10 Ekim 2016 Pazartesi

BAYRAM DURBİLMEZ ile ŞİİRLERİ ÜZERİNE SOHBET Doç. Dr. Bayram DURBİLMEZ Erciyes.Ünv.Öğrt.Görv.) Abdullah Çağrı ELGÜN

BAYRAM DURBİLMEZ ile ŞİİRLERİ ÜZERİNE SOHBET
Doç. Dr. Bayram DURBİLMEZ Erciyes.Ünv.Öğrt.Görv.)
                            Konuşan: Abdullah Çağrı ELGÜN   

              
- Şair bir babanın oğlusunuz. On araştırma-inceleme kitabınızla birlikte yayımlanmış dört şiir kitabınız var. Şiir kitaplarının fazla ilgi görmediği günümüzde, sizin şiir kitaplarınızın yeni baskıları yapılıyor.   Şiire nasıl başladığınızdan ve şiir kitaplarınızdan söz eder misiniz?
“Yozgatlı Âşık Türkmenoğlu” olarak bilinen rahmetli babam (Bahri Durbilmez), âşık tarzı şiirler söylerdi. “Ayıplarlar Beni!” diye düşünerek, söylediği şiirleri ya Yunus Emre’ye ya Karacoğlan’a ya da başka bir âşığa mal ederdi. Daha çok, gurbet ve hasret yüklü türküler, destanlar söylerdi yanık yanık…
Dinî şiirler ve koçaklamaları da vardı. Söylediği şiirlerde zamanla kendi adını mahlas olarak kullanmaya başladı. Bir süre sonra da “Türkmenoğlu” mahlasını aldı.
Çocukluğumdan itibaren türkü formatında şiir söylenen bir ortamda büyüdüm. Ben de şiirler söylemeye çalıştım. Okula başlayınca da şiir yazmaya başladım. Bazı ödüller almaya başlayınca şiirler bir bir akmaya başladı. Sorgun’da, Yozgat’ta yayımlanan bazı gazete ve dergilerde de birkaç şiirim yer alınca devamı geldi. İlk şiir kitabım Aralık 1984’te yayımlandı. O zaman henüz lise birinci sınıf öğrencisi idim. Şiirden daha çok şiirimsilerin yer aldığı ilk göz ağrım olan bu kitap  Vatanımın Bağrında”  adını taşıyordu.  Diğer baskılarına Şiir Tomurcukları” adını da ekledim. Bu kitabın gözden geçirilmiş beşinci baskısı da yayımlanmak üzere.
Şiir sevdası beni Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne sürükledi. Kayseri’de, üniversitede okurken de şiire ilgim devam etti. 1988’de, ikinci kitabım yayımlandı. Huzura Hasret” adlı bu kitabın 7. baskısı Mart 2008’de, Ürün yayınları arasında çıktı. 1993’te “Öze Çağrı”, 2002’de “Yârnâme” ile şiir yolculuğumuz devam etti. Her ikisinin de üçüncü baskılarını Ürün Yayınları yaptı. Sırada Türk Dünyası şiirlerinden oluşan Turnalar”  var.

