bahçesi vardı. Şair yazar ve gazeteci arkadaşlarla kahvaltımızı bahçede yaptık. Bir kuş sütü eksikti. Zaman durmadan akıp gidiyordu. Tekrar Kerek mesire alanına geldik, yemeğimizi yedik ve alanda konserler ve şiir dinletisi yapıldı.
Festivale Kiğı Kaymakamı Ercan ÇİÇEK, Belediye Başkanı Coşkun GÜVEN, Bursa’dan bu festivale destek veren Şaziye ÇELİKLER, Kiğı Kültürünü Yaşatma ve Dayanışma Derneği Başkanı Tarık ÜRÜN’e bu festivalde emeği geçenlere teşekkür ediyorum.
Dönüş için sabahın üçünde kalkıyoruz. Otobüsteki yerlerimizi alıyor ve arkamızda bize ev sahipliği yapan doğa harikası Kiğı’yı bırakıyoruz. Hüzünlü bir vedayla ayrıldık...
  İki damla yaş yanaklarımda usulca aktı...  

 “AYRILIK ÖLÜMÜN EŞDEĞERİ”
Ölüm ayırsa sevdiğinden insanı, o yaşıyorken, ayrılıktan daha mı azdır acısı?
Bilmem ki... Hiç ölmedi ki sevdiğim...!

Ayrılık ve aşk üzerine okunan şiirler, dinlenen şarkılar,  neden acıtmıyordu insanın canını… Egosunu önde tutan ve bencil davranan biri oluverir karşınızda ki; çünkü hep yalnızdırlar. Bunu asla kabullenemezler, çevresindekilerinin de bilmesini istemezler... Hep mutlu bir hava sergilemeye çalışırlar; ama aslında yalnızlıklarıyla baş başadırlar...
               Tanımamış gibi ayrılığın kendisiyle, yüzyüze geldiğinizde sanki bir yabancıymış gibi davranırlar; ama hep uzaktı, bazen de yakındı, umulmadık anlarda. Bunu yaşayarak anlamak kolay olsa gerek... Bir anda sevilen biri oluverirsiniz... Ardından yalnız ve tek başınasınız meğer...
   Yakınınızda olsa da yokmuş gibi davranmak, bakmamak gözlerine, yabancılaşıyorsunuz adeta canınızdan çok sevdiğiniz insana...
   Örnekleri vermemiz gerektiğinde bakın ortaya neler çıkıyor...

   Ayrılık, boğazda düğüm, dudakta titreme, gözde hüzün, el buz gibi soğuk, yüreğinin içinde kocaman; ama kocaman kabuksuz bir yara, yara ayrılığın en yakın arkadaşıymış meğer, dokunup atabilirsin, dışındaki yaraların hiç anlamı yokmuş aslında…(Ayrık otu gibi)...
   Ayrılık, elini uzatamamak, dilini döndürememek, gözkapaklarını indirememek, acının en büyüğüymüş meğer…
   Ayrılık, sebepsiz hıçkırıklara boğulup nefes alamamak, nefesinle boğulacak gibi  ölümü yakınında hissetmekmiş meğer.
   Apansız yanaklarına süzülen renksiz, ufacık bir nokta kokusuz yağmur damlası gibiymiş meğer... Yüreğine saplanan hançeri çıkarıp atamamak, acısını her saniye hissetmekmiş…
    Ayrılık, kendinden vazgeçiş, hayata son bakış, ölüme göz kırpmakmış meğer…
    Ayrılık, sızının kaynağına ulaşabilmek, çatlağı bulup kanayan yarayı büyütmekmiş meğer… Koku alamamak, tadı hissedememek, sesi duyamamak, dokunamamak, acıların en büyüğüymüş meğer…
    Ayrılık, yanan ateşe bakıp, ondan daha sıcak olduğunu bilmek; ve onu bir damla suyla küçültmekmiş meğer... Kar üstünde yalınayak yürüyüp karları eritmek, yağmur olup kendini ıslatmakmış meğer… Onu düşünmeden edememekmiş...
    Ayrılık, gerçekle yollarını ayırmak, geçmişe doğru yola çıkmakmış meğer…
  Ayrılık, geceye esir olmak, gündüze kapıları kapatmak, ışığı düşman bilip karanlığın kucağına yatmakmış meğer… Paha biçilmez kadehlere doldurduğun özel anları bir yudumda içmek, kadehleri parçalamakmış meğer…
  Yaşamın kuytu köşelerinde görünmemek, ayrılığın sınırları içinde olmakmış meğer. Ne zormuş, ölmeden de ölmek varmış ya...
Ölümün paha biçilmez nefesi, elveda diyememekmiş meğer... Bir sabah kalktığında, yalnızlığın çemberinde olmak ne acıymış...

BABAM...
Babam rahatsızlığından dolayı Adana’ya gelmiş, haberim yoktu, sonradan öğrendim. Kız kardeşime kırgınlığımdan dolayı babamı  ziyarete gidememiştim. Çok üzülmüştüm.
Bir pazar günü, rahmetli kardeşimin eşi Nazime beni arayarak “Abla baban bizde gelebilir misin” dedi. Durur muyum hiç, hemen gittim.  Babamı bitkin, yorğun ve çok zayıf düşmüş gördüm. İçim burkuldu gözyaşlarım yanaklarımdan akmaya başladı, şaşkındım.  Konuşurken güçlük çekiyordum sanki, o an hasta olan bendim, anlayamadım, biran yıllar öncesine koşar adım gittim.
              Babamın gençliği, annemin hayatta oluşunu, ne çok özlemiştim. Yaşam, acımasızca bizlerden çok sevdiğimiz insanları alıp götürüyordu. Canım babam, yılların vermiş olduğu yorgunluktan mı,  yoksa rahatsızlığından dolayı mı çok bitkin düşmüştü. Yoksa yılların yükünü taşıyamaz duruma geldiği için mi? Konuşmakta  güçlük çekiyor. Sarılıyorum öpüyorum. Yaşamın kıyısından kimler geçmiyor ki, birer birer sevdiklerimizi kaybediyoruz.
Canım annem ve kardeşim bizleri terk edip gitmişlerdi... Onları çok özlüyorum. Kader acımasız olduğu gibi yaşam da acımasız geliyor bana.
              Bu duygular içimden biran bile çıkmıyordu ve aradan birkaç gün geçmişti ki babamın durumu her geçen gün iyiye gidiyor . Yapılan tedavilerin cevap vermesi sevindiriyordu.
Her insan babasını  çok sever biliyorum:  Herkes aynı duygularla sever bunu da biliyorum; fakat gerçekten ben babamı anlatamayacağım kadar seviyorum;  ama bir türlü doyasıya sarılıp da özlemimi gideremiyorum. Sevgimi ifade edemiyorum. Bu da beni çok üzüyor. Aslında haykırmak istiyorum. ‘Babacığım seni çok; ama çok seviyorum’ demek istiyorum. Bir türlü yapamıyorum. Dış görünüşüm sert; ama bir o kadar da iç dünyam sevgiyle dolu. Önemli olan sevdiklerime bunu hissettirmem; ancak ne hikmettir bunu beceremiyorum. Olmuyor!  Ne yapsam olmuyor! İşte bu yüzden babama sıkıca sarılıp seni çok seviyorum diyemiyorum.

