SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI):
Abdullah Çağrı ELGÜN
SUYUN SANCISI
Su'yun
sancısı
Serin
bir yaz akşamı
Vadinin yamacından
Kıvrım kıvrım akan
Nazlı bir ırmağın
Bütün gece
Sularıyla oynaşan dolunay
Nasıl bilebilir ki
Gün doğduğunda
Bırakıp gittiği
Su’yun sancısını
Sahra Tekin (Su'yun sancısı): “Suyun Sancısı” Adlı şiirinde tam da adına
uygun bir sesleniş ile karşımızı çıkıyor:
“Serin bir yaz
akşamında, vadi yamacından, kıvrım
kıvrım akan, nazlı bir ırmağın sularıyla oynaşan Dolunay, nasıl bilebilirdi ki gün doğduğunda, bütün gece bırakıp gittiği suyun sancısını?..”
Bu söyleyişte, “Edebî Söz Sanatları” ndan: Benzetme
(Teşbih) var! Dolunay, bir erkek (Sevgili, Maşuk);
Irmak, Irmağın Suyu Dolunaya âşık Irmak (Irmağın
Suyu).
(Su, Âşık: Dolunay’a âşık olan, bütün gece sancı çeken
su: Seven, acı çeken, sancılı) Suyun sancısı olur mu? Bu sözde, Edebî Söz
Sanatlarından, Teşhis ve İstiâre Sanatı var! Aynı zamanda şu
kelimeler arasında “Serin, Yaz, Akşam, Vadi, Yamaç”, “Kıvrım Kıvrım-Su;
Su-Irmak” Tenâsüp (Mürât i Nazır) sanatının olduğunu görüyoruz.
“Nazlı bir Irmağın suları (Kız) sularıyla oynaşan
Dolunay (Erkek)!.. İki sevgili bütün gece, bütün güzellik ve yakışıklılığı ve
çekiciliğini ve arzularının esiri olarak sevişiyor. Bu sözde gizlice ve başkaca,
Tevriye Sanatı kullanılarak Kapalı Tevriye yapılıyor… Sebebi de: Dolunay’ın
oynaş esnasında, bırakıp gittiği su; bütün gece …sancılı… “Su” bırakıldığı
yerde rahat ve huzura eremediği gibi her ne hikmet ise bir de sancılanmış…” Bu
sancıdan “suyu” (Sevgili) “… suyunu” (Kapalı Tevriye) bırakıp
giden Dolunay’ın bundan haberi yok!.. (Bırakıp gittiği suyun sancını nereden
bilsin?..
Maşukun (Dolunay) bilmediği, fakat nazlı ırmağın
suyunun bildiği, bir durumdan dolayı, “Bütün gece oynaş yerinde bıraktığı su”
sancılı… Bütün gece bu sancıdan habersiz, bu olayın farkında dahi olmayan Maşuk
(Dolunay)… Nereden bilecek sevgilisinin içine düştüğü, düşürüldüğü bu
durumu?.. Olduğu yerde, oraya buraya
savrulup bir arayış içinde bir yerlere tutunabilmenin, bütün gece sancısını
çeken su, “suyu!..”
“vadi yamacından kıvrım kıvrım akan nazlı bir ırmağın sularıyla oynaşan
dolunay (Erkek,
Sevgili, Maşuk)
Nasıl bilebilirdi ki?
Kim?
Dolunay!..
bütün gece bırakıp gittiği,
suyun sancısını?..
Su niçin sancılı?
Dolunay’ın bütün gece oynaşı sonucunda bırakıp gittiği
su, “suyundan” sancılı… Nazlı bir ırmak sularıyla bütün gece oynaşan Dolunay,
gün doğduğunda kaybolmuş. “Dolunay, Sevgili” çoktan gidip kaybolmuş… Dolunay
kaybolmasa oynaşa devam edecek; ama şimdi yanında yok; fakat “Serin bir yaz akşamında, vadi yamacından, kıvrım kıvrım
akan,
nazlı bir ırmağın suları sancılı…”
Dolunay nereden bilsin? O çoktan, oynaş alanından uzaklaşmış… “
Her
şairenin, şairin, birbirlerine benzeyen veya hiç benzemen şiir tarzı ve özel,
kendine has bir uslûbu vardır. Şaire veya şair bunu bilerek isteyerek seçer. Bu
bir tercihtir. Şaire, Sahra (Suyun Sancısı), bu ismi özellikle ve
bilerek seçtiği şiirlerinde kullandığı, duygu coşkunluğu ve uslûp özelliğinden
anlaşılıyor.
Gerçek sanatçılar maksatlarını akıllarından geçenleri,
içlerinden dökülen hislerini anlatmak istediklerinde, güzel Türkçemizin resmî
ve geçerli dili İstanbul Ağzı (Ağız Özelliği) ile güzel, leziz, zarif
işlek, açık, anlaşılır, pürüzsüzce bir Türkçe ile bir çırpıda söyleyiverirler…
Şairin hüneri de burada görülür. Kelimelerin gücü, şairin
usta kaleminde dile gelir ve ustalıkla, maharetle, hünerle diziverir
kelimeleri. Usandırmadan, sıkmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine:
Kayseri’nin
iki bine (2.000) yakın şairlerinin içinden Ali Rıza NAVRUZ: "Öksüz Uykular
Bıraktım Yatağıma" adlı
şiir kitabındaki şiirlerinde de Garip
Akımı, Birinci ve İkinci Yeni Kuşağının getirdiği yeniliklerden, ekolden
etkilenen şairlerdendir. Şairin usta kaleminden çıkan şu şiir ile taşı
gediğine koymayı ihmal etmeyen Ali Rıza NAVRUZ da az şeyle, çok şey
anlatmayı başarır… Zaten şiir de az sözle çok şey söyleme sanatıdır.
Şairin, Şiir
Dinletilerine, Kültür etkinliklerine gidip gelmeleri ve geceleri eve
gelmemelerinden sitem ve şikayetle: Hatunu, hanımı, evdeşi, yavuklusu, eşi ona
kırgın… Bu haliyle de kızgın! Yavuklusuna seslenen şair:
"Dün şölenden geldim ki:
Sen yoksun!..
Bir not iliştirmişsin, küseğen yastığına.
Meâlen şöyle:
"Anlı
şair (!)
Şanlı Şair (!)
Benden işte bu kadar!..
Sen;
Şiirin koynuna gir!"
Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’in şiirlerinde de bu tarzı görüyoruz. Sahra TEKİN de bu
Ekolden etkilenen ve akımı devam ettiren, günümüz şairleri arasında
yer aldığını aşağıda söylediği “Nisan Bakışlım” başlıklı şiirinde de
açıkça gösterdiğini söylemek yanlış olmaz!..
Sayın
Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’nın şiirlerinde de:
Nisan Bakışlım
nisan
bakışlım
bakınca gözlerine
güneşin duvarlarına
yaslanıyorum sanıyorum kendimi
yalnızlığımın buzdan heykeli
çözülüyor sıcaklığınla
salkım saçak çiçekleniveriyorum
bir bahar yağmurunda
sesin sarıyor damlaları
anasını satmışım bu dünyanın
onca özlem onca acı onca gözyaşı varken
hayır deme nolur
dudaklarımızın değdiği yerden
yudumlayalım şarabı olur mu
2023 aralık
Bu biçim, tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri şiirleştiren
bir tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir değilse bile, farkı lirizm, duyguda
doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, lirizmin bir nutkudur demek daha doğru olur.
Cemal SÜREYA gibi…
Meryem Adanalı: 29 Temmuz 2022
Satmışım anasını ben bu dünyanın...
Yetti artık sıkıldım...
Babasını da satmayı düşünüyorum ...
Ferdi ÖZBEĞEN de şarkısında olduğu gibi ‧ 1979
“Satmışım anasını
Ben bu dünyanın
Sen benim yanımda olduktan sonra” diyerek dünyada çekilen ıstırapları ve
Bunları
hiçbir şekilde umursamadıklarını, açık ve net bir şekilde dile getirir.
SAHRA TEKİN
(SU'YUN SANCISI):
Edebiyat Defteri, Şiir ve Nesir
Bloğunda: https://www.edebiyatdefteri.com yazdığı
şiirleriyle bizi: Garipçiler, Garip Akımı; Birinci ve İkinci
Yeniciler Kuşağı’na götürüyor. Bu Kuşağın, Ekolün Sanatçıları: Orhan Veli KANIK,
Oktay Rıfat
HOROZCU ve Melih
Cevdet ANDAY olup, 1940’lı yıllarda başlayan ve 1945-1050’lili yıllara
kadar, Türk Şiirine getirilen yenilikler yumağıdır. İşte o dönemden Türk Şiirinde
“Garip Akımı (Yenileşme)” ile başlanarak sürdürülmek istenen bu akıma
veya Ekole verilen addır: Yenicilik… Kuralsızlık!.. Yukarıdaki isimler
de bu yeniliğin öncüleri olarak karşımıza çıkarlar.
“Garip” adlı bir kitapla
karşımıza çıkan şair Orhan Veli KANIK, bu akımın öncüsüdür. Bunu takip eden sanatçılar, Türk şiirinde, o güne kadar yer etmiş, kalıp ve
anlayışlardan kurtulmak gerektiğini savunur. Şiirdeki şekil ve biçimciliğe, vezin (ölçü),
kafiye (uyak) duygusallığına karşı çıkıp, söyleyiş güzelliğini esas aldılar.
Bu Anlayışa
Göre Şiir:
“Halkın konuştuğu sade dille ve halka ait söyleyişle yazılan
ve anlamı öne çıkaran, bir nitelikte olmalıdır. Garip şairlerine göre şiir; Sıradan
insanları ve onların hayatını konu edinmeli; sanattan, süslü söylemlerden uzak
olmalıdır.” Söylemlerini dile
getirdiler.
Sahra Tekin (Su'yun sancısı), olarak şiir yazan sanatçı da bu akım
veya ekolden, oldukça etkilenmiş gözükmektedir. Öncelediği Orhan Veli Kanık
onun şiirlerine kılavuzluk ederek, şairenin şiirlerinin rotasını belirlemiş
gözükmektedir.
Türk
Edebiyatının önemli şairlerinden oluşan Garip Akımı “Garip” adlı
bir kitabın etrafında kümeleşerek, yeni bir akımı başlattılar. Orhan Veli
KANIK ve yakın arkadaşları, Oktay Rifat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY Türk
şiirine Türk Edebiyatına getirdikleri şiirde:
Ölçüsüz, kafiyesiz, “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kurallarına”
tamamen aykırı, nokta, virgül, … vb. diğer işaretleri kullanmaksızın; büyük
küçük harfler, özel ve cins isimleri de gözardı ederek, yani bunların hiçbirini
kullanmaksızın”,
serbest tarzı, özgür ve yepyeni bir anlayışın “Kuralsızlık” etkiyle Türk
Edebiyatının şiir dünyasına soktular…
GARİPÇİLER VEYA BİR VE İKİNCİ YENİ KUŞAĞI:
Orhan Veli KANIK, Oktay Rifat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY'ın kurduğu ve Türk şiirinde yerleşik ve kalıplaşarak
şiirimizde yer etmiş bütün anlayışları kırarak, halihazırda var olan ve
yaşanmış anlayışı reddederek yepyeni bir anlayış ve söyleyiş geliştirdiler ki
bu akımın adına: “Garip” hareketi denmektedir.
GARİP AKIMI VE GARİP AKIMININ ÖZELLİKLERİ:
“Şiirde ölçü ve kafiye kullanmamışlardır.
Serbest nazmı kullanıp süslü, sanatlı, şairane söyleyişleri
reddettiler.
Halk ağzı ile sıradan söyleyişler de şiir diline girmelidir.
Günlük yaşamdaki her konu ve her kişi şiirde yer almalı.
Şiir, toplumda görülen bütün sorunların çözümü ve sorunlara çözüm
sunan, öneri ve konuları aktarmalıdır.” Dediler…
BİRİNCİ YENİCİLER, GARİPÇİLER:
Lise yıllarından beri çok yakın arkadaş olan: Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY tarafından Türk Edebiyatına yeni bir görüş getiren ve bir jet hızıyla inen bir akım… Bu üç arkadaş, 1937’den itibaren Türk Şiirdeki kalıplaşmış kurallara ve şekilciliğe karşı, tepkilerini Türk Edebiyatının en önemli dergilerinden Varlık Dergisinde ölçüden, uyaktan ve şairanelikten uzak şiirler “Kuralsızlık”, yayımlamaya başladılar. İlk şiirleri, sanat tarihimizde, önemli yere sahip Yaprak Dergisinde yayımlandı. Bu iki dergide şiirlerin, özgür bir biçimde yazılıp, okuyucuya sunulması gerektiği ve her varlığın ve her şeyin, şiire konu olabileceği, bunun için ölçü ve dar kalıplardan uzaklaşmanın yararı anlatıldı…
1941
yılında halk şiirinin anlatım ve deneyimlerinden de yararlanarak yazdıkları
özgür ve serbest şiirlerini: ‘’Garip’’ adlı kitapta topladılar… Kitap, Orhan
Veli KANIK ’ın imzasını taşıyordu. Kapağında şu söze yer veriliyordu:
“Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir!..” Söylemleriyle “Garip Akımını” resmen başlatmış oldular…
“Sevgili Muzaffer Tayyip Uslu’nun
deyimiyle, bir kesim insan, şiiri gökte ararken yerde bulmanın verdiği
şaşkınlıkla, kılıçlarını Garipçiler için bilediler. Yani, her yenilikte
olduğu gibi, Garipçiler Döneminde de hattatlara rastlamak farz-ı kifaye
idi. Tabii, bu az evvel bahsettiğim hattatların şaşkınlığını anlamak mümkün: o
güne kadar ‘’üstün, seçkin sınıfın işi’’ olarak görülen şiirde ‘’nasır’’
(Dil kurallarından başka, hiçbir ölçüye bağlı olmayan düz ve doğal anlatma
yolu) gibi bayağı sözcüklerin kullanılması ve konuşma dilinin, şiire diline
dahil edilmesi, elbette onların konfor alanlarından çıkarak, alışkanlıklarını
bozmalarına, bir tehlike olması, şairlerde oldukça rahatsızlık uyandırdı. Hatta
günümüzde de bu devrimi anlamak istemeyenler, mevcudiyetlerini koruyorlar.
Dönemler değişse de hattatlık bakidir, maalesef; fakat, aksi yönde giden bir
kesim de elbette vardı! Orhan Veli’nin şu şiiri şiire bakışı, kökünden
değiştiren en güzel örneklerden biriydi.
(https://1000kitap.com/gonderi/286099021?oku=1; Behçet KORAY: 17 Ekim 2004, Garip Şiirinin, Garip Şairleri)
Şiir miydi?
Nesir miydi? Yoksa
bir güzel söyleyiş bir güzel bakış mıydı; fakat tam oturuyordu. O devre
göre: Kolay söyleyiş, konuşur gibi rahat ve içten, külfetsiz, sanat yapma
zorlaması olmadan açık ve beliğ… Söylenmek isteneni sade bir şekilde
anlatabilme… İşte o şiir:
BEN
ORHAN VELİ
"Yazık
oldu Süleyman Efendiye"
Mısra-i meşhurunun
mübdii.
Duydum ki
merak ediyormuşsunuz,
Hususi
hayatımı,
Anlatayım:
Evvela adamım,
yani
Sirk hayvanı
falan değilim.
Burnum var,
kulağım var,
Pek biçimli
olmamakla beraber.
Bir evde
otururum,
Bir işte
çalışırım.
Ne başımda
bulut gezdiririm,
Ne sırtımda
mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz
kralı kadar
Mütevaziyim,
Ne de Celâl
Bayar\'ın
Sabık ahır uşağı
gibi aristokrat.
Ispanağı
çok severim
Puf böreğine
hele
Biterim…
Malda mülkte
gözüm yoktur.
Vallahi
yoktur.
Oktay
Rıfat\'la Melih Cevdet\'tir
En yakın
arkadaşlarım.
Bir de
sevgilim vardır pek muteber;
İsmini
söyleyemem
Edebiyat
tarihçisi bulsun.
Ehemmiyetsiz şeylerle
de uğraşırım,
Meşgul
olmadığım ehemmiyetsiz
Sadece üdeba
arasındadır.
Ne bileyim,
Belki daha bin
bir huyum vardır.
Amma ne lüzum
var hepsini sıralamaya?
Onlar da
bunlara benzer.
Orhan Veli Kanık
SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI): Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yenicilerin arasına katılarak bu akımı çarçabuk benimsemiş Şaire olarak karşımızda durduğunu şu şiiri ile de ispatlamış oluyor:
GÖKKUŞAĞINDA
ISLANALIM
serçenin kanadına saklanırken
sönmeye yüz tutmuş gün
gözlerinden taşıyor gece
sen denizinde boğulurken
kocaman bir sus yağmalıyor içimi
ve o suskunun huzurunda
çok üşüyorum
bolca hüznünün
artığında yıkanmadan
henüz bir darağacı kurup
cinayet işlemeden
lütfen yağmur
dinebilir misin
çıkarıp karanlığın rahminden güneşi
gökkuşağında ıslanalım sevgili
seni sevmelerim
ağaç olsun gölgeliklere
Garip Akımı, birçok gence ulaştığı gibi, dönemin ünlü edebiyatçılarını da
etkiledi ki Nurullah ATAÇ da bunlardan
biridir. Ataç da katıldı Garip Akımından etkilenenler kervanına.
Nurullah ATAÇ dediğimiz
beyefendi ile ilgili bir detay var ki kendisi dönemin Cumhurbaşkanı İsmet
İnönü’nün Kültür Danışmanı idi. Garip Akımı: Toplumcu,
gerçekçi şiir anlayışı yerine, savaş ortamında, yaşam sevincini konu edinen,
bir şiir biçimi olarak, devlet eliyle, Türk şiirinin yeni yüzü olarak sunulmak
istendi.
Devletin
imkânları da seferber edildiği için Garip Devriminin başarısı kaçınılmaz
oldu; fakat, insanın bulunduğu her yerde olduğu gibi, burada da bir problem
ortaya çıktı. Liseden beri yakın arkadaşlık kurup, edebî başarılara imza atan
bu üçlü, “Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY
“dağıldı.
Garip Akımının
dağılmasının temel sebepleri arasında, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY’
ın zamanla, şiir anlayışlarını değiştirerek, daha soyut ve geleneksel unsurlara
yeniden yaklaşmaları oldu. Orhan Veli’nin
ise Garip çizgisini kararlılıkla sürdürerek, bireysel şiire yönelmesi, dönemin
edebî ortamında, yeni akımların etkisini artırmasına sebep oldu denebilir. Onun
Meşhur şiiri bu kuralsızlığı apaçık ortaya koyar:
BİR GARİP ORHAN VELİ’YİM
İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir garip Orhan Veli’yim
Veli’nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim
Urumeli Hisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum
İstanbul’un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım…
Senin yüzünden bu halim.
İstanbul’un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne
Sevdalım…
Boynuna vebalim
İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli’yim
1945’te
kitabın ikinci basımı, sadece Orhan Veli KANIK’ın birinci
kitaptaki şiirlerinin düzenlenmiş halleriyle, yeni yazdığı şiirleriyle ve yeni
bir önsöz ile yayımlandı. Dolayısıyla bu akımın en çok Orhan Veli’yle
özdeşleştirilmesi pek de şaşılacak bir şey değil. Orhan Veli Kanık’ın
1950’de, henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetmesinin ardından, Melih Cevdet
Anday ve Oktay Rıfat Horozcu kendi bireysel tarzlarını geliştirdiler…
Roman ve tiyatro türleriyle ilgilenmeye başladılar ve İkinci Yeni Akımına
dahil oldular.”
(https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf)
BEDAVA
Bedava yaşıyoruz,
bedava;
Hava bedava,
bulut bedava;
Dere tepe, bedava.
Yağmur
çamur, bedava.
Otomobillerin
dışı,
Sinemaların
kapısı,
Camekanlar
bedava.
Peynir ekmek
değil; ama
Acı su bedava…
Kelle
fiyatına hürriyet,
Esirlik
bedava!
Bedava
yaşıyoruz, bedava.
Orhan Veli Kanık
GÜZEL
HAVALAR
Beni
bu güzel havalar mahvetti,
Böyle
havada istifa ettim
Evkaftaki
memuriyetimden.
Tütüne
böyle havada alıştım,
Böyle
havada âşık oldum;
Eve
ekmekle tuz götürmeyi
Böyle
havalarda unuttum.
Şiir
yazma hastalığım
Hep
böyle havalarda nüksetti;
Beni
bu güzel havalar mahvetti.
Orhan Veli Kanık
İKİNCİ
YENİCİLERİN SAVUNDUĞU DÜŞÜNCELER:
İkinci Yeni,
1950'li yılların başında ortaya çıkan ve: “Sanat sanat
içindir.” anlayışını benimseyen şiir topluluğudur. 1941 yılında Orhan Veli KANIK,
Oktay Rıfat HOROZCU, Melih Cevdet
ANDAY, Muzaffer Tayyip USLU, Rüştü ONUR, Nurullah ATAÇ, Cemal
Süreya, Kemal ULUSER, tarafından
başlatılan Garip Akımı Hareketinin diğer adı Birinci Yeni Kuşağı
olduğu için, Cemal Süreya ve diğer şairlerden oluşan topluluğa bu
isim verilmiştir.
Şiir: zengin imgelerle,
Ritimli sözlerle,
Seslerin uyumlu kullanımıyla, ortaya çıkan edebî türdür.
Şiir
düş gücüne,
İmgeye
dayanır.
İnsanın
duygu dünyasına seslenir,
İnsanda
coşku uyandırır.
Şiirde
çağrışım,
İmge,
Sezgi
önemli bir yer tutar.” diyorlardı.
İSTANBUL'U
DİNLİYORUM
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften
bir rüzgâr esiyor;
Yavaş
yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok
uzaklarda,
Sucuların hiç
durmayan çıngırakları
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar
geçiyor, derken;
Yükseklerden,
sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar
çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının
suya değiyor ayakları;
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin
Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl
Mahmutpaşa
Güvercin dolu
avlular
Çekiç sesleri
geliyor doklardan
Güzelim bahar
rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda
eski alemlerin sarhoşluğu
Loş
kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş
lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma
geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar,
türküler, laf atmalar.
Birşey
düşüyor elinden yere;
Bir gül
olmalı;
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı.
İstanbul'u
dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş
çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak
mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların
ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay
doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan
anlıyorum;
İstanbul'u
dinliyorum.
Orhan Veli Kanık
Konu,
Garip Akımı olduğunda: Orhan Veli KANIK, Melih Cevdet Anday ve Oktay
Rifat HOROZCU üçlüsünün yanı sıra, anılması gereken iki şair daha var: Rüştü
Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu. Bu ikilinin hayatları Kelebeğin
Rüyası adlı filmde anlatıldığından farklı olarak, ki o filmi mutlaka
izleyiniz… Aslında bu şairler bir ikili değil, üçlü. Lâkin Kemal ULUSER ’den günümüze “Işık” adlı
piyesten başka bir şey kalmadığı için burada sadece, Rüştü ONUR ve Muzaffer
Tayyip
USLU akla gelecektir.
Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde Behçet Necatigil’in öğrencisi olan bu iki genç,
ömürlerini bir yandan veremle ve fakirlikle mücadele ederek bir yandan da
sanattan beslenerek ve onu besleyerek geçirdiler. En azından, denediler. Orhan
Veli KANIK ’ın (Şiiri sokağa taşıyan şair...) Zonguldaklı üçlü hakkında söylediği söz şu
şekildedir:
‘’Son
yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek yetiştirdi: Biri Rüştü ONUR, biri
Kemal ULUSER, biri de Muzaffer Tayyip.
Bu ne biçim kader? Üçü de arka arkaya öldüler.’’ Garip Akımının Serüveni
eksiğiyle fazlasıyla bu şekilde.
Serbest ölçüyü ülkemize kazandıran, bu üçlüye, Türk Edebiyatı
her zaman minnettar kalacak olsa da aradan, seksen küsür yıl geçmesine rağmen,
geleneksel şiirde ısrar edenler mevcut. Ülkece her alanda örümcek ağlarından
kurtulmamız dileğiyle...”
(https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf)
Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Bize,
her haliyle (1891-1944) Edebiyat-ı Cedide Topluluğu`nun yayın organı Servet’i
Fünûn Dergisi yazarlarını hatırlatıp yansıtıyor… Dilimizin bilgisayar terimleriyle allak
bullak olduğu; cep telefonundaki yazışmalarla sözcükleri kısaltmaktan ne
olduklarını anlamak için müneccim olmanın gerektiği bu devirde: çarşıda,
pazarda, sokakta karşılaştığımız yüzlerce Türkçe sözcük varken, yüzlercesinin
yabancı kelimelerle yazılıp çizilmiş tabelâlar, Levhalar, kadın ve erkek
isimleri; ne yazdığı asla mühim olup okunmayan, abes ile iştigal yabancı
dillerle yazılmış resimli, yazılı tişörtler de dilimizi bozuyor. Kültürümüzü
erozyona uğratıyor. Millî ve yerli kültürümüz yok olma aşamasına sürükleniyor
diye isyan ederken, kişi ve yer isimlerine bakınca da eskiden var olduğu halde,
bugün kullanılmaya kullanılmaya, kullanımdan düşmüş veya unutulmaya yüz tutmuş:
“laf u güzaf, (Anlamsız ve gereksiz şeyler demek), feveran
(Kaynama, coşma, fışkırma), Vaveylâ (çığlık),
Mahşer midillisi (ortalık Karıştıran), Çul çürüteni (kaygısız,
rahat kişi), Müstehcen (Açık saçık), Bol âhenk (Konuşkan, neşeli,
bol sohbet) “Bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev, devasa, kocaman,
dükkânlara” sözcüklerimiz varken bir de şairlerin kimi uyduruk dili ve eski
kelimeleri diriltme gayretleriyle, şiirlerini yabancı kelimelerle örme
çabaları, bu kültür erozyonuna eklenince ortada, millîlik namına bir şey
kalmıyor.
“Sait Faik Abasıyanık da
Orhan Veli'nin bu yönüne dikkat çekerek onu "üzerinde en çok durulmuş,
zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini
kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar
kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem
kötü şöhrete
ermiş bir
şair"
olarak tanımlandı.”
Millet
dilini, halk dilini ve Türk’ün Dili Türkçe kelimeleri, millî ve yerli
dili mumla arıyorsunuz… Halbuki şair, yazar, araştırmacı milletin, halkın
susmayan sesidir. Halkın hislerinin tercümanı, çıkmayan sesi, soluğu ve
yöneticilerinin, zenginlerin, ağaların, iktidar sahiplerinin usulsüz, haksız,
uygulamalarına isyanı, tepkisi; halka halkça hitap eden halkın seslenişi,
haykırışı, suskun dili, sesi, soluğu, dertlerinin tercümanıdır. Duygularının
aktarıcıları, hislerinin tercümanlarıdırlar. Mehmet Emin YURDAKUL’ un
dediği gibi:
"BIRAK BENİ HAYKIRAYIM
…
Bırak beni haykırayım, susarsam sen
mâtem et;
Unutma ki şairleri haykırmayan bir
millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk
gibidir;
Zaman, ona kan damlayan dişlerini
gösterir.
Bu zavallı sürü için ne merhamet ne
hukuk…
Yalnız, bir, sert bakışlı göz;
yalnız, ağır bir yumruk!..”
Faruk
Nafiz ÇAMLIBEL’ de:
"Şair,
sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın"
diyor.
İşte: şaire,
şair olmak öyle kolay değil… Sahra Tekin (Su'yun sancısı) bu acı bu çileli;
dikenli, çalılı, acılı yolun ıstırabını, “Ah! Ah!..”
dedikçe sinesinde göz göz açılan yaraları; “Vah! Vah!..” dedikçe uzuvlarında
şerha şerha yarılmış, açılmış yaraların sancını yaşayacak…
Sahra Tekin (Su'yun sancısı): suda uzun süre kalmış kuşun,
kanatlarını çırpışında, dağılan su taneleri gibi dağılmış her tarafa… Sonra
bükmüş boynunu, büzülmüş kenara; fakat yıkılmamış, yılmamış, pes etmemiş,
vazgeçmemiş… Anlatmış duygularını ayan beyan ruhundan süzülen sözcüklerle… Biz
de bu sözcüklerin içimizde deniz dalgalarının kayalara “şırakk, şırakkk,
şırakkkk çarpışı gibi ruhumuza çarpan ve içimizden parçalar kopararak okuduğumuz
dizelerle sarsıldık, bir tuhaf olduk… Bu yaşanılanları biz de içimizin
derinliklerinde yaşanmış bir iç çekişler olarak bulduk, etkilendik,
hayıflandık. Sözcüklere yansımış yaşanılmışlıkları bularak, kimi zaman burada
anlatılanın yerine geçip, kimi zaman da kendimiz olarak okuduk o şiirleri… O
şiirlerdeki yaşanılmış duygularla, ruhumuz gel-gitlerle, aynı acılarla depreşti.
Sancılandı. Acıların yumağında, bayırlardan kayalara çarpa çarpa yuvarlandı.
Biz o olduk kimi zaman, o bizdi… Onda çoğumuz kendini buldu. Çoğumuz bir
parçasını…
Şaire, şair
acı çekecek, çile çekecek, dikenli, taşlı çakıllı yolların çetrefilli,
çetinliğinde
alev almış kumların kızgın korluğunda yanacak, çığlık çığlığa, avaz avaz, bağıracak…
Hüngür hüngür ağlayacak… Bazan sessiz sessiz gözyaşları yanaklarından bir
sonbahar deresi suskunluğunda yürüyecek… Üzülecek, üzüntüleri gök yüzünün
bulutlarını yaracak, gözlerinden dökülen yaşlar, kan rengine dönüşecek… Sonrasında
gözyaşları denizinden kabaran suların azgın hırçınlığında, gözlere, kızıl
kanlar dolduracak.
Yıkılmam
dersin; fakat yıkılırsın. Düşmem dersin; ancak düşersin! Şaire, Sahra Tekin (Su'yun
sancısı) vazgeçmem dersin; halbuki vaz geçersin… Yaşayan bir ölü gibi olur
bedenin, duvarlara, taşlara topraklara belene belene, örselene örselene,
tanınmaz olursun… Öldüm dersin; ama ölemezsin; çünkü ölmek de öyle kolay değil…
Şairenin, şairin sesi, sesinin yankısı yeri göğü delecek, yüksek kayaları
devirecek, ağaçları sallayacak, kimsesizlerin işitmeyen kulağı, gözü, sesi olup
haykırışını, seslenişini, ilgililer duyacak, ilgili makamlara duyuracak…
Şaire, şair, halkının sesi olup meydana çıkacak ki, şairler halk
diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz çocuklar gibi boynu bükük, sağır
ve dilsizler gibi suskun ve dertli kalmayacaklar…
Geçmişi
çağrıştıran, kötü olan eskiyi, aynen veya benzer bir şekilde taklit eden,
zamanında ve sonrasında, anlaşılmayan şaire, şair, sadece kendi söyleyip yine
kendisi dinler.
Şaire, şairin
haykırışları, bulutları yırtacak; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle,
onun anlayacağı sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek. O, halkının gözü, halkının kulağı, halkının
gönlü, halkının ve gerektiğinde bütün insanlığın, canlıların ses vermeyen dili,
sesi olacak… Bazan kendi olacak, kendi içinden kopan fırtına, bora, kasırgaları
bırakacak okuyucunun yüreğine…
Şairenin, şairin,
insanlarının yaşadığı toplumun, içinden çıktığı halkının duyduklarını,
düşündüklerini, hissettiklerini; fakat bir türlü dile getiremeyip,
söyleyemediklerini söyleyecek, haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve
tatlı duyguların terennüm edecek. Onların, ses vermeyen sesi, görmeyen gözü
olacak veya Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı) gibi “AŞK”
için acı çeken, aşka susayan, aşkı anlatan, aşk için, sevgi için yol alan, yol
bulan olacak! İşte bir şiiri:
SANA SUSUYORUM
Yangınım dinsin diye
Sen yırtığı yaralarıma
Gül yaprakları seriyorum
uzağım
Gözlerini gömdüğüm gecelerde
İçimde yankılanıyor da sağanakların
Çığ gibi büyüyor yokluğun
.
Şimdi yetim avuçlarımda
Gidişinden kalan
Kızıl mavi
İz artığı bir zaman
Ürperirken yalnızlığım
Gölgelerinle üzerime
Bir gerçeklik gibi düşüyorsun
Ve ben
Sana susuyorum
Sahra Tekin (Su'yun sancısı), şiirlerinde orijinli buluş ve
deyişleriyle erbabının ve şiirden anlayan şairin dikkatlerin üzerine çekiyor. Bu
buluşlar ve söyleyiş tarzı “Tanzimat Sonrası Şiirimizdeki” yenilenme
kaygısının çırpınışlarını, “Garip Akımının” serzenişlerini, “Beş
Hececilerin Husumetini” üzerine çekiyor…
Serbest Tarzda geliştirdiği uslûbu, okuyucu ruhuna
sükûn, dinginlik ve bir nebze huzur verse de şairi soran, sorgulayan, sorulara
muhatap eden sözcüklerle karşı karşıya bırakıyor…
Üstâd Mehmet Âkif`in:
"Yeni yeni olduğu için değil, iyi olursa alınmalı; eski
de eski olduğu için değil kötü olursa atılmalıdır." sözü gereğince: Şaire ve şair yeni olmalıdır.