-Usta bir şair ve tanınmış bir bilim adamısınız. Eserlerinizde klâsik şiir, halk şiiri ve çağdaş şiir özelliklerini bir arada yansıtabiliyorsunuz. Edebiyat tahsili görmenizin ve şiir anlayışınızın bunda önemli bir etkisi olduğu şüphesiz. Bu konudaki düşünceleriniz nelerdir?
Geleneği olmayanın geleceği olmaz. Şiir denizini besleyen büyük ırmaklardan biri, hatta birincisi gelenekli şiirdir. Derinlerden gelen gür kaynaklar bu büyük ırmağı  sürekli besleyerek her çağda gür akmasını sağlar. Her çağda, çeşitli kaynaklardan beslenen farklı şiir akımları ortaya çıkmış, bunların bir kısmı, kökü derinlere uzanan gelenekten beslendiği için, şiir denizine ulaşmış, gür kaynaklardan beslenemeyenlerin çoğu ise denize ulaşamadan kuruyup gitmiştir. Şiir söyleme, yazma yeteneği olduğu hâlde, bu yeteneğini bilgi ile besleyemeyen ve gelenekten yararlanarak çağı yakalayamayan “şairler”in şiirimsileri genellikle köklenemeden solmakta, kuruyup çöpe atılmaktadır. Geleneğin izinde çağı yakalayarak geleceğe yürüyenler asla yorulmazlar. Eskiden, yazılı kültürle fazla irtibatı olmayan yetenekli bir şair, usta-çırak ilişkileriyle gerekli donanıma kavuşarak eğilimi doğrultusunda ilerlemeye devam eder ve ustalaşırdı. Yazılı kültür dünyasında yetişenler ise zirve şahsiyetlerin eserlerini sindire sindire okumayı alışkanlık edinmişlerdi. Günümüzde usta-çırak ilişkisinin ve sözlü kültür ortamlarının yerini daha çok yazılı ve veya elektronik kültür ortamları almaya başlamıştır. Kitap okuyan, kendisini sürekli geliştiren şairlerin sayısı günden güne azalmakta. Elektronik kültür ortamlarında da estetik güzellik ve derinlik yerine, “görüntü güzelliği” öne çıkarılmakta. Gürültü kirliliğine karışmış “görüntü güzelliği” estetik beğenileri baltalamakta. Ekranları gürültü kirliliğinden arındırarak mânâ derinliği ve bedii tefekkür dolu eserler sunulursa, elektronik kültür araçlarında millî kimlik ve estetik anlayışımıza uygun eserler aktarılırsa, elektronik kültür ortamları da yararlı olacaktır;  fakat okumadan ve düşünmeden derinleşmek, hele hele günümüzde mümkün değildir.

- Rusça, İngilizce ve değişik Türk lehçelerine çevrilen şiirleriniz var. Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Tataristan, Türkmenistan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Bulgaristan, Kosova, Makedonya, Moldova, Nahçıvan gibi bazı Avrasya ülkelerindeki çeşitli antoloji, dergi ve gazetelerde şiirleriniz yayımlandı. Milletler arası bazı şiir şölenlerine katılarak Türkiye’yi temsil ettiniz. Şiirleriniz Türk dünyasının pek çok yerinde tanınıp biliniyor.. Bunlardan da biraz bahseder misiniz?
Eskiden Nazım Hikmet başta olmak üzere birkaç “Türkiyeli” şair biliniyordu Türk dünyasında. Bunun sebebini herkes biliyor. 1990’dan sonra başlayan gelişmeler sonucu Türkiye ile kardeş ülkeler arasında gidiş gelişler başladı. Bu yakınlaşma edebiyat dünyasında da oldu. Türk dünyası sevdalısı olduğum için, bağımsız ve yarı bağımsız Türk cumhuriyetlerinin, akraba toplulukların çoğuna gidip oraları ve onları görme, araştırmalar yapma imkânı buldum. Azerbaycan, Özbekistan, Tataristan gibi Türk yurtlarında şiir daha güçlü. Buralarda gelenekli ve çağdaş şiir birlikte yürüyor.
Balkanlarda güçlü şairlerin daha az olduğunu söylemek mümkün. Uluslar Arası Abdullah Tukay Şiir Bayramı (Tataristan/ Rusya), Uluslar Arası Kırım Şiir Şöleni (Kırım/ Ukrayna) ve Uluslar Arası KIBATEK Şiir Buluşması (Moldava) başta olmak üzere Azerbaycan, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Kazakistan’da yapılan bir kaç şiir şölenine davet edildim.
Türkiye’de de Uluslar Arası Tarsus Şelâle  Şiir Akşamları ve  Uluslar Arası Hazar  Şiir Akşamları başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok yöresinde yapılan şiir şölenlerine katıldım. Bu ilişkilerin tabii sonucu olarak bazı şiirlerim oralarda da yayımlandı. Oğuzeli (Azerbaycan), Bayatı (Azerbaycan), Edebiyet- İncesenet (Azerbaycan), Kaynak (Bulgaristan), Bay (Kosova), İdil (Tataristan), Kazan Utları (Tataristan) ve Yassavi (Kazakistan) aklıma ilk gelen yayın organlarıdır. Şiir çevirileri ne kadar güçlü olursa olsun, şairinin yazdığı dildeki tadı yansıtamaz; çünkü şiir dili ayrı bir dildir. Şiirin başka bir dile aynen çevrilmesi mümkün değildir.