10.SÜRMELİ ŞİİR ŞÖLENİ, DOYUMSUZDU...
“Bozok yaylasından mübarek belde
Bellidir tarihte Yozgat’ın izi
Hiç soranı yok ki, nedir, ne halde?
Onun için buruk özü Yozgat’ın.“
(Girişi Sami Sarıkaya’nın dörtlüğüyle başlamak ayrı bir keyif).

******
Yıllar ne çabuk geçiyordu. Dün gibiydi  9. Sürmeli Festivali Şiir Şölenine gitmiştim. (Yozgat’ın ünlü ‘Kebap Testi’sini kırmıştım.) Bu yıl 10.Sürmeli Festivali Şiir Şölenine katılmak için Mehmet Demirel BABACANOĞLU ve ben yine Yozgat’a varmak üzere yola çıkıyoruz.
Güzel bir yolculuktan sonra o şirin memleket Yozgat’a sabahın 3.45’inde iniyoruz. Yozgat’tayım. Geçen yıl ki gibi bu kez pek üşümedim, üşümüyorum da... Yine aynı saat. Ne keyifliydi üşümemek. Bu kez tedbirliydim, hırkamı ve üstümü iyi giyinmiştim. Geçen yıla inat... Tabi bu kez acemi davranmadım. Yola çıkmadan önce YOŞAYBİR Yozgat Şairler Yazarlar Birliği Başkanı Ahmet SARGIN Hocamı  aradım.
 “Otogar’da inince çıkışta sağda Öğretmen Evi, orda kalacaksınız” dedi. Öğretmen Evi’ndeyim ve arkadaşım Pakize ile aynı odayı paylaştım. Sabah uyandım, üstümü giyindim ve Pakize ile birlikte aşağı indik. Erkenden uyanan ve beraber yolculuk yaptığım Mehmet Demirel BABACANOĞLU aşağıya inmiş Kosovalı Osman BAYMAK ile sohbet ederken buldum.
Tanıştırayım dedim  meğer yıllar öncesinden birbirini tanıyorlarmış. Dostlar arasında olmak ne keyifliydi ne güzeldi. Burcu burcu özlem kokuyordu. Biz kocaman yetişkin bir aileydik artık... Görülmeye değerdi özlemlerimiz, sarılmalarımız.
Diğer arkadaşları görmenin heyecanıyla hemen buluşma noktamıza yöneldik, özlüyorduk birbirimizi bu nedenle bir an evvel kavuşmayı arzu ediyorduk.
  Yozgat’ta hava çok güzeldi. Osman BAYMAK, Pakize ALTAN, M. Demirel BABACANOĞLU, buluşma noktamız olan il Kültür Müdürlüğü binasına doğru sohbet ede ede geldik.
Caddeler  pek kalabalık olmasa da bir hayli gelip gecenler vardı. Caddenin her iki tarafı esnaf dükkanlarıyla dolu sıcak bir Anadolu kentinin izleri vardı. Etrafa bakınarak ağır ağır yürüyoruz. Yüreğim kıpır kıpırdı. Arkadaşlarla sarmaş dolaş sarıldık öpüştük. Birlikte kahvaltı masasına oturduk, büyük bir keyifle kahvaltımızı yaptık.
Daha sonra Kültür ve Turizm Müdürlüğü Konferans Salonu'nda ki yerlerimizi aldık. Programa Yozgat Valisi Amir ÇİÇEK ve eşi, belediye başkanı Yusuf BAŞER ve eşi, Vali Yardımcısı Hüseyin KONAK, İl Kültür ve Turizm Müdürü Bahri AKBULUT, Şairler ve Yazarlar Birliği Derneği Başkanı Ahmet SARGIN, daire müdürleri ve çok sayıda şair ve vatandaş katıldı.
Şiir şöleninin başlamasına dakikalar vardı salon dolmaya başlamıştı.. Yozgat Valisi Sayın Amir ÇİÇEK ve diğer protokolün hazır olduğu salonda Saygı duruşu ve İstiklal Marşının hemen ardından plaket töreni yapıldı.  Törende Yozgat Valisi Sayın Amir ÇİÇEK tarafından Yazarlar Birliği Derneği Başkanı Ahmet Sargın, Salim GÜLBAHÇE ve Osman YÜKSEL'e gerek sürmeli etkinliğindeki çalışmalarından ve gerekse Yozgatı il dışında başarılı bir şekilde temsil edip kültüre sağladıkları katkıdan hizmetten dolayı teşekkür plaketi verdi.
Daha sonra sırasıyla şiirlerimizi okuduk. “Bir Yanım Sende” şiirimi okurken çok heyecanlandım. Geçen yıl Yozgat için yazdığım “Gittim gezdim gördüm ve hayran kaldm”  köşe yazımı sunumu yapan Serap Özaltun hocam tarafından okundu. Sahnedeki hakimiyeti görülmeye değerdi. Ahmet SARGIN bey ve Salim GÜLBAHÇE yorulmak nedir bilmiyorlardı. Gelen konuklarla tek tek ilgileniyor ve organizenin aksamaması içinde elinden geleni yapıyorlardı. Her şeyiyle mükemmeldi.
Türkiye genelinden 60’ı aşkın katılan şairler şirini okuduktan sonra, Yozgat’ın yerel gazetesi olan İleri Gazetesi’nin önünde toplandık. Gelenek haline gelen toplu fotoğraf çekildik.
Bir bakıyorsun ellerinde fotoğraf makinası “Bununla da çek, bununla da çek” kareler gelişi güzel makinalara yansıyor. Yozgat’tayım ve geçen bir yılın analizini yaptım kafamda, fotoğraf çekilirken.
Sıra müze’ye gelmişti, sohbet ederek müze’nin yolunu tuttuk. Geçen yıl da müzeye geldiğim için yabancısı değildim.
İlk baktığım nokta geçen yıl kucak dolusu açan güllerin yeri oldu. Orda çok fotoğraf çekilmiştik.  Bu kez de vardı ama o kadar değildi. Yine  güllere sarılarak fotoğraf çektirdik.
Evimize taşıyorduk orda bulunan her şeyi; ama cansızlardı. Bu arada müzeye geldiğimizde  hava bozuyor ve yağmur hafifçe çiseliyordu. Bu arada Pakize ALTAN, Ayşe PASLANMAZ ve Saadet ÜN beraberce fotoğraf çekiliyoruz. Yağmur hâlâ çiseliyordu. Yemek vakti yaklaşmıştı, arkadaşlarla beraber arabalara bindik. Şair arkadaşlarımla  aynı masayı paylaşıyor hem yemek yiyor hem sohbet ediyorduk.
Yemekten sonra çay içmek ayrı bir zevk.
Daha sonra kocaman bir akvaryum ve satranç olan salona geçtik. Gözlerime inanamadım çocuk boyunda satrançlar. Arkadaşlarım akvaryum ve satranç önünde fotoğraflar çekiliyorlar.
Oda şark köşesi gibi, halı yastıklarla süslenmişti. Bayılırım böyle yerlere... Çaylarımızı yudumladıktan sonra bir güzel dinlendik. Şehir merkezinde bulunan tarihi Hayri İnal Konağına gitmek üzere dışarı çıktığımda, Yozgat’a karanlık çökmüş, her taraf ışıl ışıldı. Akşam yemeğinden sonra bizleri bekleyen otobüslerdeki yerlerimizi aldık samimi ve güler yüzlü dostların esprileri ve  sohbetleri eşliğinde nihayet konağa ulaştık..
Müzik eğlence sesi dışarıda duyuluyordu. Yozgat türküleri ve içanadolu motifleriyle süslü nağmeler gönülleri hoş ediyor; ve çok zamanda oyun havaları bizi kendine çekiyordu. Haliyle o kadar güzel dostların ve arkadaşların bir arada olduğu bir mekanda pür neşe herkes. Çok doğal olarak oyun havasının ritmine kapılanlar çoğalıyordu. İşte böyle bir atmosferin içinde, arkadaşlarımla beraber  bir dakika bile yerimizde oturmadık dersek yeridir.
Ayşe PASLANMAZ figürleriyle sanat yapıyordu. Doyulmaz bir geceydi. Ben kâh keman çalıyorum, kah bağlama . O da ayrı bir güzellikti. Sivaslı şair  Sabiha SERİN ise def çalıyordu.
İl Dernekler Müdürü Hakkı YURTLU da bizlere eşlik ediyordu. Harika bir geceydi ve rüyalar alemindeydik sanki. Şarkılar, türküler, oyunlar bitmek bilmiyordu. Geç saatlere kadar Hayri İnal konağında şenlik vardı. Ertesi gün yoğun bir gün olacağı için konaklayacağımız yere Sacide YAYLAZ, Saadet ÜN, Münevver DÜVER ve ben, aynı odayı paylaşıyoruz.  Üstümü değiştirip derin bir uykuya dalıyorum. Sabahın ilk ışıklarıyla gözlerimi açıyorum. Geçen yıl Kent Parkta kahvaltımızı yapmıştık. Bu yıl da aynı mekanda kahvaltı yapmak üzere konakladığımız yerden ayrıldık ve Kent Park’a geldik.
Şehre güzellik katan havasıyla ve görünümüyle iç açan bir mekanda olmanın da tadına varmak istiyoruz doğrusu. Bir yandan kahvaltılarımızı yapıyor diğer bir yandan da Ahmet SARGIN Hocam katılımcı şairlere katılım belgelerini sunuyordu. Kahvaltının bitiminden sonra Yozgat Belediyesinin tahsis ettiği otobüslerle ilkönce Türkiye’nin ilk Milli parkı olan Yozgat Çamlık Milli Parkına gidildi. Ben, Ayşe PASLANMAZ, Süleyman KARACABEY,  Duran TAMER’in arabasıyla çamlık gezisine katıldık. Arabadaki bozlak havaları ve müzik ritmi çok etkileyiciydi. Samimi bir ortam ve güler yüzler vardı. Özel araç olması nedeniyle Çamlığa ilk olarak biz ulaştığımız için, şair arkadaşları beklerken, Ayşe birden çocuk salıncaklarına doğru yöneldi. Ben durur muyum, ayrı ayrı salıncaklara bindik, çocuklaştık. Şarkılar türküler söyleyerek salıncağın tadını çıkartmaya çalıştık. Yanımıza Sivaslı şair Sabiha Serin geldi. Bir beni sallıyor bir de Ayşe’yi.
O an görülmeye değerdi, anlaşılan çocukluğumuzu nasılda özlemişiz. İbrahim İMER’de bizi fotoğraflıyordu. Göl kenarına indiğimizde ortamın güzelliği celp ediyordu. Her halinden memnun olan arkadaşların neşesine diyecek yoktu. Arabadan inen müziğin ritmine kendisini bırakıyor ve kollar havada oyun oynamaya başlıyordu. Her gelen bu ortama tabi oluyor ve katılımcıların büyük bir kısmı bu anın tadını çıkarmaya çalışıyordu. Biraz dinlendikten sonra yeni bir maceraya doğru hareket etmeye  başlamıştık bile. Sarıkaya ilçesinde bulunan tarihi Roma kaplıcalarına gitmek için tekrar arabalara bindik. Sarıkaya Kaplıcalarına gitmek için bu kez Ayşe PASLANMAZ’ın arabasına  bindik. Arabada üç kişiydik. Ben, Şair Süleyman Karacabey ve tabii Ayşe. Diğer arkadaşlar ise belediyenin tahsis ettiği araçlarla Sarıkaya Kaplıcalarına doğru yol aldı.
Maceralı bir yolculuk başlamıştı. Üç kişilik sohbetler kahkahâlârla yolun nasıl ilerlediğini fark edemiyorduk.
Yol boyunca esprilerle dolu saatler geçirdik ve unutamayacağımız anlar yaşadık. Yolun yarısında kısa süreliğine araba yolculuğumuza kısa süreli de olsa canım arkadaşım Saadet ÜN’de dahil oldu. Saadet’in aniden arabaya alınması herkes şaşırmış olmakla birlikte aramızda geçen; ancak burada bahsedemiyeceğim  sohbet sanırım ömrüm boyunca unutamıyacağım güzel bir anı olarak kalacaktır. Konuya vakıf olan arkadaşlarımın bu yazıyı okuduklarında gülmekten kırılacaklarını biliyorum. (Yol güzergahında yaptığımız muziplikleri daha sonra kaleme alacağım).
Sarıkaya kaplıcalarına geldiğimizde ilçe Kaymakamı Sayın Yaşar DÖNMEZ bey bizleri karşıladı, Kaplıca Restoranda öğle yemeğimizi yedik. Buz gibi karpuzları yerken aklıma geçen yıl çamlıkta yediğimiz karpuz geldi. İkinci gelişim olduğu için, hatırlattı bütün bunları. Daha sonra şiirler okuduk...
Burda da keyifli saatler geçirdik. Pakize ALTAN, Balkan Aydınları ve Yazarları Birliği Başkanı Osman BAYMAK ve Canseli DONAT Ankara’ya çıkmak üzere arkadaşlarla vedalaşıyoruz.
Ayrılmak zor geliyor, dönüp dönüp tekrar birbirimize sarılıyoruz.
Bu organizede emeği geçenlere sonsuz teşekkür ediyorum. Doyumsuz bir şiir şölenini gerçekleştirdikleri için.  “Bu yıl soğuklar sıcak karşıladı beni. Geçen yıl ki üşümelerimi unutmamışlardı”.
                        ARAP YAZARLAR BİRLİĞİ, 
                             KUNEYTRA ŞEHRİ,
             Filistin Sınırı ve Mülteci kampı

21 Ocak 2009 Çarşamba günü -Antakya’ya geldik. Arabayı Filiz sürüyordü. İstanbul’dan Yazar Halil İbrahim ÖZCAN, Mersin’den Hilal AYDIN, Antakya’ya hareket ettik. İki arkadaşı yeni görüyor ve tanışıyorum. Yol boyunca koyu bir sohbet başladı. 
Derken Antakya’ya geldik. Buluşma noktasında bir çok arkadaşların gelmiş olduğunu gördüm. Türkiye genelinde katılımın çok oluşu dikkatimi çekti. Antakya buluşma adresimiz olmuştu. Akşam yemeğimizi Antakya Evi’nde yedikten sonra saat 23.00’te otobüsteki yerimizi aldık. Otobüsümüz Şam’a doğru  hareket etti. Hafif yağmur atıştırıyor gecenin rengine, renk katmıştı.
Ben çok heyecanlıydım, yeni yüzler ve Filistin Mülteci kampına gitmek, sanki televizyonlarda kendimi görüyor gibiydim. Neden böyle bir hisse kapıldım inanın ki bende anlamış değilim. Kafam karmakarışık, olaylar gözlerimin önünde film şeridi gibi akıp gidiyor saniyeler içinde. Neden bu ölümler yaşanıyor. İnsan hayatı bu kadar ucuz muydu, bütün bunları yol boyunca düşündüm durdum. Filistin’i desteklemek ve yanlarında olduğumuzu hissettirmek, birazcıkta olsa sevgi sunmaktı amacımız. Zaman akıp gidiyor...
   Gazze işgalini ve katliamını kınamak, Filistin halkına destek vermek, yaşanan katliamı dünya  kamuoyunun duyurmaktı amacımız.  Suriye ve Filistin ziyareti, Türkiye’nin çeşitli illerinden gelen Türk Edebiyatçılar Birliği, PEN, İHD,  Tabipler Odası, Barış Meclisi, KESK, Eğitim Sen, SES, Pir Sultan Abdal Derneği, Çukurova Edebiyatçılar Derneği, TTB, Barış Meclisi, Halkevleri, TÖP, SEH ve Antakya Demokratik Kültür Derneği ile birlikte 21 Ocakta ziyaretlerimiz  başlamış oldu.  Bu arada arkadaşım Süreyya Filizle beraber katılmıştık.Türkiye aydın, yazarlar ve edebiyatçılar ve PEN Merkezi, Türkiye Edebiyatçılar Derneği organizasyonunu yaptığı, İsrail devletinin Filistin’e Gazze’ye saldırısını kınamak için Filistin halkıyla dayanışmak amacıyla bir araya getirilerek, Suriye’ye  bir otobüs yazar-şairler beraber katılmış bulunuyordum.

Suriye’ye giriş yapıldıktan sonra ilk durağımız Şam ve Arap Yazarlar Birliği oldu. Arap yazarlar Birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma ve diğer yönetim kurulu üyeleriyle görüşüldü.
Yapılan görüşmede, Arap Yazarlar birliği Başkanı Dr. Hüseyin Cuma:”Türkiye Edebiyatçılar Derneği ile dayanışma içerisinde olmaktan mutluyuz, gururluyuz. Gazze vahşetini kınıyor, Siyonist İsrail, arkasına emperyalist ilişkisi içinde olduğu ABD’yi de yanına alarak Gazze’de kadın, çocuk, yaşlı demeden  binlerce insanı katletmiştir. Uluslararası belgelerle yasaklanan her türlü silah bu katliamda İsrail tarafından kullanmışlardır. Beyaz fosfor ve uranyum bombaları kullandıklarını itiraf etmişlerdir. İtiraflarının nedeni kendi askerlerinin de yaralanmasından dolayıdır.
İsrail bayrağı üzerindeki iki mavi çizgi Fırat ve Dicle’yi haritadan silme amacının arkasında bu sınırları Ortadoğu ile genişletme niyeti yatmaktadır. Bu katliama karşı beklentimizden biri de İsrail’e ve bu katliamı destekleyen BM’ye karşı davalar açmanızdır” diyerek konuştu. Konuşma esnasında katılımcılar duygulu anlar yaşadı.
Benim de içim içime sığmıyordu, bu inanılmaz vahşet karşısında elimiz kolumuz bağlıydı. Dr. Hüseyin CUMA,‘İsrail acımadan çocukları, kadınları ve herkesi öldürdü, bir ülkeyi yok etmek istedi. Bu katliamda en büyük desteği ABD verdi. Bu yaşanan vahşette dünya ne yazık ki sessiz kalmayı tercih etti. Türkiye’de gerçekleşen eylemler ve destekleri gördük çok sevindik.
 Sizin buraya gelmeniz bize hem güç verdi hem de büyük bir umut ışığı yaktı. Sesinde hüzün ve acı vardı.
Orda bulunan guruptaki arkadaşların yüzlerinde heyecan ve hüzün bir aradaydı, pür dikkat dinliyorduk.

Türkiye Edebiyatçılar Derneği adına Gökhan Cengiz Han’da bir konuşma yaparak;”İsrail’in Gazze işgalini ve katliamı kınıyoruz. Sizlere desteğimizi sunmak, Türkiye halkının tepkisini iletmek adına buradayız. Kuneytra’yı Golan’ı gezip savaş hakkında bilgi almak istedik.
İsrail 1967 yılında, bin iki yüz kilometrekare Suriye toprağını işgal edip, 1973 yılında, Kuneytra’yı yerle bir ederek geri çekilmişlerdir. Halen işgal altındaki Golan’ın diğer yerleşim yerlerinden çekilmedikçe sorunun çözülmesi mümkün değildir.
Daha sonra bizlere Filistin’in sembolü olan atkılarından dağıttılar ve toplu hatıra fotoğrafı çekildik.
Suriyeli ve sürgündeki Filistinli gazeteci-yazar örgütleriyle birlikte, İsrail sınırındaki Kuneytra kasabasına gidilerek, İsrail lanetlendi.
Bu arada gezdiğimiz yerler ve konuştuğumuz konular Filistin-Gazze olunca heyecanım daha çok artıyordu. Tampon bölgeye gideceğimizi Şam’la arasının altmış kilometre olduğunu söylediler. Tekrar otobüslerimizde yerlerimizi aldık ve güneye doğru yol almaya başladık.
Suriye’nin başkenti Şam’a bir saat uzaklıkta olan Kuneytra şehri Kudüs'e 40 kilometre Şam ve Amman'a altmış kilometre kilometre uzaklıktaydı. Yol boyunca rehberimiz olan Bereket Bey de Şam’da ve diğer yerlerde ki olay ve yaşananları bizlere anlatıyordu.
Ben otobüsün önünde oturup fotoğraf çekiyorum. Yasak bile dinlemiyorum. Sınıra yaklaşırken fotoğraf çekiyorum, polis memuru eliyle işaret ederek fotoğraf çekmenin yasak olduğunu söylüyor, ben de tamam çekmedim diyorum. Bütün bunları el göz işaretiyle yapıyoruz. Aslında istediğim fotoğrafları hep çekmişimdir.
İlginç olanı ise Birleşmiş Milletler kuş uçurtmuyordu sınıra... Suriye, İsrail, Filistin sınırında bulunan ve BM denetiminde olan Qeneitra Valilik binasına geldik. Kapıda bizleri karşılıyorlar ve burada sırasıyla Arap Yazarlar Birliği Başkanı Dr.Hüseyin CUMA, Vali Riyad Hicab yaşanan katliaam ile ilgili yaşanan dehşetleri anlattı.
Vali harita üzerinde işgal edilen yerleri anlatırken, arkadaşlarımla birlikte fotoğraf çekmeyi ihmal etmedik. Hiç bir kareyi kaçırmak istemiyordum. Şuan arşivimde 1000’e yakın fotoğrafım var, bunları en kısa zamanda sergilemeyi düşünüyorum... Tekrar otobüslerimize binerek sınıra doğru yol almaya başladık, bizlere vali de eşlik ediyor...
Golan eteklerinde bulunan 1967'de İsrail tarafından işgal edilen ve 1973'te kendi kaderine terk edilen Kuneytra kentine girdik. Golan Tepeleri, Şeh Dağları ve İsrail sınırı ortasında bulunan Kuneytra kentini gezdik. Manzara dehşetti, tüylerimiz diken diken olmuştu gördüklerimiz karşısında. Sürekli fotoğraflamaya başladım,  gördüklerim beni çok etkilemişti, fotoğraf karelerini yakalarken, canlardırma yapmayı da ihmal etmiyordum. Bir zamanlar burada hayat vardı; ama şuan ölü bir kentten başka bi şey değildi. Suriye’nin Han Arnaba köyünden itibaren ikisi Suriye'ye, biri de Birleşmiş Milletler'e (BM) ait üs askeri kontrol noktası bulunuyor, ayrıca Birleşmiş Milletler Barış Gücü'ne ait binüç yüz asker, Golan Tepeleri çevresindeki köylerde ve İsrail-Suriye sınırında bir tampon bölge oluşturmuş.
 BM askerleri Kuneytra Kentinde de bir birliği bulunmakta. Sınırda fotoğraf çekiyorum. Tepeleri zomlayarak  çekiyorum. Sınırda her köşenin, her yerin bir anısı vardı. Uzaklara dalmadım değil, neden bu topraklar için insanlar öldürülüyor. Yaşam bir kez vardır defalarca değil. İsyan ediyorum İsrail ve sessiz kalan dünya’ya.
Sınırdan öteye adım atamıyoruz. Her taraf gözetleniyormuş. Bize rehberlik yapan Bereket Kar,  anlattıklarına göre. O an bizi bile gördüklerini söyledi. Sınırdan dönüş için otobüsdeki yerlerimizi alıyoruz. O günün anısına Türkiye adına ve grup olarak zeytin dikiyoruz.
(Dokunuyorum zeytin dallarının yapraklarına, beni unutma dercesine. Hüzün, keder ve acı sarmalıyor tüm bedenimi. Tampon bölgedeyiz. İçimden haykırıyorum, tüm dünya’ya lanetler yağdırıyorum. Gözümden iki damla yaş akarak, yanaklarıma süzülüyor. O yaşların bile isyanı vardı. Evreler geçiren bu topraklarda, insan neslini yok etmişler, yetim ve öksüz bırakmışlar doğayı ve ağaçları)
Ağaç dikimi bittikten sonra tekrar otobüslerde yerlerimizi alıyoruz... Otobüsümüz Şam merkezinde bulunan ve Filistin Halk Kurtuluş Cephesi denetiminde olan Muheyyem Yerduk Mülteci kampını ve Cafra Gençlik Merkezine doğru yol alıyoruz. Kampa geliyoruz.

Filistin Mülteci kampında Ebu Ahmet Fuad, yaşanan vahşeti anlattı ve dünyanın sessiz kaldığını söyledi. Ebu Ahmet Fuad, yaşanan vahşeti anlatırken, hepimiz duygu seline kapılıyoruz. Derken  Filistinli gençlerin kendi elleriyle yapmıış oldukları hediyelik eşyalardan ben ve arkadaşlarım satın alıyoruz katkı olsun diye. Filistin halkının gözlerinde hüzün vardı, yanlarında olmamızın kısa da olsa huzur verdiğini biliyorum. Sarıldık, özlem giderdik, hüzünlendik ve derken ayrılma vakti geldi. Oralarda zülüm var ölüm var, oralarda. Ölüm yaşamın bir parçası olmuş.

ESKİ BAYRAMLAR ve SANAL ÂLEM
Çok eskidendi belki el öpmeler, kenarı dantelli mendiller içinde akide şekerleri, avuca zor sığan kocaman metal ağır 2,5 liralık bayram harçlıkları...
Mahallelerin geniş arazilerine kurulan dönme dolapları binmek için aldıkları bayram harçlıklarını saklar gün boyu binerlerdi arkadaşlarla. Ne eğlenceli olurdu eski bayramlar. Postacının getirdiği, uzaktaki akrabaların, arkadaşların bayram kartları heyecan verirdi.
Babamızın annemizin aldığı ayakkabıları, diktirdiği elbiseleri nasılda baş ucumuza koyup öyle uyuduğumuz anılarda kalan bayramlar. Aniden yok oldular, kayboldular sanki; fakat biliyorum ki bir yerde gizleniyorlar da gün gelip çıkmayı buradayım delmeyi bekler gibi  bir his var içimde
Artık bayramlar sadece birer tatil oldu, yorgun bedenlerin dinlenmesi için...
Bir gün sanal alemle tanıştık ve yeniden hatırladık bayramlaşmanın keyfini birazcıkta olsa; ama eski bayramlarda ki heyecan yok oldu.
Kenarı dantelli mendiller, parlak kağıda sarılı şekerler, madeni 2,5 liralık bayram harçlıkları yoktu belki; ama bir küçük haber vardı dostlardan. Uzun süredir karşılaşmadığın, hâlâ aynı adreste olup olmadığını bilmediğin dostlarını sanal alemde bulduğun da oluyor. Teknolojinin getirdiği yeniliklerdi bütün bunlar. Hiçbir şey eski bayramları unutmamızı sağlamıyor. Sanal da olsa hatırlandığını, unutulmadığını öğrendiğinde; ve eski, tek yaprak bayram kartlarında yazıldığı gibi, bayram kutlamaları olmasa da. Hatırlanmak bile mutlu ediyor.
Bayram tebriklerinin yerini hiçbir şey tutmaz diyorum.

                    FILISTIN’DE
BOMBALAR ALTINDA BIR YAŞAM,

Duyarlı ve haykıran insanlarımızında var olduğunu düşündükce, birazcıkta olsun teselli buluyorum…
Evet bende haykırmak istiyorum mazlumların feryadına, çığlıklarına kulak tıkayanlara haykırmak istiyorum. Bende filistinli olmak istiyorum, yüreğim acıyla kavruluyor, sesimi ancak haykırarak duyurabilirim. 
Sesimi duyurmak, kulaklarında çınlatmak istiyorum. Dünya insanlığına taşlara ağaçlara yapraklara  kuşlara havaya suya bütün tabiata...duyurmak istiyorum. Filistin de bombaların kurşunların altında küçük bebelerin can veren mazlumların iniltisini ve sesini duymuyor musunuz?  Soluğu kesilmiş tüm Dünya’ya; ve Müslümanlar’a haykırmak ve duyurmak istiyorum. Çocukların ve bebeklerin ninelerin hayatı  Yahudi cellatlar elinde sürüklenen masumların feryatları kulakları tırmalamıyor mu?. Hâlâ siz duymuyor musunuz?.
Duyarsız milletler, nedir sizin korkunuz?
Yoksa elindeki dünya nimetlerini kaybetme korkusuyla mı sığınaklarınıza girdiniz? Yoksa gözlerinize kara perde mi indi?..
Bunları söylemek  beni üzüyor, sen, sen de olabilirdin bir Filistinli.  Doğduğumuzda ülkemizi ve de anne babamızı seçme şansımızın olmadığı gibi.
  Nerdesiniz ey petrol zengini Müslümanlar? Nerdesiniz Müslümanları sömüren krallar baronlar para babaları, zengin burjuva çocukları, her gece milyarları savuranlar? Ey para babaları, sizzler, evet, sizlere söylüyorum?
Senede bir aylık  zevkleri için dağlarda yalılarda milyarları toprağa gömüp hayatlarını ve sefalarını sürenler? Vicdanınız hiç mi sızlamıyor, yaşanan katliamlar karşısında?   Hâlâ nasıl bu yaşanan katliamlar karşısında suskun kalıyorsunuz?
Ey, para babaları! Ey, holding sahipleri! Yüreğiniz yok mu, hâlâ sesiniz duyulmuyor? Gaflet uykusunda mısınız yoksa? Üzerinize ölü toprağı mı saçıldı? Asırlar boyu zalimlere karşı  mazluma karşı müşfik davranan düşenin elinden tutup kaldıran şanlı milletin askerleri, devleti, hükümeti; ve eli silah tutan genci ihtiyarı  yaşlısı nerdesiniz ?
Her gün genç yaşlı çocuk kadın demeden onlarca masum ve biçareyi öldüren bir askeri için insanlığa savaş açan  dünyayı kana bulamaktan zevk alan zalim Yahudi’nin zulmüne ne zamana kadar sessiz kalacaksınız?  Her geçen gün katliam boyutu büyüyor ve bizlerde seyirci kalıyoruz.
Gazetelerde boy boy resimler, daha gözlerini açmamış dünyaya merhaba demeyen mazlum yavruların, kazılan mezarlarını görmüyor musunuz?
 İsyanım var benim sizlere, yüreğimizle Filistin halkına destek verelim. Ölüm yerde uzayda da insana ulaşacak bir gerçek; ama en tatlı uykunda daha bombaların gölgesinde yaşamak ayrı.
Ölümü her an yanında bedeninde hissetmek de ayrı. Yazıklar olsun suskun milletlere, yazıklar olsun duyarsız milletlere. Boyun bükerek yaşamaktansa şerefle ölmek daha güzel değil mi?
Yoksa Filistin de dinini ırz ve namusunu vatanını  taşla sopayla müdafaa etmeye çalışan çocuklar kadar da mı cesaretiniz yok ?
Evet, Filistin ve Irak kan gölü  arşa yükseliyor mazlumların feryadı kulakları tırmalıyor! Yahudi’nin füze ve kurşunları altında can veriyor masumlar insanlar feryad figan ediyor. Analar bacılar gelinler mazlumlar bu vahşet karşısında hissiz ve sessiz… Dünya devletleri ve insanlarına yazıklar olsun hemde ne yazıklar ! Üstelik dünya devleti israil’i besleyerek Filistin’i yoketmesi için yardım ediyor.
Osmanlının torunlarıda mı sessiz seyredecekti mazlumların feryadını? Tüm müslümanlarda mı başına çekecekti yorganı? Kulaklarına pamuk mu tıkayacaktı?
Susma! Sende haykır, duy bu sesi!..
Niye suskunuz ve mazlumların  feryadını niye duymuyoruz kalbimiz mi karardı yoksa? Yoksa Yahudi ve onların azad kabul etmez köleleri olan Masonların büyüsüne mi tutulduk? Bugün değilse yarın ölüm mutlaka bizi bulacak. Filistin’de yaşam, ölümün bir parçası olmuş adeta.

GİTTİM GEZDİM GÖRDÜM
                     ve
      HAYRAN KALDIM...

Aylar öncesi Yozgat’a davet edilmiştim. Dikkatimi çeken tek şey özellikle gazetecilerin çoğunlukta  olmasıydı.  Yozgat Şair ve Yazarlar Birliği Derneği Başkanı Ahmet SARGIN, hemen hemen her gelişmeyi bize mail le bildiriyordu.
  Yozgat’ ı ilk kez görecektim. Yola koyulmadan önce Yozgat’tan akradaşım Yusuf Özcan “Halise hanım gelirken mutlaka hırka getirmeyi unutmayın” demişti.
  Bu ya yola koyulacağım gün aceleyle eve gelip yanımda götüreceklerimi valize koydum Hırkayı aklında tutan kim... Günler öncesi biletlerimizi alırken kaç gibi Yozgat’ta olacağımızı sordum. Akşam dokuz gibi yola çıkarsanız, ertesi gün yedi civarında Yozgat’ta olursunuz dediler. Bize uyar dedim ve biletimizi almıştım. Arkadaşım şair Mansur’la birlikte Yozgat yolcusuyduk. 
Akşam yola koyulduk, saatler geçti. Biz Yozğat’a gelmişiz ama hâlâ oturuyoruz  otobüs yetkilisi bize dönerek: “Yozgat’a geldik” demesin mi. Saate baktım sabahın 4.28’i inanılır gibi değil.
Oto garda indik, İn cin yok bizden başka, derken havanın soğuğu dikkatimi çektim ve üşümeye başladım. Yanımda uzun kollu veya hırka gibi hiçbir şey getirmemiştim. Anlayacağınız sabahın altısına kadar iliklerimize kadar donduk. Sonra Mansur Ahmet SARGIN hocamı aradı ve 6.30 gibi gelip bizi aldı. Arabanın içine binince rahat bir nefes aldık. Soğuktan korunmuş olduk.
              Daha sonra Ahmet SARGIN hocam bize çamlık gezisi yaptırdı, mükemmel bir yerdi. Onun ardından sabah çorbası ikram etti. Yozgat yollarında gezinmeye başladık küçük; ama şirin bir yerdi. İki dağın ortasında etrafı çam ve meşe kaplanmıştı sanki. Yozgat’ın her tarafı insanı büyülüyordu adeta...
Yaygın bitki örtüsü, göletler dikkatimi çekti. Daha sonra buluşma yerimiz olan İl Kültür ve Turizm Müdürlüğüne gittik. Arkadaşlar yavaş yavaş gelmeye başlamıştı. İl Kültür ve Turizim Müdürü Fuat DURSUN, bizleri makamında kabul ederek ikramda bulundu. Hoş sohbetten sonra aşağı kata indik ve gelen arkadaşlarla koyu bir muhabbete başladık.
              Evet, sevgili arkadaşlarım yukarıda da belirttiğim gibi ilk kez geldiğim bu şirin il’e hayran kalmamak mümkün değil. Bu yıl Yozgat’ta dokuzuncusu düzenlenen Sürmeli Festivaline Türkiye’nin  dört bir yanından gazeteci ve şair arkadaşlar katıldı. Bana göre bu etkinliğin en büyük yükünü Ahmet SARGIN hocam omuzlamış.
Belediye Başkanımız Sayın Yusuf BAŞER, “Festivaldeki amacımız, ilimizi dışarıya tanıtmak, ilin sosyal ve ekonomik olarak gelişimini artırmaktır.” diyerek sözlerini tamamlıyor. Yani her koldan Yozgat’ı Dünyaya tanıtmaktır amaçları...
Bunda da başarılı olurlar bu ekiple yola devam ederlerse; çünkü yapılan bu festival bana göre katıldığım birçok festivallere göre daha koordineli olmuştur.
  Yozgat Valisi Amir ÇİÇEK, “Yozgat’ta var olan kültürel ve turistik değerlerimizi tanıtmak, ekonomik potansiyelimizi gözler önüne sermek amacıyla, Yozgat ve Yozgatlıya sembol olmuş türkülerinin adı olan Sürmeli ismi ile kültürden sanata, spordan bilime, müzik ve eğlenceye kadar pek çok etkinliğin yer aldığı Sürmeli Festivali’nin dokuzuncusun düzenliyoruz” diyerek önemine dikkat çekiyor.