Yunus Emre’nin
de dediği gibi:
“Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası?..”
Evet,
birçok tenkide uğramış ve hatta "Millî olmamak ve memleketi yansıtmamak!.."
ile de itham edilip, suçlanmış bir topluluğun devamı olmak ve o çizgiden
sapmamak, tecrübeyi, sınama yanılmayı; gelişmeyi, teknolojiyi, millet
mefhumunu, halkı, hatta o halkın içinden çıktığı kendini, inkâr edip, çağı
ıskalamak, değerleri hiçe saymak olarak nitelendirilebilse de:
KURALSIZLIK!.. Büyük,
küçük harfsiz, noktasız virgülsüz, yazım kurallarının bütününü çöpe atan Şaire
Sahra TEKİN, bütün alışılmışları dışlayıp, geride bırakarak bize,
yeniliğin ve taptaze bir deniz havası serinliğinde, nemli ve meltem
sıcaklığında, şiir kokusunu ruhumuza nakşediyor. Bize, duygu yoğunluğunu, ruhun
gel-gitlerini, bizi denizin derinliklerine çeken girdaplarını, gök yüzünün
yükseklerine çıkarak, görünmez ve bilinmezliğe yolculuk yapan en pahalı ve en
nadide bir kıymete sahip, paha biçilemez değerde bir takla güvercininin kanat
seslerini hissettiriyor… Bütün şiirleri Serbest Nazmın üstadlarının “Orhan
Veli KANIK, Melih Cevdet ANDAY ve Oktay Rifat HOROZCU; Cemal Süreyya,
Atila İLHAN;
Kemal ULUSER, Rüştü ONUR, Muzaffer Tayyip USLU…ve
benzerlerinin devamı olarak duyuş, düşünüş zenginliği, emsâlsiz
benzetmeler, orijinal buluşlarıyla TÜRKÇEYİ ZENGİNLEŞTİRİP, TÜRK EDEBİYATI VE TÜRK EDEBİYAT TARİHİ, TÜRK
EDEBİYAT LİTARATÜRÜNE KAYNAKLIK EDİP, KATKI SAĞLAYARAK, Tebrik ve Takdirlerimizi
hak ediyor… Kesinlikle hak ediyor
etmesine de; ancak eleştirisel olarak: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” nı
ihmal ile Türk Dilini, Güzel Türkçemiz Türkçeyi “Kuralsızlaştırıp”
bozduğunu, kısırlaştırdığını, büyüklüğü ve zenginliğini; zarâfeti ve
inceliğini, alarak sözcükleri anlamsızlaştırdığını Türkçeyi öksüz bıraktığını
hatırlatmadan edemeyeceğim…
Sayın
Şaire Sahra TEKİN’ in, “Kuralsız”, örnek şiirlerin orijinalliğini
bozmadan buraya yazıldığı gibi aldım. Okuyucularımız, bu satırları okurken, bu
kuralsızlığın, ne kadar anlamlı veya anlamsız olduğunu kendileri
değerlendireceklerdir…
BUYURMAZ MISINIZ BAYIM
Birazdan
duvağını takar gece
Ve gözlerin yağmur kokar
Tılsımlı sevda örümlerimden
Gülüşün ekilir zamanımın saçlarına
Sesinden çaldığım azıcık maviyle
Özlemlerini eskittiğim senfonide
Susa kalır ay
Biraz düş biraz acıyla
Az sonra kurarım
Değirmende öğütülmüş
Yürek soframı
Buyurmaz mısınız bayım
Sahra Tekin
Ahmet
Haşim`in:
O
belde…
Hangi
bir kıt`a-ı muhayyelde?
Hangi
bir nehr-ı dû ile mahdûd?
Bir
yalan yer midir veyâ mevcûd
Fakat
bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?
Bilmem…yalnız,
Bildiğim
sen ve ben ve mâi deniz"
Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı) ise:
BUGÜN
BAŞINA GÜZEL BİR ŞEY GELSİN
Mesela
Sabah pencerene doğan güneş
Neşeli neşeli gülümseyerek
rengarenk çiçekler açtırsın odana
Bugün başına güzel bir şey gelsin
Mesela
Bir güvercin
Sohbet etsin seninle
Omzuna konan mavi bir kelebek
Aşkımı fısıldasın kulağına
Bugün başına güzel bir şey gelsin
Mesela
Papatya sana fal bakınca
Seviyorla koparsın son yaprağını
İçin kıpır kıpır olup
Koştursun içindeki çocuk
Çığlık çığlığa
Bugün başına güzel bir şey gelsin
Mesela
Dolunaydan sıkılırsan eğer
Sokağıma uğrayıver
Sana yazdığım şiirlerden
En sevdiğini seç
Ve
sesinle seni çiz tenime
Yine yeniden
Sev beni
Mesela
Sahra
ŞAİRE SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI)’IN ŞİİRLERİNDE:
Halit Ziya Uşaklıgil`in
(1866-1827 Mart 1945 Servet-i Fünûn ve Cumhuriyet Dönemi Edebiyatçılarından) izlerini
taşır:
"Bundan
sonra ne yapacak? Biraz evvel kardeşinin mûsibetini def`etmek çaresini ararken,
bir idam hükmü soğukluğu ile inen bir kelime suya düşen bir taş parçası gibi
ağır ağır, suları yararak ric`at mümkün olmayan bir sukût ile kalbinin en derin
noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu:
Hiç!..
Evet,
hiç!..
Bundan
sonra hepsine vedâ etmek, bir aralık şiir baharı ile bulanan gözlerinin önünde,
yükseldiğini gördüğü emel kâşânesinin artık enkazı kenarına oturup, uzun bir
harman nazariyle, onun mâtemini tutmak lâzım geliyordu.
Evet,
Lâmi`a ile eseri!..
Karanlıkta
yazıları görmeyerek yaprakları çevirdi, son sahife olacağını tahmin ettiği
yaprağa kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o beş sıfırı bir rü`yet vehmi ile
tekrar gördü. Lâmi`a!…. Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka
gecenin hâtırası geldi."
SEN ÇIKMAZI
Sen çıkmazı yorgun düşler ertesiyim hala
Yüzünü döndün ya bana
Karanlık yağmalıyor her yanımı
İçimin sıcağı gittikçe azalıyor
Gülüşünün gölgesi de düşmüyor üzerime
Ay ışığı renginde hasretin
Kirpiklerime asılı
Yıldızı sönük gece kadar
Çare/siz hallerdeyim
Sen ki beklenilenim
Şimdi
Çıkıp gelsen
Öpsen beni dudaklarımdan
O vakit
Çıldırsa yalnızlığım
Ve
hiç mi hiç ağlamasa şiirlerim
Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’in “Bir Gülüş Koy Gözlerime” isimli şiirinde şiirle senli benlidir ve de asıl hedefine
ulaşır. Kafasından geçenleri, anlatmak istediklerini bir çırpıda deyiverir. “Nefes aldığım sürece benimsin!..”
Şairin hüneri de burada başlar. Kelimelerin gücü, şairenin
usta kaleminde dile gelir ve ustalıkla, hünerle diziverir söz, sözcük,
kelimeleri. Usandırmadan, sıkmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine:
Gülüşün
Suyun sancısından sızıyor içime
Kirpiğimin çatlaklarından adın
Öznesi eksik gün gibi
Yas tutuyor mayısta bahar
Özlemlerini basıyorken ruhuma
Sesinden
Göçe duruyor kuşlar şehrime
Ki;
Varlığının satenine iliklediğim
Düşlerinle
Yürek aşırı seferdeyim
Vakit sensizliğe kurulmadan
Mühürlemeden kendimi sabahlara
Bana seni yaşatacak bir gülüş koy gözlerime
Yokluğunun ateşinde üşüyor yüreğim
Yalanım yok
Nefes aldığım sürece benimsin
mayıs/2021
Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Şiirdeki
maharetini, halk dilini kullanarak da göstermek istiyor. Dikkate değer tarafı,
sanatın yapmacıklardan uzak, süslemesiz olabileceğini de göstermiş…
Halkça,
sade, terkipsiz (Bazı sözcüklere ayraç atıp iki anlamda “Tevriye” li
kullandığını da görüyoruz) Türkçe ile yazdığı birkaç şiirinde bu durum ortaya
çıkıyor. Asıl, zekâsını, dehasını, sanatını çekincesiz sere serpe, çırılçıplak
yazdığı şiirlerinde gösteriyor. İşte iki örnek:
HADİ GEL
Esrarkeş yokluğunun
Tam da ortasında
Saçlarını güne tarayan geceye
Korkularımı fısıldarken
Sevişgen yağmura yakalanınca
Bakir dağlarına yakamoz ekemiyorum
.
Ama yine de
Aklımın sen kıvrımlarında
Sana yazmak kadar seviyorum harfleri
Çünkü hepsi de sen
Hepsi de mavi
Göğe yaklaşınca sevincinden
Dillenir ya hani kuşlar
Ki
Seversin bilirim
Ağlayınca şarap sunacağım
Serin suyun gölgesinde sana
hadi gel
.
Sahra
Sonuç olarak Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı):
Şiirlerinde,
Birinci ve İkinci Yenileri “Garip Akımı”nın yolunda,
serbest tarzı kullanırken, duyguların lirizminde daha halkça, daha açık, beliğ
ve anlaşılır, yaşayan Türkçe, halk diliyle Servet-i Funûn şiiri tarzının
kapalılık ve duygusallığını seçmiştir… Şiirlerini Tevfik Fikret, Cenap
Şahabetin, Ahmet Haşim’in, terkipli dilini, süslü ve sanatlı şiir tarzını
da kullanırken, onların kapalı terkiplerle örülmüş dili yerine, terkipsiz; fakat sanat yapma çaba ve
gayretiyle edebî söz sanatlarından:
“Teşbih, İstiare,
Mecaz, Mürsel Mecaz, Telmih, İstifham, Kinaye, Tenâsüp, Teşhis, Tecahül i Ârif,
Mübalâğâ (Abartma),… vb.” sanatlarını da kullanmış, bunda
da başarılı olmuştur.
Garipçilerin
etkisinde serbest tarzı tercih eden sanatçı: Orhan Veli KANIK, Oktay Rifat
HOROZCU, Cemal Süreyya, Atila İLHAN gibi Yenilikçi Şairlerin çizgisinde kendi dil ve uslûbunu
ustaca ortaya koyarak, eser vermeğe devam etmektedir.
Bu biçim bu tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri
şiirleştiren bir tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir değilse bile farkı
lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, nutuktur.
VARLIĞIN SICAĞIMDIR
Sen
ki
Şeker pembesi
Sevinçler yaratıp ruhuma
Eflatun renkli dağlarından
Bana güneşi getiriyorsun
Buz düşmüş avuçlarım ısınsın diye
“Varlığın sıcağımdır " diyen
şaire bize her haliyle Edebiyat-ı Cedide Topluluğu'nu
hatırlatıyor. Dilimizin bilgisayar terimleriyle allak bullak olduğu; çarşıda,
pazarda, sokakta karşılaştığımız onlarca yabancı kelimeye, insan ve yer
isimlerine, bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev, devâsa dükkânlara bir de
şairlerin, yazarların, kimi edebiyatçıların uyduruk dili ve eski kelimeleri
diriltme gayretleri eklenince. Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’nın:
Açık, anlaşılır, arı, duru, yerli ve millî dili ve nefis
Türkçe söyleyişi, Millet dilini ve Türkçe kelimeleri, ustaca kullanışı bizi
kendi kurmuş olduğumuz bu dünyadan alıp başka dünyalara, ufuklara taşıyor,
gezip dinlendiriyor. Duygulanıp hayallere daldırıyor. Bu haliyle şaire aşkın,
âşıkın, maşukun, sevgi ile sevenin, sevgiye hasret çekenlerin bitmeyen sancısı,
dinmeyen sızısı, aşk arayanların susmayan sesidir.
Yunus’un
dediği gibi:
İşitin ey, yârenler! “AŞK” bir güneşe benzer. “AŞK” ı
olmayan gönül, misâli “TAŞ” a benzer!.. Halka,
halkça hitap eden. Mehmet Emin YUDAKUL
gibi:
"Şairleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir."
"Şair,
sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın"
demektedir.
Şair acı çekecek, çile çekecek,
üzülecek, ölecek; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun anlayacağı
sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek. Halkın gözü, halkın kulağı,
halkın gönlü, halkın dili olacak ve onların söyleyemediklerini söyleyecek,
haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve tatlı seslenişlerini duyuracak…
Halkın sesi çıkacak ki, şairler halk diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz
çocuklar gibi bo
“Beş Hececiler” şairi: Faruk
Nafiz ÇAMLIBEL de:
Geçmişi çağrıştıran, kötü olan eskiyi,
aynen veya benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonra anlaşılmayan şair
sadece kendi söyleyip yine kendisi dinler. Üstâd
Mehmet Âkif'in: "Yeni yeni
olduğu için değil, iyi olursa alınmalı; eski de eski olduğu için değil kötü
olursa atılmalıdır" sözü gereğince
birçok tenkide uğramış ve hatta "millî olmamak ve memleketi
yansıtmamak" ile itham edilip,
suçlanmış bir topluluğun devamı olmak ve o çizgiden sapmamak, tecrübeyi, sınama
yanılmayı, gelişmeyi, teknolojiyi, millet mefhumunu, halkı, hatta kendini inkâr
edip, değerleri hiçe saymak olmayacak mıdır?..
Gülüşünde mola verdi avuç içlerim
Nefesin değdi ya tenime
Bütün gece sesine yaslanıyorum
Sükuna eremiyor bir türlü döşeğim
Bozguna uğratıyorum mahcubiyetlerimi
Mavime ülke yaptığım
Zeytin çiziği gözlerin çıkmıyor aklımdan
Çoğalttığım sen’ler kalabalığındayım artık
.
Gel sen
Ay ışığında dans edip seni içemesem de
Yüreğimdeki tüm sıcaklıkla sarılacağım sana söz
sahra
Ahmet Haşim'in:
O
BELDE…
Hangi
bir kıt'a-ı muhayyelde?
Hangi
bir nehr-ı dû ile mahdûd?
Bir
yalan yer midir veyâ mevcûd
Fakat
bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?
Bilmem…
yalnız,
Bildiğim
sen ve ben ve mâi deniz"
Şaire
Sahra Tekin (Su'yun sancısı) ise:
TENİNDE İBADET EDESİM VAR
Gizlice uğuldayan yaprakların
Elinden dökülüyor rüzgar
Az birazdan
Göğü kirleten yağmur teninden süzülecek
Denizimin kirpiklerinden hasretin
Gözlerimde yalnızlığının örtüsü
Uzak öpüşlerin kızıllığına sarılmış gecemden
Bir başka uzak şehre y/anarcasına bakıp
Teninde ibadet edesim var
sahra /2023
Halit Ziya Uşaklıgil'in:
"Bundan
sonra ne yapacak? Biraz evvel kardeşinin mûsibetini
def'etmek çaresini ararken, bir idam
hükmü soğukluğu ile inen bir kelime suya düşen bir taş parçası gibi ağır
ağır, suları yararak ric'at mümkün
olmayan bir sukût ile kalbinin en
derin noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu:
Hiç!..
Evet, hiç!.. Bundan
sonra hepsine vedâ etmek., bir
aralık şiir baharı ile bulanan gözlerinin önünde, yükseldiğini gördüğü emel kâşânesinin artık enkazı kenarına
oturup, uzun bir harman nazariyle,
onun mâtemini tutmak lâzım
geliyordu.
Evet,
Lâmi'a ile eseri…
Karanlıkta
yazıları görmeyerek yaprakları çevirdi, son sahife olacağını tahmin ettiği yaprağa kadar geldi, orada o iki
kelimeyi, o beş sıfırı bir rü'yet vehmi
ile tekrar gördü. Lâmi'a!.. Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir
başka gecenin hâtırası geldi."
Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı):
Şiirinde karşısındaki ile senli benli olur. Sanat yapma
gayreti de baskın olduğundan şiirinde edebî söz senetlerini çaktırmadan,
sezdirmeden bir ressamın fırçasında birikmiş yağlı boyayı damlatmadan,
taşırmadan, yere dökmeden ustaca kullanır:
“Kelebeğin sohbet etmesi, Papatyanın
fal bakması, Güneşin gülümsemesi, Eflatun renkli dağlar, güneşi
getirmek, buz düşmüş avuçlar, sesle
tene, seni çizme, Ten renginde gece, çakırkeyf, karanlığın
yağmalaması, uğuldayan yapraklar, göğü kirleten yağmur, gözlerimde yalnızlığının örtüsü, uzak öpüşler, teninde ibadet
etmek, …, vb.” saymakla bitmeyen, özenle seçilen sözcükler … Bir
ok gibi dosdoğru gidip, hedefi on ikiden vurarak, asıl asıl gayeye erişiyor...
Asıl anlatmak istenilenleri bir çırpıda deyiverir; ustalık ve hünerle
dedirtiverir kelimelere. Usandırmadan sıkılmadan, habersizce ve sessizce kor,
taşı gediğine…
ELLERİNE HASRETİM
bana
tek kelime etme dinle sadece
anlayacağın
çakırkeyfim bu gece
esmer teninin rengindeki geceyi de
alıp
kirpiklerine okuduğum yanık ezgilerle geldim sana
eşkiya soluğu sevdanla sar beni sarmala diye
acıma sakın bana
hoyrat sevmelerini ser bedenime yar
ser ki yakıp kül et
tenim yırtılsın bu gece
ellerine hasretim anla
Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Sanatını,
zaman zaman yakaladığı kelimelerle halk dilini kullanarak, dantel dantel ördüğü
şiirlerinde gösteriyor. Dikkate değer, sanatın estetik güzelliğini ve edebî
eser olma vasfına doğru kaydırdığı özünü, kendini, bir arının peteği işlediği,
kelebeğin bir ipek kozasını ördüğü gibi örerek, açık seçik konuşur gibi halkça,
Türkçe ve Türk Dilinin öz be öz kelimeleriyle kazıyor kalemiyle. Yazdığı birkaç
şiirinde ortaya koyduğu hüner çok dahiyane, emsalsiz!... "Öper misin Beni Masalımdan” ve “Öylesine Sen” “Öylesine
içten, Samimi” şiirlerinden
iki örnek:
Gözlerinden
düşüyor şiirler
Su yürümüyor baharın dallarına
Sensizlik vadisinin
Köhne kıyılarına vuruyor hasretlerim
.
yılgın bir rüzgarın ellerinde
Ruhumu sarıp sarmalayan
O taptaze gülüşlerinle
uyanıyorum sabahıma
Gün küskünü şimdi vakit
İnadına inadına
Sevda kuşları
Daha bir şen şakrak
Ve tüm renklerin
Apayrı bir dünya yaratıyor içimde
.
Anla işte
Her y/anım sen yangını
Öper misin beni masalımdan
ÖYLESİNE SEN
Özü
yarasında saklı
Desen desen yağan hasretin
Tenimden söküp çıkardığı ruhumda
Güze boyar temmuz gecelerimi
.
Öylesine yalnızlık
Öylesine sen
ŞAİRENİN ZENGİN KELİME DAĞARCIĞI, ORİJİNAL
BULUŞLARI EDEBÎ SÖZ SANATLARINDA
GÖSTERDİĞİ HÜNERİ:
“(Nazlı ırmak, Sularıyla oynaşan dolunay, suyun
sancısı, nisan bakışlı,
güneşin duvarlarına yaslanıyorum,
yalnızlığımın buzdan heykeli, sesin sarıyor damlaları, anasını satmışım
bu dünyanın, yangınım dinsin, sen yırtığı yaralarım, gözlerini
gömdüğüm geceler, sağanakların çığ gibi büyümesi,
yetim avuçlar, kızıl mavi iz artığı, ürperirken yalnızlığım, gölgelerin
üzerine düşmesi, sana susuyorum, duvağını takar gece, gözlerin yağmur kokması, tılsımlı sevda örümleri, gülüşün zamanın saçlarına ekilmesi, sesinden azıcık mavi çalma, özlemlerini eskittiğim senfoni, ayın ve düşün
acıyla susması, değirmende öğütülmüş yürek
sofrası, güneşin neşeli neşeli gülümseyerek rengarenk çiçekler açtırması, güvercin
ve omzuna konan kelebeğin sohbet etmesi ve aşkı
kulağına fısıldaması, papatya sana fal bakınca seviyorla koparsın son
yaprağını,
sesinle seni çiz tenime, yorgun düşler ertesi, karanlığın her yanı
yağmalaması,
gülüşünün gölgesi, ay ışığı renginde hasretin, kirpiklerime asılı yıldızı sönük gece, çaresiz gece, yalnızlığın çıldırması, şiirlerin ağlaması,
yüzün ona dönmesi, bir gülüş koy
gözlerime, suyun sancısından sızıyor içime
Kirpiğimin çatlaklarından adın, mayısta baharın yas tutması, sesinden kuşların
göçe durması, varlığının satenine iliklediğim düşler, yürek aşırı seferde
olmak, vakit sensizliğe kurulması, dan kendini sabana mühürlemek, bana seni
yaşatacak bir gülüş koy gözlerime, yokluğunun ateşinde üşüyor yüreğim,
yalanım yok, varlığın sıcağımdır şeker pembesi sevinçler, ruhuma eflatun
renkli dağlar, güneşi getirmek, buz düşmüş avuçlar, teninde
ibadet etmek,
yaprakların gizlice uğuldaması, yaprakların elinden dökülmesi, rüzgarın
düşmesi, göğü kirleten yağmur, teninden süzülecek denizin kirpikleri, hasretin gözleri, yalnızlığın örtüsü, uzak öpüşler,
kızıllığına sarılmış gece, ellerine hasret olmak, çakırkeyf olmak, esmer teninin
rengindeki gece,
kirpiklerine okuduğum yanık ezgiler, eşkiya soluğu sevda, sar beni sarmala hoyrat sevmeler ser
bedenime, yar teninin yakılıp kül edilmesi, İlkyaz
yaprakları, S/aklımda biriktirdiğim sen, örüp koymak, sözün seni aldığı vakitler, suya
vuran ay ışığının gölgelerinin koşarak karanlığı yarması, sıcak ekmek buğusu
gibi gitmeler, sisin ömür kırpıklarına sen dağınıklığı sermesi, yeşil yollar,
dağlarına morlar taşmak, yüzünün kıyısına ben
ektim, yağmurun yaprağa şefkati, akşam kızılı rengindeki yaraların iyileşmesi, güneşin dudakları yakması, yoksul bir mevsim, gözlerinden
matemin taşması, gelişine secde eden
yürek, ellerinin pınarı, güneş yanığı gülümsemeler,
gözlerinin kıyısına kurulmak, zamanın çıldırması, aklın karışması…”
ŞAİRENİN ŞİİRLERİNDE KULLANDIĞI EDEBÎ SANATLAR:
Teşbih,
İstiare, Mecaz, Mürsel Mecaz, Telmih, İstifham, Tenâsüp, Teşhis, Tecahül i
Ârif, Hüsn ü Tâlîl (Güzel Sebep Bulma) Mübalâğâ (Abartma), Tenasüp (Uygunluk), Kinâye,
Leff ü Neşr, Tezat (Karşıtlık), Tekrîr (Tekrarlam), Telmih (Hatırlatma), Tevriye,
…vb. sanatlarının ustaca kullanılmış olduğuna şahitlik ediyoruz.
ŞAİRE, SAHRA TEKİN (SU'YUN
SANCISI)’NA ELEŞTİRİ:
Türkçemiz: “İmlâ,
Noktalama ve Yazım Kuralları”na tabidir. Yazarken de konuşurken de
Türkçemizin bu güzel ve kendine has, özelliğin kullanmak şair, yazar ve
araştırmacılar, erbabınca, uzmanlarınca, üstâdlarınca bir hüner olsa da böyle
bir maharete sahip olmayanlarınca da doğru konuşmak ve doğru yazmak her Türk
vatandaşı ve Türkçemizin bekası için bir mecburiyettir.
Kelimeleri, sözcükleri
yutarak, bazı harflerini keserek, söylemeyip yazmayarak, cümleler kurmak ne
şaireye ne şaire ne yazara ne de okuyup yazmış mürekkep yalamış birine yakışmayacaktır!..
Tahsil yapmış, halk ağzı
söylemiyle: mürekkep yalamış bir kimseye halk ağız özelliğiyle değil, almış
olduğu kültürün, eğitimin, yaptığı tahsilin dilini, öğretimini yaptığı, ilmin
kısaca İstanbul halkının ve İstanbul Ağızının yaşayan Türkçesi ile güzel ve
narin, ince ve zarif, leziz ve su gibi berrak dili, yaşayan, konuşulan
“Türkçemiz” ile konuşmak ve yazmak yaraşır. Eğer bu kadar, eğitim ve öğretim
görmüş, yıllarca okulların sıralarında dirsek çürütmüş, hipodromda koşturan
atlar gibi birbirlerini geçmek için yıllarca yarışmış, okulların çoğunu
teşekkür ve takdirle bitirmiş, hayata atıldığında bütün bunları unutarak sokak
ağzı, mahalle ağzı yöre ağzı ile, halk ağzıyla konuşacaksak, o zaman okumanın,
öğrenmenin, eğitimin, bunca yıllar, tahsil yapmış olmanın önemi nerede
kalıyor?..
Boşuna emek, boşuna çaba
olmuyor mu?..
Türkçemizde yazma işlemi,
keskin “Kurallar” a tabidir. Her kişi bunu eğip, büküp,
kendine göre evirip çevirip, kimi büyük harflerin boyunu kısaltarak küçük harf
olacağını zannetme alışkanlığı… Küçük
harflerin ise boylarını uzatarak ve harfleri büyüterek büyük harf yerine
kullanma alışkanlığından vazgeçememe, affedilir cinsten değildir… Hiç kimse
sanat yapma amacı da olsa, Alfabemizdeki şekilleri, belirli harfleri değişik
şekil ve durumlara sokarak kullanamazlar! Büyük harf veya küçük harf olarak,
kendi yargı ve kanaatine göre değiştiremezler!.. Konuşamaz, yazamazlar! Sadece
konuşma ve yöresel ağız dilleri (Söyleyişleri):
“Erzurum Ağzı (A buradan gidelim
Gardaş!..)
Kayseri Ağzı (Norüyog ağzının cemanını
yediğim, gadasını aldığım gardaşım)
Karadeniz Ağzı (Oy cemençecü dayı, soktun
çözüme yayı. Çör ettin cözlerimi, cöremeyim dünyayı…) ,… vb.” ancak ve ancak
sanat yapma, edebî tür olan: piyes, tiyatro, tragedya, orotoryo, senarist
sözleri …vb. sanatların icrası, senaryosu ve sahnelenişi esnasında sanatçılar
tarafından sahnelerde gösteri, seyirlik maksadıyla yapılabilmektedir…
Türk
Dili’nin: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” nın mevcut
işaretlerini değişik şekillerde; ikili, üçlü, beşli ünlem, soru, ayraç
işaretleri: (!!!!); (????); (!!!??????), …, vb. uydurarak, birbiriyle aynı anda
veya nokta (.) işaretinden sonra; işaret, harf, noktalama ve imlâ kuralı icat
edemezler!
Türk Dili’nin: “İmlâ,
Noktalama ve Yazım Kuralları”nın varlığını inkâr ile Ana dilimiz
Türkçeyi kuralsızlaştırarak yazmak, bir yeni görüş, “Ekol” Garip Akımı, Birinci
ve İkinci Yeniler” gibi bir tarz, uslûp özelliği, bir sanat anlayışı olsa bile
Türkçemizi yaşatmak, onu gelecek kuşaklara daha da güzelleştirip,
zenginleştirerek taşımak her Türk Vatandaşının ve bilhassa sanatçıların
vazgeçilmez görevidir. Bu sebeple, şiirdeki veya nesirdeki anlatım ne kadar
zengin, sanatlı, yeni ve emsalsiz buluşlarla dopdolu, orijinal olursa olsun, “Kuralsızlık”
“İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” olmadan, “Serbest Vezinle Yazmayı Kastetmiyorum”
dilimizi bozmakta, heceleri ve sözcükleri katletmekte, cümleleri kimi zaman
anlamsızlaştırmaktadır.
Garip Akımı, Birinci ve
İkinci Yenilerin
Edebiyatımızı belli kalıplardan , sığlıktan alıp serbet tarza taşımaları, her
ne varsa şiire konu yapmaları müthiş gelişme ve Türk Dilinde çağ açan bir
yeniliktir… Konu çeşitliliği, genişliği, her olay ve durumu şiire ve edebiyata
sokmaları, bu sayade görüş, duyuş ve hislerin zenginleşmesi müthiş bir
gelişmedir… Edebiyatımız, Edebiyat Tarihimiz, Edebiyat Litarütürleri, Şehir
Yıllıkları için nadide bir zenginliktir; ancak Türk Dili’nin: “İmlâ,
Noktalama ve Yazım Kuralları”nın uygulanmayışı “Şiir ve Nesirdeki
Kuralsızlığı”, “Kural Tanımama…”, Türk Dilinde başlı başına bir bozulma ve büyük
bir yıkım ve çürüme olarak görmekteyim ve buna şiddetle karşı olduğumu
söylemeliyim…
(Bugün watsap
yazışmalarında ve mesajlaşmalardaki kısaltmalarda maalesef bunlara çok
rastlıyoruz.) Sözcüklerin hiçbirinin tam yazmayıp ilk iki veya üç harfi ile
anlaşma sağlanması… Sözcüklerin cümle sonlarında kesilmesi, harlerin yutulup
söylenmemesi.
Örneğin: “Geliyor yerine, geliyo…
Gidiyor yerine, gidiyo… Ne Haber yerine, Nhb… Merhaba yerine Mrb. gibi
kısaltmalar dilimizi yozlaştırmakta, fakirleştirmekte ve zenginliğini ortadan
kaldırıcı girişimlerdir.
Hiç kimse, sözcükleri
kafasına göre kısaltmamalı. İşaretleri de kullanmama kolaycılığını
seçmemelidir. Türkçemiz bilhassa gençliğimiz elinde zenginleşip Edebiyat
severler gönlünde palazlanıp, akademisiler elinde kaynağını halktan alarak,
uzun yıllara zamana ve coğrafyalara hükmederek, bozulmadan, yozlaşmadan arı,
açık, akıcı ve berrak bir şekilde yüz yıllara meydan okuyarak ebediyete kadar
kullanıma devam edecektir.
Dilimiz Türkçe de bir
matematik sistemi gibi, kurallar zinciri ile örülü bulunmaktadır. Sözcükleri
sağlam, kökü derinde zenginliği sınırsızdır. Hiç kimse, bu işaretleri kafasına göre
ulu orta değiştirerek kullanmamalı. Vatanını ve milletini seven herkes de Türk
Dilini sevecek ve onu koruyacaktır. Dilimiz gelişip güzelleşirken bir özelliği
de “canlı” olan dilimizin gelişme esnasındaki halk buluşları, yeni
teknolojilere isim seçme, uygun köklerden yeni isimler türetme uygulamalarını yapacak
ve önerecek olanlar da: Türk Dil Kurumu (TDK) veya ilmî anlamda akademik
çalışma yapanlar, uzmanlık amacıyla Yüksek Lisans, Doktora, Doçentlik,
Profesörlük tez veya makale, yazanlar, Türk Folklor Kurumu (TFK), Halk
Edebiyatı Araştırmacıları, Halk Ağzı Derlemecileri ve buna bağlı olarak
kaynağında çalışan araştırmacılar, kurum yetkilileri, önerme, tespit ve ispat
maksatlı kullanabilirler.
Bunların dışında kalan
şahıslar, bu söylediklerimizi uyduruk bir işaret ve yazı olarak kafalarından geçtiği gibi yazamaz ve konuşma dilinde de olsa
yapamazlar.
KAYNAKLAR:
1) https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf
2) https://mahaledebiyat.com/unutulan-sairler-muzaffer-tayyip-uslu-ve-rustu-onur/
3) https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/602458
4) https://1000kitap.com/yazar/muzaffer-tayyip-uslu/alintilar
5) https://tr.wikipedia.org/wiki/Garip_hareketi
7) https://www.turkedebiyati.org/garip-akimi/
8) https://www.facebook.com/groups/33633532327/posts/sayg%C4%B1yla13-nisan-1914-14-kas%C4%B1m-1950-bir-garip-orhan-veliistanbulda-bo%C4%9Fazi%C3%A7indebi/10163661263917328/
9) https://kizilcik.org/dergiler?view=article&id=771:bir-garip-orhan-veli-ydi&catid=117
10)
Ferdi
Özbeğen - Satmışım Anasını şarkı sözleri
11)
https://www.facebook.com/groups/350343585174314/posts/2106257176249604/
12)
https://tamadres.com/blog/yazi/en-sevilen-cemal-sureya-siirleri?srsltid=AfmBOooM4ZJ0qjt9ln3B-06i-Iswi-ewUW-SSyXb1U6rpHZuY9PbMuAT