-Şiirlerinizle pek çok ödül aldınız. Haklı olarak size “Sevgi Şairi”, “Türk Dünyası Şairi”, “Cinas Üstâdı”  gibi adlar verildi. Bilim adamı olarak yaptığınız çalışmalardan dolayı da size Türk Dünyası Kültürüne Hizmet Ödülü (1994), Kayseri Kültürüne Hizmet Ödülü (2002), Folklor Araştırmaları Kurumu Türk Halk Kültürüne Hizmet Ödülü (2003), Âşıklık Geleneğine Hizmet Ödülü (2004), Motif Halk Bilimi Teşvik Ödülü (2005), Türklük Bilimine Hizmet Ödülü (2006) ve Türkiye Yazarlar Birliği Kayseri Şubesi İnceleme Ödülü (2007) verildi. Hayatınız, sanatınız ve çalışmalarınız hakkında yurt içinde ve yurt dışında çeşitli makaleler yazıldı. Biraz da bunlardan söz etseniz?
Bazı yarışmalara katıldım ve Türkiye birincilikleri aldım; fakat bunlar çok önemli değil. Asıl önemli olan şu fani dünyada hoş bir sedâ bırakabilmek. Kendimi bilim ve sanat yolculuğunun başlangıcında görüyorum. Bilim ve sanat birbirini besleyen iki ayrı zenginlik… Şiirde de duygu yoğunluğu yanında, derin bir birikim gerekir. Güçlü bir şiirde âhenk, estetik güzellik, anlam derinliği ve yapı sağlamlığı esastır. Bu da şiir bilgisiyle olur. Şiir bir dil işçiliğidir aynı zamanda. Türkçe’nin bilim ve sanat dili olamayacağını söyleyenlerin Türkçe’ye yabancı olduklarını düşünüyorum. Şiir duygu ve zeka ürünüdür. Türkçe’deki anlam zenginliklerini de göstermesi sebebiyle cinaslı şiirler yazmaya başladım. Sevgi ve hoşgörü şairleri Ahmet Yesevî’nin, Yunus Emre’nin, Hacı Bektaş Velî’nin, Karacoğlan’ın yolunu kendime daha yakın buldum. Türk dünyası sevdasıyla da şiirler yazmaya çalıştım. Kırk yaşıma yeni girdim. Sağlıklı bir ömrüm olursa kendimi yenilemeye ve daha kalıcı eserler vermeye çalışacağım. Takdir edilmek tabii ki çok önemli. Teşvik edenleri şükranla anıyorum.
-Yolunuz açık olsun. Yoğun çalışmalarınız arasında sorularımızı cevaplandırdığınız  için biz size teşekkür ediyoruz…

Sürmeli Yârim
-Yozgat Sürmelisi'ni dinledikçe
gönül yaraları depreşenlere...

Bakışların mızrap gönlüm bağlama,
Mızrabı tellere sürmeli yârim.
Beni bend’eyleyip gönlüm bağlama,
Sevdânın izini sürmeli yârim.
        
Sevdâ kopuzunu çal, Korkut  Ata!
Nağmeler, gönülden kederi ata.
Ak duvaklı gelin, binince ata,
Mutluluk bağına sürmeli yârim.

Sürmemeli atın, Sürmeli yara,
Gönül kuşu vurgun, sürmeli yâra,
Açtı yüreğime, Sürmeli yara,
Merhemi de kendi sürmeli yârim.

Sevmez, sevdâlı kalp sefa sürmeyi.
Bilir mi Sürmelim, sürme sürmeyi?
"Sürmeli gözlerin, neyler sürmeyi? "
Dillerde bir türkü, "Sürmeli" yârim.

                            
Sürgün gönlüm açar, sürgü sürsen de,
Vazgeçmem sevdândan, beni sürsen de.
Gönül bahçesini, aşkla sür sen de,
Bu aşktan, fidanlar sürmeli yârim.

Yâr, cemâlin bir ay; gülüşün, bir gün!
Neylerim, can tenden ayrılsa bir gün?
Dur/bilmez sevgimiz, olur mu bir gün?
Bu aşk, ömür boyu sürmeli yârim…
                   
Fotoğraflar:
1.  Muhtar Şahanov, Bayram Durbilmez ve Cengiz Aytmatov
2. Tataristan Kazan Utları Dergisinde, Redif Gataş İle
3. Kırgızistan’da…
4. Azerbaycan’da…
5. Kırım’ın Efsane Lideri Mustafa Cemil Kırımoğlu İle…
6. Bayram Durbilmez


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder