3 Aralık 2025 Çarşamba

SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI): Abdullah Çağrı ELGÜN

SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI):

     Abdullah Çağrı ELGÜN

        cagrielgun@hotmail.com

SUYUN SANCISI

Su'yun sancısı

Serin bir yaz akşamı
Vadinin yamacından
Kıvrım kıvrım akan
Nazlı bir ırmağın
Bütün 
gece
Sularıyla oynaşan dolunay
Nasıl bilebilir ki
Gün doğduğunda
Bırakıp gittiği
Su’yun sancısını

Sahra Tekin (Su'yun sancısı): “Suyun Sancısı” Adlı şiirinde tam da adına uygun bir sesleniş ile karşımızı çıkıyor:

 “Serin bir yaz akşamında, vadi yamacından, kıvrım kıvrım akan, nazlı bir ırmağın sularıyla oynaşan Dolunay, nasıl bilebilirdi ki gün doğduğunda, bütün gece bırakıp gittiği suyun sancısını?..”

Bu söyleyişte, “Edebî Söz Sanatları” ndan: Benzetme (Teşbih) var! Dolunay, bir erkek (Sevgili, Maşuk);

Irmak, Irmağın Suyu Dolunaya âşık Irmak (Irmağın Suyu).

(Su, Âşık: Dolunay’a âşık olan, bütün gece sancı çeken su: Seven, acı çeken, sancılı) Suyun sancısı olur mu? Bu sözde, Edebî Söz Sanatlarından, Teşhis ve İstiâre Sanatı var! Aynı zamanda şu kelimeler arasında “Serin, Yaz, Akşam, Vadi, Yamaç”, “Kıvrım Kıvrım-Su; Su-Irmak” Tenâsüp (Mürât i Nazır) sanatının olduğunu görüyoruz.

“Nazlı bir Irmağın suları (Kız) sularıyla oynaşan Dolunay (Erkek)!.. İki sevgili bütün gece, bütün güzellik ve yakışıklılığı ve çekiciliğini ve arzularının esiri olarak sevişiyor. Bu sözde gizlice ve başkaca, Tevriye Sanatı kullanılarak Kapalı Tevriye yapılıyor… Sebebi de: Dolunay’ın oynaş esnasında, bırakıp gittiği su; bütün gece …sancılı… “Su” bırakıldığı yerde rahat ve huzura eremediği gibi her ne hikmet ise bir de sancılanmış…” Bu sancıdan “suyu” (Sevgili) “… suyunu” (Kapalı Tevriye) bırakıp giden Dolunay’ın bundan haberi yok!.. (Bırakıp gittiği suyun sancını nereden bilsin?..

Maşukun (Dolunay) bilmediği, fakat nazlı ırmağın suyunun bildiği, bir durumdan dolayı, “Bütün gece oynaş yerinde bıraktığı su” sancılı… Bütün gece bu sancıdan habersiz, bu olayın farkında dahi olmayan Maşuk (Dolunay)… Nereden bilecek sevgilisinin içine düştüğü, düşürüldüğü bu durumu?..  Olduğu yerde, oraya buraya savrulup bir arayış içinde bir yerlere tutunabilmenin, bütün gece sancısını çeken su, “suyu!..”

“vadi yamacından kıvrım kıvrım akan nazlı bir ırmağın sularıyla oynaşan dolunay (Erkek, Sevgili, Maşuk)

Nasıl bilebilirdi ki?

 

Kim?

Dolunay!..

bütün gece bırakıp gittiği,

suyun sancısını?..

Su niçin sancılı?

Dolunay’ın bütün gece oynaşı sonucunda bırakıp gittiği su, “suyundan” sancılı… Nazlı bir ırmak sularıyla bütün gece oynaşan Dolunay, gün doğduğunda kaybolmuş. “Dolunay, Sevgili” çoktan gidip kaybolmuş… Dolunay kaybolmasa oynaşa devam edecek; ama şimdi yanında yok; fakat “Serin bir yaz akşamında, vadi yamacından, kıvrım kıvrım akan, nazlı bir ırmağın suları sancılı…”  Dolunay nereden bilsin? O çoktan, oynaş alanından uzaklaşmış… “

 

Her şairenin, şairin, birbirlerine benzeyen veya hiç benzemen şiir tarzı ve özel, kendine has bir uslûbu vardır. Şaire veya şair bunu bilerek isteyerek seçer. Bu bir tercihtir. Şaire, Sahra (Suyun Sancısı), bu ismi özellikle ve bilerek seçtiği şiirlerinde kullandığı, duygu coşkunluğu ve uslûp özelliğinden anlaşılıyor. 

Gerçek sanatçılar maksatlarını akıllarından geçenleri, içlerinden dökülen hislerini anlatmak istediklerinde, güzel Türkçemizin resmî ve geçerli dili İstanbul Ağzı (Ağız Özelliği) ile güzel, leziz, zarif işlek, açık, anlaşılır, pürüzsüzce bir Türkçe ile bir çırpıda söyleyiverirler…

Şairin hüneri de burada görülür. Kelimelerin gücü, şairin usta kaleminde dile gelir ve ustalıkla, maharetle, hünerle diziverir kelimeleri. Usandırmadan, sıkmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine:

Kayseri’nin iki bine (2.000) yakın şairlerinin içinden Ali Rıza NAVRUZ: "Öksüz Uykular Bıraktım Yatağıma" adlı şiir kitabındaki şiirlerinde de Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yeni Kuşağının getirdiği yeniliklerden, ekolden etkilenen şairlerdendir. Şairin usta kaleminden çıkan şu şiir ile taşı gediğine koymayı ihmal etmeyen Ali Rıza NAVRUZ da az şeyle, çok şey anlatmayı başarır… Zaten şiir de az sözle çok şey söyleme sanatıdır.

Şairin, Şiir Dinletilerine, Kültür etkinliklerine gidip gelmeleri ve geceleri eve gelmemelerinden sitem ve şikayetle: Hatunu, hanımı, evdeşi, yavuklusu, eşi ona kırgın… Bu haliyle de kızgın! Yavuklusuna seslenen şair:

 

"Dün şölenden geldim ki:

Sen yoksun!..

Bir not iliştirmişsin, küseğen yastığına.

Meâlen şöyle:

 

"Anlı şair (!)

Şanlı Şair (!)

Benden işte bu kadar!..

Sen;

Şiirin koynuna gir!"  

 

Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’in şiirlerinde de bu tarzı görüyoruz. Sahra TEKİN de bu Ekolden etkilenen ve akımı devam ettiren, günümüz şairleri arasında yer aldığını aşağıda söylediği “Nisan Bakışlım” başlıklı şiirinde de açıkça gösterdiğini söylemek yanlış olmaz!..

Sayın Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’nın şiirlerinde de:

 

Nisan Bakışlım

nisan bakışlım
bakınca gözlerine
güneşin duvarlarına
yaslanıyorum sanıyorum kendimi
yalnızlığımın buzdan heykeli
çözülüyor sıcaklığınla
salkım saçak 
çiçekleniveriyorum
bir bahar 
yağmurunda
sesin sarıyor damlaları
anasını satmışım bu 
dünyanın
onca özlem onca acı onca gözyaşı varken
hayır deme nolur
dudaklarımızın değdiği yerden
yudumlayalım şarabı olur mu
2023 aralık

 

Bu biçim, tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri şiirleştiren bir tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir değilse bile, farkı lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, lirizmin bir nutkudur demek daha doğru olur.     

Cemal SÜREYA gibi…

Meryem Adanalı: 29 Temmuz 2022

Satmışım anasını ben bu dünyanın...

Yetti artık sıkıldım...

Babasını da satmayı düşünüyorum ...

 

Ferdi ÖZBEĞEN de şarkısında olduğu gibi 1979

“Satmışım anasını
Ben bu dünyanın
Sen benim yanımda olduktan sonra” diyerek dünyada çekilen ıstırapları ve

Bunları hiçbir şekilde umursamadıklarını, açık ve net bir şekilde dile getirir.

 

SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI):

Edebiyat Defteri, Şiir ve Nesir Bloğunda: https://www.edebiyatdefteri.com  yazdığı                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                      şiirleriyle bizi: Garipçiler, Garip Akımı; Birinci ve İkinci Yeniciler Kuşağı’na götürüyor. Bu Kuşağın, Ekolün Sanatçıları: Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY olup, 1940’lı yıllarda başlayan ve 1945-1050’lili yıllara kadar, Türk Şiirine getirilen yenilikler yumağıdır. İşte o dönemden Türk Şiirinde “Garip Akımı (Yenileşme)” ile başlanarak sürdürülmek istenen bu akıma veya Ekole verilen addır: Yenicilik… Kuralsızlık!.. Yukarıdaki isimler de bu yeniliğin öncüleri olarak karşımıza çıkarlar.

“Garip” adlı bir kitapla karşımıza çıkan şair Orhan Veli KANIK, bu akımın öncüsüdür.  Bunu takip eden sanatçılar, Türk şiirinde, o güne kadar yer etmiş, kalıp ve anlayışlardan kurtulmak gerektiğini savunur.  Şiirdeki şekil ve biçimciliğe, vezin (ölçü), kafiye (uyak) duygusallığına karşı çıkıp, söyleyiş güzelliğini esas aldılar.

Bu Anlayışa Göre Şiir: 

“Halkın konuştuğu sade dille ve halka ait söyleyişle yazılan ve anlamı öne çıkaran, bir nitelikte olmalıdır. Garip şairlerine göre şiir; Sıradan insanları ve onların hayatını konu edinmeli; sanattan, süslü söylemlerden uzak olmalıdır.” Söylemlerini dile getirdiler.

Sahra Tekin (Su'yun sancısı), olarak şiir yazan sanatçı da bu akım veya ekolden, oldukça etkilenmiş gözükmektedir. Öncelediği Orhan Veli Kanık onun şiirlerine kılavuzluk ederek, şairenin şiirlerinin rotasını belirlemiş gözükmektedir.

Türk Edebiyatının önemli şairlerinden oluşan Garip Akımı “Garip” adlı bir kitabın etrafında kümeleşerek, yeni bir akımı başlattılar. Orhan Veli KANIK ve yakın arkadaşları, Oktay Rifat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY Türk şiirine Türk Edebiyatına getirdikleri şiirde:

Ölçüsüz, kafiyesiz, “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kurallarına” tamamen aykırı, nokta, virgül, … vb. diğer işaretleri kullanmaksızın; büyük küçük harfler, özel ve cins isimleri de gözardı ederek, yani bunların hiçbirini kullanmaksızın”, serbest tarzı, özgür ve yepyeni bir anlayışın “Kuralsızlık” etkiyle Türk Edebiyatının şiir dünyasına soktular…

 

GARİPÇİLER VEYA BİR VE İKİNCİ YENİ KUŞAĞI:

Orhan Veli KANIK, Oktay Rifat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY'ın kurduğu ve Türk şiirinde yerleşik ve kalıplaşarak şiirimizde yer etmiş bütün anlayışları kırarak, halihazırda var olan ve yaşanmış anlayışı reddederek yepyeni bir anlayış ve söyleyiş geliştirdiler ki bu akımın adına: “Garip” hareketi denmektedir.  

 

GARİP AKIMI VE GARİP AKIMININ ÖZELLİKLERİ:


“Şiirde ölçü ve kafiye kullanmamışlardır.

Serbest nazmı kullanıp süslü, sanatlı, şairane söyleyişleri reddettiler.

Halk ağzı ile sıradan söyleyişler de şiir diline girmelidir.

Günlük yaşamdaki her konu ve her kişi şiirde yer almalı.

Şiir, toplumda görülen bütün sorunların çözümü ve sorunlara çözüm sunan, öneri ve konuları aktarmalıdır.” Dediler…

 

BİRİNCİ YENİCİLER, GARİPÇİLER:

Lise yıllarından beri çok yakın arkadaş olan: Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY tarafından Türk Edebiyatına yeni bir görüş getiren ve bir jet hızıyla inen bir akım… Bu üç arkadaş, 1937’den itibaren Türk Şiirdeki kalıplaşmış kurallara ve şekilciliğe karşı, tepkilerini Türk Edebiyatının en önemli dergilerinden Varlık Dergisinde ölçüden, uyaktan ve şairanelikten uzak şiirler “Kuralsızlık”, yayımlamaya başladılar. İlk şiirleri, sanat tarihimizde, önemli yere sahip Yaprak Dergisinde yayımlandı. Bu iki dergide şiirlerin, özgür bir biçimde yazılıp, okuyucuya sunulması gerektiği ve her varlığın ve her şeyin, şiire konu olabileceği, bunun için ölçü ve dar kalıplardan uzaklaşmanın yararı anlatıldı…

1941 yılında halk şiirinin anlatım ve deneyimlerinden de yararlanarak yazdıkları özgür ve serbest şiirlerini: ‘’Garip’’ adlı kitapta topladılar… Kitap, Orhan Veli KANIK ’ın imzasını taşıyordu. Kapağında şu söze yer veriliyordu:

“Bu kitap, sizi, alışılmış şeylerden şüpheye davet edecektir!..”  Söylemleriyle “Garip Akımını” resmen başlatmış oldular…

“Sevgili Muzaffer Tayyip Uslu’nun deyimiyle, bir kesim insan, şiiri gökte ararken yerde bulmanın verdiği şaşkınlıkla, kılıçlarını Garipçiler için bilediler. Yani, her yenilikte olduğu gibi, Garipçiler Döneminde de hattatlara rastlamak farz-ı kifaye idi. Tabii, bu az evvel bahsettiğim hattatların şaşkınlığını anlamak mümkün: o güne kadar ‘’üstün, seçkin sınıfın işi’’ olarak görülen şiirde ‘’nasır’’ (Dil kurallarından başka, hiçbir ölçüye bağlı olmayan düz ve doğal anlatma yolu) gibi bayağı sözcüklerin kullanılması ve konuşma dilinin, şiire diline dahil edilmesi, elbette onların konfor alanlarından çıkarak, alışkanlıklarını bozmalarına, bir tehlike olması, şairlerde oldukça rahatsızlık uyandırdı. Hatta günümüzde de bu devrimi anlamak istemeyenler, mevcudiyetlerini koruyorlar. Dönemler değişse de hattatlık bakidir, maalesef; fakat, aksi yönde giden bir kesim de elbette vardı! Orhan Veli’nin şu şiiri şiire bakışı, kökünden değiştiren en güzel örneklerden biriydi.

(https://1000kitap.com/gonderi/286099021?oku=1; Behçet KORAY: 17 Ekim 2004, Garip Şiirinin, Garip Şairleri) 

Şiir miydi?

Nesir miydi? Yoksa bir güzel söyleyiş bir güzel bakış mıydı; fakat tam oturuyordu. O devre göre: Kolay söyleyiş, konuşur gibi rahat ve içten, külfetsiz, sanat yapma zorlaması olmadan açık ve beliğ… Söylenmek isteneni sade bir şekilde anlatabilme… İşte o şiir:

BEN ORHAN VELİ

"Yazık oldu Süleyman Efendiye"

Mısra-i meşhurunun mübdii.

Duydum ki merak ediyormuşsunuz,

Hususi hayatımı,

Anlatayım:

Evvela adamım, yani

Sirk hayvanı falan değilim.

Burnum var, kulağım var,

Pek biçimli olmamakla beraber.

Bir evde otururum,

Bir işte çalışırım.

Ne başımda bulut gezdiririm,

Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.

Ne İngiliz kralı kadar

Mütevaziyim,

Ne de Celâl Bayar\'ın

Sabık ahır uşağı gibi aristokrat.

Ispanağı çok severim

Puf böreğine hele

Biterim…

Malda mülkte gözüm yoktur.

Vallahi yoktur.

Oktay Rıfat\'la Melih Cevdet\'tir

En yakın arkadaşlarım.

Bir de sevgilim vardır pek muteber;

İsmini söyleyemem

Edebiyat tarihçisi bulsun.

Ehemmiyetsiz şeylerle de uğraşırım,

Meşgul olmadığım ehemmiyetsiz

Sadece üdeba arasındadır.

Ne bileyim,

Belki daha bin bir huyum vardır.

Amma ne lüzum var hepsini sıralamaya?

Onlar da bunlara benzer.

Orhan Veli Kanık 

SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI): Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yenicilerin arasına katılarak bu akımı çarçabuk benimsemiş Şaire olarak karşımızda durduğunu şu şiiri ile de ispatlamış oluyor: 

GÖKKUŞAĞINDA ISLANALIM
serçenin kanadına saklanırken
sönmeye yüz tutmuş gün
gözlerinden taşıyor 
gece
sen denizinde boğulurken
kocaman bir sus yağmalıyor içimi
ve o suskunun huzurunda
çok üşüyorum

bolca hüznünün
artığında yıkanmadan
henüz bir darağacı kurup
cinayet işlemeden

lütfen 
yağmur
dinebilir misin
çıkarıp karanlığın rahminden 
güneşi
gökkuşağında ıslanalım 
sevgili

seni sevmelerim
ağaç olsun gölgeliklere

Garip Akımı, birçok gence ulaştığı gibi, dönemin ünlü edebiyatçılarını da etkiledi ki Nurullah ATAÇ da bunlardan biridir. Ataç da katıldı Garip Akımından etkilenenler kervanına.

 Nurullah ATAÇ dediğimiz beyefendi ile ilgili bir detay var ki kendisi dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün Kültür Danışmanı idi. Garip Akımı: Toplumcu, gerçekçi şiir anlayışı yerine, savaş ortamında, yaşam sevincini konu edinen, bir şiir biçimi olarak, devlet eliyle, Türk şiirinin yeni yüzü olarak sunulmak istendi.

Devletin imkânları da seferber edildiği için Garip Devriminin başarısı kaçınılmaz oldu; fakat, insanın bulunduğu her yerde olduğu gibi, burada da bir problem ortaya çıktı. Liseden beri yakın arkadaşlık kurup, edebî başarılara imza atan bu üçlü, “Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY “dağıldı.

Garip Akımının dağılmasının temel sebepleri arasında, Oktay Rıfat HOROZCU ve Melih Cevdet ANDAY’ ın zamanla, şiir anlayışlarını değiştirerek, daha soyut ve geleneksel unsurlara yeniden yaklaşmaları oldu.  Orhan Veli’nin ise Garip çizgisini kararlılıkla sürdürerek, bireysel şiire yönelmesi, dönemin edebî ortamında, yeni akımların etkisini artırmasına sebep oldu denebilir. Onun Meşhur şiiri bu kuralsızlığı apaçık ortaya koyar:

 

BİR GARİP ORHAN VELİ’YİM
İstanbul’da Boğaziçi’nde
Bir garip Orhan Veli’yim

Veli’nin oğluyum
Tarifsiz kederler içindeyim

Urumeli Hisarı’na oturmuşum
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum

İstanbul’un mermer taşları
Başıma da konuyor martı kuşları
Gözlerimden boşanır hicran yaşları
Edalım…
Senin yüzünden bu halim.

İstanbul’un orta yeri sinema
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama
El konuşurmuş, görüşürmüş bana ne

Sevdalım…
Boynuna vebalim

İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim
Bir garip Orhan Veli’yim

                    Orhan Veli Kanık

 

1945’te kitabın ikinci basımı, sadece Orhan Veli KANIK’ın birinci kitaptaki şiirlerinin düzenlenmiş halleriyle, yeni yazdığı şiirleriyle ve yeni bir önsöz ile yayımlandı. Dolayısıyla bu akımın en çok Orhan Veli’yle özdeşleştirilmesi pek de şaşılacak bir şey değil. Orhan Veli Kanık’ın 1950’de, henüz 36 yaşındayken hayatını kaybetmesinin ardından, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rıfat Horozcu kendi bireysel tarzlarını geliştirdiler… Roman ve tiyatro türleriyle ilgilenmeye başladılar ve İkinci Yeni Akımına dahil oldular.”

 (https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf)

 

BEDAVA

Bedava yaşıyoruz, bedava;

Hava bedava, bulut bedava;

Dere tepe, bedava.

Yağmur çamur, bedava.

Otomobillerin dışı,

Sinemaların kapısı,

Camekanlar bedava.

Peynir ekmek değil; ama

Acı su bedava…

 

Kelle fiyatına hürriyet,

Esirlik bedava!

 

Bedava yaşıyoruz, bedava.

Orhan Veli Kanık

 

GÜZEL HAVALAR

Beni bu güzel havalar mahvetti,

Böyle havada istifa ettim

Evkaftaki memuriyetimden.

Tütüne böyle havada alıştım,

Böyle havada âşık oldum;

Eve ekmekle tuz götürmeyi

Böyle havalarda unuttum.

Şiir yazma hastalığım

Hep böyle havalarda nüksetti;

Beni bu güzel havalar mahvetti.

Orhan Veli Kanık

 

İKİNCİ YENİCİLERİN SAVUNDUĞU DÜŞÜNCELER:

İkinci Yeni, 1950'li yılların başında ortaya çıkan ve: “Sanat sanat içindir.” anlayışını benimseyen şiir topluluğudur. 1941 yılında Orhan Veli KANIK, Oktay Rıfat HOROZCU, Melih Cevdet ANDAY, Muzaffer Tayyip USLU, Rüştü ONUR, Nurullah ATAÇ, Cemal Süreya, Kemal ULUSER, tarafından başlatılan Garip Akımı Hareketinin diğer adı Birinci Yeni Kuşağı olduğu için, Cemal Süreya ve diğer şairlerden oluşan topluluğa bu isim verilmiştir.

Şiir: zengin imgelerle,

Ritimli sözlerle,

Seslerin uyumlu kullanımıyla, ortaya çıkan edebî türdür.

Şiir düş gücüne,

İmgeye dayanır.

İnsanın duygu dünyasına seslenir,

İnsanda coşku uyandırır.

Şiirde çağrışım,

İmge,

Sezgi önemli bir yer tutar.” diyorlardı.

 

İSTANBUL'U DİNLİYORUM

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı

Önce hafiften bir rüzgâr esiyor;

Yavaş yavaş sallanıyor

Yapraklar, ağaçlarda;

Uzaklarda, çok uzaklarda,

Sucuların hiç durmayan çıngırakları

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Kuşlar geçiyor, derken;

Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.

Ağlar çekiliyor dalyanlarda;

Bir kadının suya değiyor ayakları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Serin serin Kapalıçarşı

Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa

Güvercin dolu avlular

Çekiç sesleri geliyor doklardan

Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Başımda eski alemlerin sarhoşluğu

Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;

Dinmiş lodosların uğultusu içinde

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir yosma geçiyor kaldırımdan;

Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.

Birşey düşüyor elinden yere;

Bir gül olmalı;

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

 

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;

Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;

Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;

Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;

Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından

Kalbinin vuruşundan anlıyorum;

İstanbul'u dinliyorum.

Orhan Veli Kanık

 

Konu, Garip Akımı olduğunda: Orhan Veli KANIK, Melih Cevdet Anday ve Oktay Rifat HOROZCU üçlüsünün yanı sıra, anılması gereken iki şair daha var: Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu. Bu ikilinin hayatları Kelebeğin Rüyası adlı filmde anlatıldığından farklı olarak, ki o filmi mutlaka izleyiniz… Aslında bu şairler bir ikili değil, üçlü. Lâkin Kemal ULUSER ’den günümüze “Işık” adlı piyesten başka bir şey kalmadığı için burada sadece, Rüştü ONUR ve Muzaffer Tayyip USLU akla gelecektir.

Zonguldak Mehmet Çelikel Lisesi’nde Behçet Necatigil’in öğrencisi olan bu iki genç, ömürlerini bir yandan veremle ve fakirlikle mücadele ederek bir yandan da sanattan beslenerek ve onu besleyerek geçirdiler. En azından, denediler. Orhan Veli KANIK ’ın (Şiiri sokağa taşıyan şair...)  Zonguldaklı üçlü hakkında söylediği söz şu şekildedir:

‘’Son yıllarda Zonguldak üç büyük yetenek yetiştirdi: Biri Rüştü ONUR, biri Kemal ULUSER, biri de Muzaffer Tayyip. Bu ne biçim kader? Üçü de arka arkaya öldüler.’’ Garip Akımının Serüveni eksiğiyle fazlasıyla bu şekilde.

Serbest ölçüyü ülkemize kazandıran, bu üçlüye, Türk Edebiyatı her zaman minnettar kalacak olsa da aradan, seksen küsür yıl geçmesine rağmen, geleneksel şiirde ısrar edenler mevcut. Ülkece her alanda örümcek ağlarından kurtulmamız dileğiyle...”

(https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf)

 

Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Bize, her haliyle (1891-1944) Edebiyat-ı Cedide Topluluğu`nun yayın organı Servet’i Fünûn Dergisi yazarlarını hatırlatıp yansıtıyor…  Dilimizin bilgisayar terimleriyle allak bullak olduğu; cep telefonundaki yazışmalarla sözcükleri kısaltmaktan ne olduklarını anlamak için müneccim olmanın gerektiği bu devirde: çarşıda, pazarda, sokakta karşılaştığımız yüzlerce Türkçe sözcük varken, yüzlercesinin yabancı kelimelerle yazılıp çizilmiş tabelâlar, Levhalar, kadın ve erkek isimleri; ne yazdığı asla mühim olup okunmayan, abes ile iştigal yabancı dillerle yazılmış resimli, yazılı tişörtler de dilimizi bozuyor. Kültürümüzü erozyona uğratıyor. Millî ve yerli kültürümüz yok olma aşamasına sürükleniyor diye isyan ederken, kişi ve yer isimlerine bakınca da eskiden var olduğu halde, bugün kullanılmaya kullanılmaya, kullanımdan düşmüş veya unutulmaya yüz tutmuş: “laf u güzaf, (Anlamsız ve gereksiz şeyler demek), feveran (Kaynama, coşma, fışkırma),  Vaveylâ (çığlık), Mahşer midillisi (ortalık Karıştıran), Çul çürüteni (kaygısız, rahat kişi), Müstehcen (Açık saçık), Bol âhenk (Konuşkan, neşeli, bol sohbet) “Bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev, devasa, kocaman, dükkânlara” sözcüklerimiz varken bir de şairlerin kimi uyduruk dili ve eski kelimeleri diriltme gayretleriyle, şiirlerini yabancı kelimelerle örme çabaları, bu kültür erozyonuna eklenince ortada, millîlik namına bir şey kalmıyor.

“Sait Faik Abasıyanık da Orhan Veli'nin bu yönüne dikkat çekerek onu "üzerinde en çok durulmuş, zaman zaman alaya alınmış, zaman zaman kendini kabul ettirmiş, tekrar inkâr, tekrar kabul edilmiş; zamanında hem iyi hem kötü şöhrete ermiş bir şair" olarak tanımlandı.”

Millet dilini, halk dilini ve Türk’ün Dili Türkçe kelimeleri, millî ve yerli dili mumla arıyorsunuz… Halbuki şair, yazar, araştırmacı milletin, halkın susmayan sesidir. Halkın hislerinin tercümanı, çıkmayan sesi, soluğu ve yöneticilerinin, zenginlerin, ağaların, iktidar sahiplerinin usulsüz, haksız, uygulamalarına isyanı, tepkisi; halka halkça hitap eden halkın seslenişi, haykırışı, suskun dili, sesi, soluğu, dertlerinin tercümanıdır. Duygularının aktarıcıları, hislerinin tercümanlarıdırlar. Mehmet Emin YURDAKUL’ un dediği gibi:

 

"BIRAK BENİ HAYKIRAYIM 

Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;

Unutma ki şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir;

 

Zaman, ona kan damlayan dişlerini gösterir.

Bu zavallı sürü için ne merhamet ne hukuk…

Yalnız, bir, sert bakışlı göz; yalnız, ağır bir yumruk!..”

 

Faruk Nafiz ÇAMLIBEL’ de:

"Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın" diyor.

 

İşte: şaire, şair olmak öyle kolay değil… Sahra Tekin (Su'yun sancısı) bu acı bu çileli;

dikenli, çalılı, acılı yolun ıstırabını, “Ah! Ah!..” dedikçe sinesinde göz göz açılan yaraları; “Vah! Vah!..” dedikçe uzuvlarında şerha şerha yarılmış, açılmış yaraların sancını yaşayacak…

Sahra Tekin (Su'yun sancısı): suda uzun süre kalmış kuşun, kanatlarını çırpışında, dağılan su taneleri gibi dağılmış her tarafa… Sonra bükmüş boynunu, büzülmüş kenara; fakat yıkılmamış, yılmamış, pes etmemiş, vazgeçmemiş… Anlatmış duygularını ayan beyan ruhundan süzülen sözcüklerle… Biz de bu sözcüklerin içimizde deniz dalgalarının kayalara “şırakk, şırakkk, şırakkkk çarpışı gibi ruhumuza çarpan ve içimizden parçalar kopararak okuduğumuz dizelerle sarsıldık, bir tuhaf olduk… Bu yaşanılanları biz de içimizin derinliklerinde yaşanmış bir iç çekişler olarak bulduk, etkilendik, hayıflandık. Sözcüklere yansımış yaşanılmışlıkları bularak, kimi zaman burada anlatılanın yerine geçip, kimi zaman da kendimiz olarak okuduk o şiirleri… O şiirlerdeki yaşanılmış duygularla, ruhumuz gel-gitlerle, aynı acılarla depreşti. Sancılandı. Acıların yumağında, bayırlardan kayalara çarpa çarpa yuvarlandı. Biz o olduk kimi zaman, o bizdi… Onda çoğumuz kendini buldu. Çoğumuz bir parçasını…

 

Şaire, şair acı çekecek, çile çekecek, dikenli, taşlı çakıllı yolların çetrefilli,

çetinliğinde alev almış kumların kızgın korluğunda yanacak, çığlık çığlığa, avaz avaz, bağıracak… Hüngür hüngür ağlayacak… Bazan sessiz sessiz gözyaşları yanaklarından bir sonbahar deresi suskunluğunda yürüyecek… Üzülecek, üzüntüleri gök yüzünün bulutlarını yaracak, gözlerinden dökülen yaşlar, kan rengine dönüşecek… Sonrasında gözyaşları denizinden kabaran suların azgın hırçınlığında, gözlere, kızıl kanlar dolduracak.

Yıkılmam dersin; fakat yıkılırsın. Düşmem dersin; ancak düşersin! Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı) vazgeçmem dersin; halbuki vaz geçersin… Yaşayan bir ölü gibi olur bedenin, duvarlara, taşlara topraklara belene belene, örselene örselene, tanınmaz olursun… Öldüm dersin; ama ölemezsin; çünkü ölmek de öyle kolay değil…

 

Şairenin, şairin sesi, sesinin yankısı yeri göğü delecek, yüksek kayaları devirecek, ağaçları sallayacak, kimsesizlerin işitmeyen kulağı, gözü, sesi olup haykırışını, seslenişini, ilgililer duyacak, ilgili makamlara duyuracak…

Şaire, şair, halkının sesi olup meydana çıkacak ki, şairler halk diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz çocuklar gibi boynu bükük, sağır ve dilsizler gibi suskun ve dertli kalmayacaklar…

Geçmişi çağrıştıran, kötü olan eskiyi, aynen veya benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonrasında, anlaşılmayan şaire, şair, sadece kendi söyleyip yine kendisi dinler.

Şaire, şairin haykırışları, bulutları yırtacak; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun anlayacağı sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek.  O, halkının gözü, halkının kulağı, halkının gönlü, halkının ve gerektiğinde bütün insanlığın, canlıların ses vermeyen dili, sesi olacak… Bazan kendi olacak, kendi içinden kopan fırtına, bora, kasırgaları bırakacak okuyucunun yüreğine…

Şairenin, şairin, insanlarının yaşadığı toplumun, içinden çıktığı halkının duyduklarını, düşündüklerini, hissettiklerini; fakat bir türlü dile getiremeyip, söyleyemediklerini söyleyecek, haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve tatlı duyguların terennüm edecek. Onların, ses vermeyen sesi, görmeyen gözü olacak veya Şaire, Sahra Tekin (Su'yun sancısı) gibi AŞK” için acı çeken, aşka susayan, aşkı anlatan, aşk için, sevgi için yol alan, yol bulan olacak! İşte bir şiiri:

SANA SUSUYORUM

Yangınım dinsin diye
Sen yırtığı yaralarıma
Gül yaprakları seriyorum

uzağım
Gözlerini gömdüğüm 
gecelerde
İçimde yankılanıyor da sağanakların
Çığ gibi büyüyor yokluğun
.
Şimdi yetim avuçlarımda
Gidişinden kalan
Kızıl 
mavi
İz artığı bir 
zaman
Ürperirken yalnızlığım
Gölgelerinle üzerime
Bir gerçeklik gibi düşüyorsun

Ve ben
Sana susuyorum

Sahra Tekin (Su'yun sancısı), şiirlerinde orijinli buluş ve deyişleriyle erbabının ve şiirden anlayan şairin dikkatlerin üzerine çekiyor. Bu buluşlar ve söyleyiş tarzı “Tanzimat Sonrası Şiirimizdeki” yenilenme kaygısının çırpınışlarını, “Garip Akımının” serzenişlerini, “Beş Hececilerin Husumetini” üzerine çekiyor…

Serbest Tarzda geliştirdiği uslûbu, okuyucu ruhuna sükûn, dinginlik ve bir nebze huzur verse de şairi soran, sorgulayan, sorulara muhatap eden sözcüklerle karşı karşıya bırakıyor…

 

Üstâd Mehmet Âkif`in:

"Yeni yeni olduğu için değil, iyi olursa alınmalı; eski de eski olduğu için değil kötü olursa atılmalıdır." sözü gereğince: Şaire ve şair yeni olmalıdır.

 

Yunus Emre’nin de dediği gibi:

“Her dem yeni doğarız, bizden kim usanası?..”

 

Evet, birçok tenkide uğramış ve hatta "Millî olmamak ve memleketi yansıtmamak!.." ile de itham edilip, suçlanmış bir topluluğun devamı olmak ve o çizgiden sapmamak, tecrübeyi, sınama yanılmayı; gelişmeyi, teknolojiyi, millet mefhumunu, halkı, hatta o halkın içinden çıktığı kendini, inkâr edip, çağı ıskalamak, değerleri hiçe saymak olarak nitelendirilebilse de:

 

KURALSIZLIK!.. Büyük, küçük harfsiz, noktasız virgülsüz, yazım kurallarının bütününü çöpe atan Şaire Sahra TEKİN, bütün alışılmışları dışlayıp, geride bırakarak bize, yeniliğin ve taptaze bir deniz havası serinliğinde, nemli ve meltem sıcaklığında, şiir kokusunu ruhumuza nakşediyor. Bize, duygu yoğunluğunu, ruhun gel-gitlerini, bizi denizin derinliklerine çeken girdaplarını, gök yüzünün yükseklerine çıkarak, görünmez ve bilinmezliğe yolculuk yapan en pahalı ve en nadide bir kıymete sahip, paha biçilemez değerde bir takla güvercininin kanat seslerini hissettiriyor… Bütün şiirleri Serbest Nazmın üstadlarının “Orhan Veli KANIK, Melih Cevdet ANDAY ve Oktay Rifat HOROZCU; Cemal Süreyya, Atila İLHAN; Kemal ULUSER, Rüştü ONUR, Muzaffer Tayyip USLU…ve benzerlerinin devamı olarak duyuş, düşünüş zenginliği, emsâlsiz benzetmeler, orijinal buluşlarıyla TÜRKÇEYİ ZENGİNLEŞTİRİP, TÜRK EDEBİYATI VE TÜRK EDEBİYAT TARİHİ, TÜRK EDEBİYAT LİTARATÜRÜNE KAYNAKLIK EDİP, KATKI SAĞLAYARAK, Tebrik ve Takdirlerimizi hak ediyor…  Kesinlikle hak ediyor etmesine de; ancak eleştirisel olarak: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” nı ihmal ile Türk Dilini, Güzel Türkçemiz Türkçeyi “Kuralsızlaştırıp” bozduğunu, kısırlaştırdığını, büyüklüğü ve zenginliğini; zarâfeti ve inceliğini, alarak sözcükleri anlamsızlaştırdığını Türkçeyi öksüz bıraktığını hatırlatmadan edemeyeceğim… 

Sayın Şaire Sahra TEKİN’ in, “Kuralsız”, örnek şiirlerin orijinalliğini bozmadan buraya yazıldığı gibi aldım. Okuyucularımız, bu satırları okurken, bu kuralsızlığın, ne kadar anlamlı veya anlamsız olduğunu kendileri değerlendireceklerdir…

 

BUYURMAZ MISINIZ BAYIM

Birazdan duvağını takar gece
Ve gözlerin 
yağmur kokar
Tılsımlı 
sevda örümlerimden
Gülüşün ekilir 
zamanımın saçlarına

Sesinden çaldığım azıcık 
maviyle
Özlemlerini eskittiğim senfonide
Susa kalır ay
Biraz düş biraz acıyla
Az sonra kurarım
Değirmende öğütülmüş
Yürek soframı
Buyurmaz mısınız bayım
Sahra Tekin

 

Ahmet Haşim`in:

O belde…

Hangi bir kıt`a-ı muhayyelde?

Hangi bir nehr-ı dû ile mahdûd?

Bir yalan yer midir veyâ mevcûd

Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?

Bilmem…yalnız,

Bildiğim sen ve ben ve mâi deniz"

 

Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı) ise:

BUGÜN BAŞINA GÜZEL BİR ŞEY GELSİN
Mesela
Sabah pencerene 
doğagüneş
Neşeli neşeli 
gülümseyerek
rengarenk 
çiçekler açtırsın odana

Bugün başına güzel bir şey gelsin
Mesela
Bir güvercin
Sohbet etsin seninle
Omzuna konan 
mavi bir kelebek
Aşkımı fısıldasın kulağına

Bugün başına güzel bir şey gelsin
Mesela
Papatya sana fal bakınca
Seviyorla koparsın son yaprağını
İçin kıpır kıpır olup
Koştursun içindeki 
çocuk
Çığlık çığlığa

Bugün başına güzel bir şey gelsin
Mesela
Dolunaydan sıkılırsan eğer
Sokağıma uğrayıver
Sana yazdığım şiirlerden
En sevdiğini seç
Ve
sesinle seni çiz tenime
Yine yeniden
Sev beni
Mesela
Sahra

 

ŞAİRE SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI)’IN ŞİİRLERİNDE:

Halit Ziya Uşaklıgil`in (1866-1827 Mart 1945 Servet-i Fünûn ve Cumhuriyet Dönemi Edebiyatçılarından) izlerini taşır:

"Bundan sonra ne yapacak? Biraz evvel kardeşinin mûsibetini def`etmek çaresini ararken, bir idam hükmü soğukluğu ile inen bir kelime suya düşen bir taş parçası gibi ağır ağır, suları yararak ric`at mümkün olmayan bir sukût ile kalbinin en derin noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu:

Hiç!..

Evet, hiç!..

Bundan sonra hepsine vedâ etmek, bir aralık şiir baharı ile bulanan gözlerinin önünde, yükseldiğini gördüğü emel kâşânesinin artık enkazı kenarına oturup, uzun bir harman nazariyle, onun mâtemini tutmak lâzım geliyordu.

Evet, Lâmi`a ile eseri!..

Karanlıkta yazıları görmeyerek yaprakları çevirdi, son sahife olacağını tahmin ettiği yaprağa kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o beş sıfırı bir rü`yet vehmi ile tekrar gördü. Lâmi`a!…. Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka gecenin hâtırası geldi."

 

SEN ÇIKMAZI
Sen çıkmazı yorgun düşler ertesiyim hala
Yüzünü döndün ya bana
Karanlık yağmalıyor her yanımı
İçimin sıcağı gittikçe azalıyor
Gülüşünün gölgesi de düşmüyor üzerime
Ay ışığı renginde 
hasretin
Kirpiklerime asılı
Yıldızı sönük 
gece kadar
Çare/siz hallerdeyim
Sen ki beklenilenim
Şimdi
Çıkıp gelsen
Öpsen beni dudaklarımdan
vakit
Çıldırsa yalnızlığım
Ve
hiç mi hiç ağlamasa şiirlerim

 

Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’inBir Gülüş Koy Gözlerime” isimli şiirinde şiirle senli benlidir ve de asıl hedefine ulaşır. Kafasından geçenleri, anlatmak istediklerini bir çırpıda deyiverir. “Nefes aldığım sürece benimsin!..”

Şairin hüneri de burada başlar. Kelimelerin gücü, şairenin usta kaleminde dile gelir ve ustalıkla, hünerle diziverir söz, sözcük, kelimeleri. Usandırmadan, sıkmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine:

BİR GÜLÜŞ KOY GÖZLERİME

Gülüşün
Suyun sancısından sızıyor içime
Kirpiğimin çatlaklarından adın
Öznesi eksik gün gibi
Yas tutuyor mayısta bahar

Özlemlerini basıyorken ruhuma
Sesinden
Göçe duruyor kuşlar şehrime

Ki;
Varlığının satenine iliklediğim
Düşlerinle
Yürek aşırı seferdeyim

Vakit sensizliğe kurulmadan
Mühürlemeden kendimi sabahlara
Bana seni yaşatacak bir 
gülüş koy gözlerime

Yokluğunun ateşinde üşüyor yüreğim
Yalanım yok
Nefes aldığım sürece benimsin
mayıs/2021

Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Şiirdeki maharetini, halk dilini kullanarak da göstermek istiyor. Dikkate değer tarafı, sanatın yapmacıklardan uzak, süslemesiz olabileceğini de göstermiş…

Halkça, sade, terkipsiz (Bazı sözcüklere ayraç atıp iki anlamda “Tevriye” li kullandığını da görüyoruz) Türkçe ile yazdığı birkaç şiirinde bu durum ortaya çıkıyor. Asıl, zekâsını, dehasını, sanatını çekincesiz sere serpe, çırılçıplak yazdığı şiirlerinde gösteriyor. İşte iki örnek:

HADİ GEL

Esrarkeş yokluğunun
Tam da ortasında
Saçlarını güne tarayan 
geceye
Korkularımı fısıldarken
Sevişgen 
yağmura yakalanınca
Bakir dağlarına yakamoz ekemiyorum
.
Ama yine de
Aklımın sen kıvrımlarında
Sana yazmak kadar seviyorum harfleri
Çünkü hepsi de sen
Hepsi de 
mavi
Göğe yaklaşınca sevincinden
Dillenir ya hani kuşlar
Ki
Seversin bilirim
Ağlayınca şarap sunacağım
Serin suyun gölgesinde sana
hadi gel
.
Sahra

 

Sonuç olarak Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı):

Şiirlerinde, Birinci ve İkinci Yenileri “Garip Akımı”nın yolunda, serbest tarzı kullanırken, duyguların lirizminde daha halkça, daha açık, beliğ ve anlaşılır, yaşayan Türkçe, halk diliyle Servet-i Funûn şiiri tarzının kapalılık ve duygusallığını seçmiştir… Şiirlerini Tevfik Fikret, Cenap Şahabetin, Ahmet Haşim’in, terkipli dilini, süslü ve sanatlı şiir tarzını da kullanırken, onların kapalı terkiplerle örülmüş dili  yerine, terkipsiz; fakat sanat yapma çaba ve gayretiyle edebî  söz sanatlarından:

 Teşbih, İstiare, Mecaz, Mürsel Mecaz, Telmih, İstifham, Kinaye, Tenâsüp, Teşhis, Tecahül i Ârif, Mübalâğâ (Abartma),… vb.” sanatlarını da kullanmış, bunda da başarılı olmuştur.  

Garipçilerin etkisinde serbest tarzı tercih eden sanatçı: Orhan Veli KANIK, Oktay Rifat HOROZCU, Cemal Süreyya, Atila İLHAN gibi Yenilikçi Şairlerin çizgisinde kendi dil ve uslûbunu ustaca ortaya koyarak, eser vermeğe devam etmektedir. 

Bu biçim bu tarz, nesri nazma yaklaştıran, nesri şiirleştiren bir tarzdır ki şiir değil, nesirdir. Nesir değilse bile farkı lirizm, duyguda doruğa ulaşma, coşkun söyleyiş, nutuktur.   

 

VARLIĞIN SICAĞIMDIR

Sen ki
Şeker pembesi
Sevinçler yaratıp ruhuma
Eflatun renkli dağlarından
Bana 
güneşi getiriyorsun
Buz düşmüş avuçlarım ısınsın diye

“Varlığın sıcağımdır " diyen şaire bize her haliyle Edebiyat-ı Cedide Topluluğu'nu hatırlatıyor. Dilimizin bilgisayar terimleriyle allak bullak olduğu; çarşıda, pazarda, sokakta karşılaştığımız onlarca yabancı kelimeye, insan ve yer isimlerine, bedestene, bakkala, berbere, muazzam, dev, devâsa dükkânlara bir de şairlerin, yazarların, kimi edebiyatçıların uyduruk dili ve eski kelimeleri diriltme gayretleri eklenince. Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı)’nın:

Açık, anlaşılır, arı, duru, yerli ve millî dili ve nefis Türkçe söyleyişi, Millet dilini ve Türkçe kelimeleri, ustaca kullanışı bizi kendi kurmuş olduğumuz bu dünyadan alıp başka dünyalara, ufuklara taşıyor, gezip dinlendiriyor. Duygulanıp hayallere daldırıyor. Bu haliyle şaire aşkın, âşıkın, maşukun, sevgi ile sevenin, sevgiye hasret çekenlerin bitmeyen sancısı, dinmeyen sızısı, aşk arayanların susmayan sesidir.

Yunus’un dediği gibi:

İşitin ey, yârenler! “AŞK” bir güneşe benzer. “AŞK” ı olmayan gönül, misâli  “TAŞ” a benzer!..     Halka, halkça hitap eden. Mehmet Emin YUDAKUL gibi:

"Şairleri haykırmayan bir millet,

Sevenleri toprak olmuş, öksüz çocuk gibidir."

"Şair, sen üzüldükçe ve öldükçe yaşarsın" demektedir.

 

Şair acı çekecek, çile çekecek, üzülecek, ölecek; ama halkın dertlerini yine halkın diliyle, onun anlayacağı sade bir uslûpla ortaya koyacak, terennüm edecek. Halkın gözü, halkın kulağı, halkın gönlü, halkın dili olacak ve onların söyleyemediklerini söyleyecek, haykıracak. Halkın hislerini, dertlerini, acı ve tatlı seslenişlerini duyuracak… Halkın sesi çıkacak ki, şairler halk diliyle, halkça haykıracak ki halk, öksüz çocuklar gibi bo

 “Beş Hececiler” şairi: Faruk Nafiz ÇAMLIBEL de:

Geçmişi çağrıştıran, kötü olan eskiyi, aynen veya benzer bir şekilde taklit eden, zamanında ve sonra anlaşılmayan şair sadece kendi söyleyip yine kendisi dinler. Üstâd Mehmet Âkif'in: "Yeni yeni olduğu için değil, iyi olursa alınmalı; eski de eski olduğu için değil kötü olursa atılmalıdır" sözü gereğince birçok tenkide uğramış ve hatta "millî olmamak ve memleketi yansıtmamak" ile itham edilip, suçlanmış bir topluluğun devamı olmak ve o çizgiden sapmamak, tecrübeyi, sınama yanılmayı, gelişmeyi, teknolojiyi, millet mefhumunu, halkı, hatta kendini inkâr edip, değerleri hiçe saymak olmayacak mıdır?..

 

GEL SEN

Gülüşünde mola verdi avuç içlerim
Nefesin değdi ya tenime
Bütün 
gece sesine yaslanıyorum
Sükuna eremiyor bir türlü döşeğim
Bozguna uğratıyorum mahcubiyetlerimi
Mavime ülke yaptığım
Zeytin çiziği gözlerin çıkmıyor aklımdan
Çoğalttığım sen’ler kalabalığındayım artık
.
Gel sen
Ay ışığında dans edip seni içemesem de
Yüreğimdeki tüm sıcaklıkla sarılacağım sana söz
sahra

 

Ahmet Haşim'in:

O BELDE…

Hangi bir kıt'a-ı muhayyelde?

Hangi bir nehr-ı dû ile mahdûd?

Bir yalan yer midir veyâ mevcûd

Fakat bulunmayacak bir melâz-ı hülyâ mı?

Bilmem… yalnız,

Bildiğim sen ve ben ve mâi deniz"

 

Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı) ise:

 

TENİNDE İBADET EDESİM VAR
Gizlice uğuldayan yaprakların
Elinden dökülüyor rüzgar
Az birazdan
Göğü kirleten 
yağmur teninden süzülecek
Denizimin kirpiklerinden 
hasretin
Gözlerimde yalnızlığının örtüsü
Uzak öpüşlerin kızıllığına sarılmış 
gecemden
Bir b
aşka uzak şehre y/anarcasına bakıp
Teninde ibadet edesim var
sahra /2023

 

Halit Ziya Uşaklıgil'in:

"Bundan sonra ne yapacak? Biraz evvel kardeşinin mûsibetini def'etmek çaresini ararken, bir idam hükmü soğukluğu ile inen bir kelime suya düşen bir taş parçası gibi ağır ağır, suları yararak ric'at mümkün olmayan bir sukût ile kalbinin en derin noktalarına kadar, türlü emelleri ezerek, hülyâları parçalayarak iniyordu: Hiç!..

Evet, hiç!.. Bundan sonra hepsine vedâ etmek., bir aralık şiir baharı ile bulanan gözlerinin önünde, yükseldiğini gördüğü emel kâşânesinin artık enkazı kenarına oturup, uzun bir harman nazariyle, onun mâtemini tutmak lâzım geliyordu.

Evet, Lâmi'a ile eseri…

Karanlıkta yazıları görmeyerek yaprakları çevirdi, son sahife olacağını tahmin ettiği yaprağa kadar geldi, orada o iki kelimeyi, o beş sıfırı bir rü'yet vehmi ile tekrar gördü. Lâmi'a!.. Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka gecenin hâtırası geldi."

 

Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı):

Şiirinde karşısındaki ile senli benli olur. Sanat yapma gayreti de baskın olduğundan şiirinde edebî söz senetlerini çaktırmadan, sezdirmeden bir ressamın fırçasında birikmiş yağlı boyayı damlatmadan, taşırmadan, yere dökmeden ustaca kullanır:
 “Kelebeğin sohbet etmesi, Papatyanın fal bakması, Güneşin gülümsemesi, Eflatun renkli dağlar, güneşi getirmek, buz düşmüş avuçlar,  sesle tene, seni çizme, Ten renginde gece, çakırkeyf, karanlığın yağmalaması, uğuldayan yapraklar, göğü kirleten yağmur,
gözlerimde yalnızlığının örtüsü, uzak öpüşler, teninde ibadet etmek, …, vb.” saymakla bitmeyen, özenle  seçilen sözcükler … Bir ok gibi dosdoğru gidip, hedefi on ikiden vurarak, asıl asıl gayeye erişiyor... Asıl anlatmak istenilenleri bir çırpıda deyiverir; ustalık ve hünerle dedirtiverir kelimelere. Usandırmadan sıkılmadan, habersizce ve sessizce kor, taşı gediğine…

ELLERİNE HASRETİM

bana tek kelime etme dinle sadece
anlayacağın
çakırkeyfim bu 
gece
esmer teninin rengindeki 
geceyi de
alıp
kirpiklerine okuduğum yanık ezgilerle geldim sana
eşkiya soluğu 
sevdanla sar beni sarmala diye
acıma sakın bana
hoyrat sevmelerini ser bedenime yar
ser ki yakıp kül et
tenim yırtılsın bu 
gece
ellerine 
hasretim anla 

Şaire Sahra Tekin (Su'yun sancısı): Sanatını, zaman zaman yakaladığı kelimelerle halk dilini kullanarak, dantel dantel ördüğü şiirlerinde gösteriyor. Dikkate değer, sanatın estetik güzelliğini ve edebî eser olma vasfına doğru kaydırdığı özünü, kendini, bir arının peteği işlediği, kelebeğin bir ipek kozasını ördüğü gibi örerek, açık seçik konuşur gibi halkça, Türkçe ve Türk Dilinin öz be öz kelimeleriyle kazıyor kalemiyle. Yazdığı birkaç şiirinde ortaya koyduğu hüner çok dahiyane, emsalsiz!... "Öper misin Beni Masalımdan” ve “Öylesine Sen” “Öylesine içten, Samimi” şiirlerinden iki örnek:

 

ÖPER MİSİN BENİ MASALIMDAN

Gözlerinden düşüyor şiirler
Su yürümüyor baharın dallarına
Sensizlik vadisinin
Köhne kıyılarına vuruyor 
hasretlerim
.
yılgın bir rüzgarın ellerinde
Ruhumu sarıp sarmalayan
O taptaze 
gülüşlerinle uyanıyorum sabahıma
Gün küskünü şimdi 
vakit
İnadına inadına
Sevda kuşları
Daha bir şen şakrak
Ve tüm renklerin
Apayrı bir 
dünya yaratıyor içimde
.
Anla işte
Her y/anım sen yangını
Öper misin beni masalımdan

 

ÖYLESİNE SEN

Özü yarasında saklı
Desen desen yağan 
hasretin
Tenimden söküp çıkardığı ruhumda
Güze boyar temmuz 
gecelerimi
.
Öylesine yalnızlık
Öylesine sen

 

ŞAİRENİN ZENGİN KELİME DAĞARCIĞI, ORİJİNAL

BULUŞLARI EDEBÎ SÖZ SANATLARINDA GÖSTERDİĞİ HÜNERİ:

(Nazlı ırmak, Sularıyla oynaşan dolunay, suyun sancısı, nisan bakışlı,

güneşin duvarlarına yaslanıyorum, yalnızlığımın buzdan heykeli, sesin sarıyor damlaları, anasını satmışım bu dünyanın, yangınım dinsin, sen yırtığı yaralarım, gözlerini gömdüğüm geceler, sağanakların çığ gibi büyümesi, yetim avuçlar, kızıl mavi iz artığı, ürperirken yalnızlığım, gölgelerin üzerine düşmesi, sana susuyorum, duvağını takar gece, gözlerin yağmur kokması, tılsımlı sevda örümleri, gülüşün zamanın saçlarına ekilmesi, sesinden azıcık mavi çalma, özlemlerini eskittiğim senfoni, ayın ve düşün acıyla  susması, değirmende öğütülmüş yürek sofrası, güneşin neşeli neşeli gülümseyerek rengarenk çiçekler açtırması,  güvercin ve omzuna konan kelebeğin sohbet etmesi ve aşkı  kulağına fısıldaması, papatya sana fal bakınca seviyorla koparsın son yaprağını,
sesinle seni çiz tenime
, yorgun düşler ertesi, karanlığın her yanı yağmalaması,  
gülüşünün gölgesi, ay ışığı renginde 
hasretin, kirpiklerime asılı yıldızı sönük gece, çaresiz gece, yalnızlığın çıldırması, şiirlerin ağlaması, yüzün ona  dönmesi, bir gülüş koy gözlerime, suyun sancısından sızıyor içime
Kirpiğimin çatlaklarından adın, mayısta baharın yas tutması, sesinden kuşların göçe durması, varlığının satenine iliklediğim düşler, yürek aşırı seferde olmak, vakit sensizliğe kurulması, dan kendini sabana mühürlemek, bana seni yaşatacak bir 
gülüş koy gözlerime, yokluğunun ateşinde üşüyor yüreğim, yalanım yok, varlığın sıcağımdır şeker pembesi sevinçler, ruhuma eflatun renkli dağlar, güneşi getirmek, buz düşmüş avuçlar, teninde ibadet etmek,
yaprakların gizlice uğuldaması, yaprakların elinden dökülmesi, rüzgarın düşmesi, göğü kirleten 
yağmur,  teninden süzülecek denizin kirpikleri, hasretin gözleri, yalnızlığın örtüsü, uzak öpüşler, kızıllığına sarılmış gece, ellerine hasret olmak, çakırkeyf olmak, esmer teninin rengindeki gece,
kirpiklerine okuduğum yanık ezgiler, eşkiya soluğu 
sevda, sar beni sarmala hoyrat sevmeler ser bedenime, yar teninin yakılıp kül edilmesi, İlkyaz yaprakları, S/aklımda biriktirdiğim sen, örüp koymak, sözün seni aldığı vakitler, suya vuran ay ışığının gölgelerinin koşarak karanlığı yarması,  sıcak ekmek buğusu gibi gitmeler, sisin ömür kırpıklarına sen dağınıklığı sermesi, yeşil yollar, dağlarına morlar taşmak,  yüzünün kıyısına ben ektim, yağmurun yaprağa şefkati, akşam kızılı rengindeki yaraların iyileşmesi,  güneşin dudakları yakması, yoksul bir mevsim, gözlerinden matemin taşması,  gelişine secde eden yürek, ellerinin pınarı, güneş yanığı gülümsemeler, gözlerinin kıyısına kurulmak, zamanın çıldırması, aklın karışması…”

ŞAİRENİN ŞİİRLERİNDE KULLANDIĞI EDEBÎ SANATLAR:

Teşbih, İstiare, Mecaz, Mürsel Mecaz, Telmih, İstifham, Tenâsüp, Teşhis, Tecahül i Ârif, Hüsn ü Tâlîl (Güzel Sebep Bulma) Mübalâğâ (Abartma), Tenasüp (Uygunluk), Kinâye, Leff ü Neşr, Tezat (Karşıtlık), Tekrîr (Tekrarlam), Telmih (Hatırlatma), Tevriye, …vb. sanatlarının ustaca kullanılmış olduğuna şahitlik ediyoruz.

ŞAİRE, SAHRA TEKİN (SU'YUN SANCISI)’NA ELEŞTİRİ:     

Türkçemiz: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları”na tabidir. Yazarken de konuşurken de Türkçemizin bu güzel ve kendine has, özelliğin kullanmak şair, yazar ve araştırmacılar, erbabınca, uzmanlarınca, üstâdlarınca bir hüner olsa da böyle bir maharete sahip olmayanlarınca da doğru konuşmak ve doğru yazmak her Türk vatandaşı ve Türkçemizin bekası için bir mecburiyettir.

Kelimeleri, sözcükleri yutarak, bazı harflerini keserek, söylemeyip yazmayarak, cümleler kurmak ne şaireye ne şaire ne yazara ne de okuyup yazmış mürekkep yalamış birine yakışmayacaktır!..

Tahsil yapmış, halk ağzı söylemiyle: mürekkep yalamış bir kimseye halk ağız özelliğiyle değil, almış olduğu kültürün, eğitimin, yaptığı tahsilin dilini, öğretimini yaptığı, ilmin kısaca İstanbul halkının ve İstanbul Ağızının yaşayan Türkçesi ile güzel ve narin, ince ve zarif, leziz ve su gibi berrak dili, yaşayan, konuşulan “Türkçemiz” ile konuşmak ve yazmak yaraşır. Eğer bu kadar, eğitim ve öğretim görmüş, yıllarca okulların sıralarında dirsek çürütmüş, hipodromda koşturan atlar gibi birbirlerini geçmek için yıllarca yarışmış, okulların çoğunu teşekkür ve takdirle bitirmiş, hayata atıldığında bütün bunları unutarak sokak ağzı, mahalle ağzı yöre ağzı ile, halk ağzıyla konuşacaksak, o zaman okumanın, öğrenmenin, eğitimin, bunca yıllar, tahsil yapmış olmanın önemi nerede kalıyor?..

Boşuna emek, boşuna çaba olmuyor mu?..

 

Türkçemizde yazma işlemi, keskin “Kurallar” a tabidir. Her kişi bunu eğip, büküp, kendine göre evirip çevirip, kimi büyük harflerin boyunu kısaltarak küçük harf olacağını zannetme alışkanlığı…  Küçük harflerin ise boylarını uzatarak ve harfleri büyüterek büyük harf yerine kullanma alışkanlığından vazgeçememe, affedilir cinsten değildir… Hiç kimse sanat yapma amacı da olsa, Alfabemizdeki şekilleri, belirli harfleri değişik şekil ve durumlara sokarak kullanamazlar! Büyük harf veya küçük harf olarak, kendi yargı ve kanaatine göre değiştiremezler!.. Konuşamaz, yazamazlar! Sadece konuşma ve yöresel ağız dilleri (Söyleyişleri):

 “Erzurum Ağzı (A buradan gidelim Gardaş!..)

Kayseri Ağzı (Norüyog ağzının cemanını yediğim, gadasını aldığım gardaşım)

Karadeniz Ağzı (Oy cemençecü dayı, soktun çözüme yayı. Çör ettin cözlerimi, cöremeyim dünyayı…) ,… vb.” ancak ve ancak sanat yapma, edebî tür olan: piyes, tiyatro, tragedya, orotoryo, senarist sözleri …vb. sanatların icrası, senaryosu ve sahnelenişi esnasında sanatçılar tarafından sahnelerde gösteri, seyirlik maksadıyla yapılabilmektedir…  

Türk Dili’nin: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” nın mevcut işaretlerini değişik şekillerde; ikili, üçlü, beşli ünlem, soru, ayraç işaretleri: (!!!!); (????); (!!!??????), …, vb. uydurarak, birbiriyle aynı anda veya nokta (.) işaretinden sonra; işaret, harf, noktalama ve imlâ kuralı icat edemezler!

Türk Dili’nin: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları”nın varlığını inkâr ile Ana dilimiz Türkçeyi kuralsızlaştırarak yazmak, bir yeni görüş, “Ekol” Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yeniler” gibi bir tarz, uslûp özelliği, bir sanat anlayışı olsa bile Türkçemizi yaşatmak, onu gelecek kuşaklara daha da güzelleştirip, zenginleştirerek taşımak her Türk Vatandaşının ve bilhassa sanatçıların vazgeçilmez görevidir. Bu sebeple, şiirdeki veya nesirdeki anlatım ne kadar zengin, sanatlı, yeni ve emsalsiz buluşlarla dopdolu, orijinal olursa olsun, “Kuralsızlık” “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları” olmadan, “Serbest Vezinle Yazmayı Kastetmiyorum” dilimizi bozmakta, heceleri ve sözcükleri katletmekte, cümleleri kimi zaman anlamsızlaştırmaktadır.

Garip Akımı, Birinci ve İkinci Yenilerin Edebiyatımızı belli kalıplardan , sığlıktan alıp serbet tarza taşımaları, her ne varsa şiire konu yapmaları müthiş gelişme ve Türk Dilinde çağ açan bir yeniliktir… Konu çeşitliliği, genişliği, her olay ve durumu şiire ve edebiyata sokmaları, bu sayade görüş, duyuş ve hislerin zenginleşmesi müthiş bir gelişmedir… Edebiyatımız, Edebiyat Tarihimiz, Edebiyat Litarütürleri, Şehir Yıllıkları için nadide bir zenginliktir; ancak Türk Dili’nin: “İmlâ, Noktalama ve Yazım Kuralları”nın uygulanmayışı “Şiir ve Nesirdeki Kuralsızlığı”, “Kural Tanımama…”, Türk Dilinde başlı başına bir bozulma ve büyük bir yıkım ve çürüme olarak görmekteyim ve buna şiddetle karşı olduğumu söylemeliyim…

 

(Bugün watsap yazışmalarında ve mesajlaşmalardaki kısaltmalarda maalesef bunlara çok rastlıyoruz.) Sözcüklerin hiçbirinin tam yazmayıp ilk iki veya üç harfi ile anlaşma sağlanması… Sözcüklerin cümle sonlarında kesilmesi, harlerin yutulup söylenmemesi.

Örneğin: “Geliyor yerine, geliyo… Gidiyor yerine, gidiyo… Ne Haber yerine, Nhb… Merhaba yerine Mrb. gibi kısaltmalar dilimizi yozlaştırmakta, fakirleştirmekte ve zenginliğini ortadan kaldırıcı girişimlerdir.

Hiç kimse, sözcükleri kafasına göre kısaltmamalı. İşaretleri de kullanmama kolaycılığını seçmemelidir. Türkçemiz bilhassa gençliğimiz elinde zenginleşip Edebiyat severler gönlünde palazlanıp, akademisiler elinde kaynağını halktan alarak, uzun yıllara zamana ve coğrafyalara hükmederek, bozulmadan, yozlaşmadan arı, açık, akıcı ve berrak bir şekilde yüz yıllara meydan okuyarak ebediyete kadar kullanıma devam edecektir.

Dilimiz Türkçe de bir matematik sistemi gibi, kurallar zinciri ile örülü bulunmaktadır. Sözcükleri sağlam, kökü derinde zenginliği sınırsızdır. Hiç kimse, bu işaretleri kafasına göre ulu orta değiştirerek kullanmamalı. Vatanını ve milletini seven herkes de Türk Dilini sevecek ve onu koruyacaktır. Dilimiz gelişip güzelleşirken bir özelliği de “canlı” olan dilimizin gelişme esnasındaki halk buluşları, yeni teknolojilere isim seçme, uygun köklerden yeni isimler türetme uygulamalarını yapacak ve önerecek olanlar da: Türk Dil Kurumu (TDK) veya ilmî anlamda akademik çalışma yapanlar, uzmanlık amacıyla Yüksek Lisans, Doktora, Doçentlik, Profesörlük tez veya makale, yazanlar, Türk Folklor Kurumu (TFK), Halk Edebiyatı Araştırmacıları, Halk Ağzı Derlemecileri ve buna bağlı olarak kaynağında çalışan araştırmacılar, kurum yetkilileri, önerme, tespit ve ispat maksatlı kullanabilirler.

Bunların dışında kalan şahıslar, bu söylediklerimizi uyduruk bir işaret ve yazı olarak kafalarından geçtiği gibi yazamaz ve konuşma dilinde de olsa yapamazlar.


KAYNAKLAR:

1)    https://earsiv.odu.edu.tr/jspui/bitstream/11489/3813/1/10561368.pdf

2)    https://mahaledebiyat.com/unutulan-sairler-muzaffer-tayyip-uslu-ve-rustu-onur/

3)    https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/602458

4)    https://1000kitap.com/yazar/muzaffer-tayyip-uslu/alintilar

5)    https://tr.wikipedia.org/wiki/Garip_hareketi

6)    https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/garip-akiminin-son-temsilcisi-melih-cevdetanday/1658190#:~:text=T%C3%BCrk%20%C5%9Fiirinin%20b%C3%BCy%C3%BCk%20ustalar%C4%B1ndan%2C%20%22Garip,Mart%201915'te%20d%C3%BCnyaya%20geldi.

7)    https://www.turkedebiyati.org/garip-akimi/

8)    https://www.facebook.com/groups/33633532327/posts/sayg%C4%B1yla13-nisan-1914-14-kas%C4%B1m-1950-bir-garip-orhan-veliistanbulda-bo%C4%9Fazi%C3%A7indebi/10163661263917328/

9)    https://kizilcik.org/dergiler?view=article&id=771:bir-garip-orhan-veli-ydi&catid=117

10)                  Ferdi Özbeğen - Satmışım Anasını şarkı sözleri

11)                  https://www.facebook.com/groups/350343585174314/posts/2106257176249604/

12)                  https://tamadres.com/blog/yazi/en-sevilen-cemal-sureya-siirleri?srsltid=AfmBOooM4ZJ0qjt9ln3B-06i-Iswi-ewUW-SSyXb1U6rpHZuY9PbMuAT