Bu arada kalacağımız yere de yerleştiriliyoruz. Beş yıldızlı otel gibi oradaki yetkililere de buradan teşekkür. ediyorum. İlk gün akşam teras katta şiir dinletisi ve çiğ köfteler, Yozgat ayaklarının altında ve de mehtap sanki gizlenmiş durumda. Mükemmel bir şiirli akşam yaşıyoruz...
Doyamıyorum, özlemlerim çoğalıyor gün geçtikçe dostlarıma.Yozgat’ın meşhur testi kebabını kırmamda ayrı bir güzellik. Şiirlere doyum olmuyor, şiir akışıyla bütünleşiyorum.
 Aşık DİNDARÎ ve Şair Kasım KAZANCIKLIOĞLU anısına düzenlenen Sorgun 2. Aşıklar Bayramı, aşık ve şairleri Sorgun’da bir araya getirdi. Sorgun Yazarlar Aşıklar Şairler Kültür ve Araştırma Derneği tarafından düzenlenen programa halk yoğun ilgi gösterdi.
  Sorgun Belediyesi’nin katkılarıyla düzenlenen Aşıklar Bayramı’nda Aşık DİNDARÎ ve Kasım KAZANCIKLIOĞLU Türkiye’de derece almış aşıkların ve şairlerin katıldığı bir programla anıldı. Burada da görünen o ki Dernek Başkanı Durali DOĞAN, bu ağır yükü omuzlamıştır, tıpkı Ahmet SARGIN hocam gibi.
 Kendilerine bizlere göstermiş oldukları misafirperverlikten dolayı teşekkür ediyorum.
 Ayrıca etkinlik boyunca bizi yalnız bırakmayan Kaymakamımız Ertuğrul KILIÇ bey’e, Belediye Başkanımız sayın Ahmet ŞİMŞEK Bey’e, teşekkür ediyorum.
Yozgat’ta kaldığımız üç gün boyunca bizlerle yakinen ilgilenen arkadaşlara sonsuz sevgiler. Bu yıl etkinlik bana göre çok iyiydi. Bazı eksikliklere rağmen ama öyle görünüyor ki gelecek yıl daha güzel olacak.

 Son gün tüm arkadaşlarla kahvaltımızı yaptık, ardından çamlık gezisi ve karpuz sefasının ardından, vedalaşarak Yozgat’tan ayrıldım... 
Sorgun İleri Gazetesi’nde yazımı yayınlayan çok değerli Ahmet SARGIN hocama teşekkür ediyorum.

ALDIĞI ÖDÜL ve BELGELER:
1- Doruk Gazetesinden başarı ödülü olarak plaket.
2- Adana: Altın Koza Basın Teşvik Ödülleri Yarışmasında köşe yazısı dalında plaket,
3- 2005, 01.09. Çukurova Edebiyatçılar Derneğine yapılan katkılardan dolayı teşekkür belgesi,
4-2007, Kültür, Turizm, Sanat ve Aşıklar diyarı olan Kars’ta yapılan “Türkiye Murat Çobanoğlu III Aşıklar Yarışması’nda (Düzenleme Kurulu Başarı) dalında Adanalı Hazım Demirci ödülü onur belgesi ve plaket,
5- 2008, Türkiye Murat çobanoğlu 4. Uluslararası Aşıklar Yarışması’na katılarak (Aşık Şenlik) ONUR Ödülü ve plaket  
6- 2007, 18 Ağustos, Kütahya ‘da yapılan 3. Geleneksel Şair Şeybi Şiir Şölenine katılımdan dolayı katılım belgesi,
7- 2008, 5 TEMMUZ, Sorgun belediyesinin katkılarıyla Aşık Dindari ve Şair Kasım Kazancıklıoğlu anısına düzenlenen etkinlikte teşekkür belgesi
8- 2008, Yozgat - 9. Uluslararası Sürmeli Festivali kapsamında düzenlenen “Sürmeli Şiir Şöleni’ne katkı ve katılımdan dolayı teşekkür belgesi,
9- 2009, Yozgat 10. Uluslararası Sürmeli Festivali kapsamında düzenlenen “Sürmeli Şiir Şöleni’ne katkı ve katılımdan dolayı teşekkür belgesi,
10- 2008, 1. Uluslararası Bodrum Kültür ve Sanat Şöleni 11-12 Nisan teşekkür belgesi
11-Ceyhan Şairler, Ozanlar ve Yazarlar Derneği teşekkür belgesi,
12- 2008, Çukurova Gençlik Yardımlaşma Dayanışma ve Güç Birliği Derneği teşekkür belgesi
13- 2008, 05.07. YOSİAD Yozgat Sanayici ve İşadamları Derneği Onur Belgesi,
14- 2007, 16 Kasım Yerel Gündem 21 Sanatçılar Çalışma Grubu adına “4. Bursa Kültür Sanat Şöleni” plaket ve katılım belgesi,
15- 2008, 16-19 tarihleri arasında “3. Çukurova Halk Kültür Festivali”katılım belgesi,
16- 2008, Kasım 2008 Yerel Gündem 21 Sanatçılar Çalışma Grubu adına “5. Bursa Kültür Sanat Şöleni”ne katılım belgesi,
17- 2009, Acıbadem Hastanesi, 14 Mayıs Adana’da düzenlenen “Hasta Güvenliği” teşekkür belgesi,
18-  2009,  “Sevgi ve Barışa Yolculuk” teşekkür belgesi, 
19- 2009, 05. 30. Ceyhan Halk Şairi Erol Ulusoy’u Anma Etkinliği, teşekkür belgesi,
20- 2009, Ağustos, Denizli Şarap ve Sirke Festivali ve şiir Şöleni, teşekkür belgesi,
21-  2009, Edipler Kahvesi, 31 Ocak- 1 Şubat, Kayseri’de düzenlenen şiir dinleti, teşekkür belgesi,
22- 2009, Ağustos -Denizli Şarap ve Sirke Festivali ve şiir Şöleni, teşekkür belgesi,
23- 2009, 7-8-9 Ağustos tarihinde gerçekleştirilen “Kiğı Seyit Kasım Doğa, Kültür ve Bal Festivali’nden dolayı katılım ve teşekkür belgesi,
24- 2009, 16 Ekim - 4. Uluslararası Kapadokya Şiir Şölenine katılım belgesi,
25- 2009, ANTALYA-Kundu – 11-12-13 Aralık “Şiir- Kültür- Sanat Şölenine” katılım belgesi.

       ESERİ:
TEKBAŞ YAYINLARI, Ocak, 2010, Adana, ISBN: 978­­­-605-61094-0-9 1000 Adet basılıyor, Ekrem Ofset, 0322 457 53 35,  Kurtuluş Mh. 19. Sok. Ful Ap: A Blok Kat: 4 Daire: 12
İsteme Adres:
Kurtuluş Mh. 19. Sok. Ful Ap: A Blok Kat: 4 Daire: 12,  Tel: 0322 457 53 35,
Emeil:gazeteevrim@gmail.com

FAYDALANILAN KAYNAK:
TEKBAŞ, Halise.“ SENDEKİ BENİ YAŞA ” TEKBAŞ YAYINLARI, Ocak, 2010, Adana, ISBN: 978­­­-605-61094-0-9, Ekrem Ofset,


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder